KEHF SURESİ PEYGAMBERİMİZ'İN
DİKKAT ÇEKTİĞİ BİR SUREDİR
Kuran'da aktarılan geçmiş kavimlere dair kıssalar
da insanlara pek çok konuda yol göstericidir. Peygamberlerin hayatları,
kavimlerine yaptıkları tebliğler ve uygulamaları iman edenler için
birer örnektir. Bunun yanı sıra Kuran'da geleceğe dair işaretler
ve müminlerin üzerinde düşünmesi gereken bazı sırlar da vardır.
Kehf Suresi bunlardan bir tanesidir.
Kehf Suresi Peygamberimiz Hz. Muhammed'in ve pek çok
İslam aliminin dikkat çektiği bir suredir. Kehf Suresi'nde aktarılan
Kehf ve Rakim Ehli'nde, Hz. Musa ve ilim sahibi kişi ile ilgili
olaylarda ve Hz. Zülkarneyn kıssasında pek çok sırlar ve ahir zamana
işaret eden birçok ifadeler bulunmaktadır.
Kehf Suresi'nin ahir zamanla bağlantısı bulunduğuna
dair Peygamberimiz (sav)'in pek çok hadisi mevcuttur. Bu hadislerden
bazıları şu şekildedir:
Nevvas b. Seman el-Kilabi'den (ra) rivayet edilmiştir.

|
“Sizden kim
Deccal'e yetişirse Kehf Suresi'nin evvelini onun
üzerine okusun. Bu surenin sonu Deccal'ın fitnesinden
kurtuluşunuzdur.”
(Sünen-i
Ebu Davud, 5/121)
|
|
|
|
Ebu Ümame el-Bahili'den rivayet edilmiştir.

|
“... kim onun
(Deccal'in) cehenneminin belasına uğrarsa Allah'tan
yardım dilesin ve Kehf Suresi'nin ilk ayetlerini
okusun ki ateş İbrahim (as)'a olduğu gibi bu ateş
de o kimseye soğuk ve selamet olsun.”
(Sünen-i İbni Mace Tercemesi
ve Şerhi, Haydar Hatipoğlu, Kahraman Yayınları,
c. 10, s.332)

“... Her kim
Deccal'in ateşi ile ibtila ve imtihan edilirse
Allah'tan yardım istesin ve Kehf Suresi'nin baş
tarafındaki ayetleri okusun. Bu suretle Deccal'in
ateşi ona karşı soğuk ve selamet olur.”
(Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve
Ahir Zaman Alametleri, İmam Şa'rani, Bedir Yayınevi,
s.494)
|
|
|
|
KEHF SURESİ'NDE SIRLAR VE
AHİR ZAMANA DAİR İŞARETLER BULUNMAKTADIR
Hz. Muhammed (S.A.V)'in Müslümanlara Kehf Suresi'ni
mutlaka okumalarını tavsiye etmesinin hikmetlerinden biri, Kehf
Suresi'nin ahir zamana bakan çok önemli işaretler taşımasıdır. Kehf
Suresi'nde, ahir zamanda çıkacak olan Deccal'den ve onun yeryüzüne
yaymak istediği dinsizlik akımlarından korunmak ve insanlığa bela
getirecek olan bu fitneye karşı mücadele edebilmek için gerekli
işaretler, ayrıca Müslümanların istifade edebileceği dersler bulunmaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda bu sureyi dikkatle okumayı ve
ezberde tutmayı tavsiye etmesi, bu duruma açık bir işarettir. Ayrıca
Ashab-ı Kehf'in inkarcı kavmi içinde yaşadıkları, ardından Hz. Musa'nın
Allah'ın rahmet verdiği bir kişiden öğrendiği derin ilim ve bunun
da ardından Hz. Zülkarneyn'in tüm dünyaya hakimiyet kurarak İslam
ahlakını yayması üzerinde düşünülmesi gereken konulardır.
Dikkatle okuyanlar göreceklerdir ki, bu surede kıyamete
yakın bir dönem olan ahir zamana, ahir zamanda yaygınlık kazanacak
olan inkarcı sistemlerin uygulamalarına ve Allah'ın bu batıl sistemleri,
hakkı göndererek darmadağın etmesine yönelik çok önemli işaretler
bulunmaktadır.
Söz ettiğimiz bu dönem Allah'ın izniyle çok yakındır
ve insanların bu konu üzerinde derin derin düşünmeleri çok daha
büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Bu nedenle tüm Müslümanların Kehf
Suresi üzerinde dikkatle düşünmeleri, her bir ayeti diğer Kuran
ayetleri doğrultusunda incelemeleri ve akılda tutmaları son derece
önemlidir.
KEHF SURESİ'NDE, KEHF EHLİ'NİN
OLAĞANÜSTÜ DURUMU ANLATILMAKTADIR
Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini bizim şaşılacak
ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman,
demişlerdi ki: “Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden
bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).”
(Kehf Suresi, 9-10)
Gençlerden oluşan Kehf Ehli'nin yaşadıkları alışılmışın
dışında, metafizik olaylardır. Hayatlarının her anı mucizevi gelişmelerle
doludur. Peygamber Efendimizin hadislerinde Ahir zamanla bağlantısına
dikkat çekilen Kehf Ehli'nin Kuran'da anlatılan bu durumu, Ahir
zamanda da insanların olağan dışı, metafizik olaylarla karşılaşabileceklerine
bir işarettir.
Kehf Suresi'nin 10. ayetinde gençlerin bir yere "sığındıkları"
bildirilmektedir. Kıssanın sonraki ayetlerinden anlaşıldığına göre,
Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmalarının nedeni dönemin baskıcı sisteminin
oluşturduğu ortamdır. Kendi fikirlerini rahatça söyleyemeyen, doğruları
anlatamayan, Allah'ın dinini gerektiği gibi tebliğ etmeleri engellenen
Kehf Ehli, çözümü bu toplumdan uzaklaşmakta bulmuştur.
Ancak bu durum, uzaklaşıp bekleme manasında değildir.
Kehf Ehli mağaraya sığınmış, yaptıkları işleri Allah'ın kolaylaştırması,
kendilerine rahmetinden yayması için dua etmişlerdir. Kısacası Kehf
Ehli'nin mağaraya sığınmasının nedeni sadece beklemek değil, kendilerini
bu süre içinde geliştirmek olmuştur. Ahir zamanda da totaliter rejimlerin
olduğu yerlerde baskı altında olan Müslümanlar kendilerini gizleyeceklerdir.
Bu vesileyle Allah'ın kendi üzerlerindeki rahmetini artırmasını,
işlerini ve dine düşman fikir akımlarına karşı yürüttükleri mücadeleyi
daha da kolaylaştırmasını umacaklardır.
Ashab-ı Kehf’in gizliliği
belirli bir süreye kadar devam etmiştir
Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına
vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları
süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
(Kehf Suresi, 11-12)
Kehf Ehli'nin yaşadığı haber verilen bu uyku halinin
nedeni, kadere tabi olmanın getirdiği tevekkül ve huzur olabilir.
Çünkü tüm kainatı bir kader üzere yoktan yaratan Allah, dünyada
gerçekleşen bütün olayları da Müslümanların lehine tanzim etmektedir.
Günümüzde de bir kısım Müslümanlar bir nevi rahmani
uyku içindedirler. Bu sayede, insanları dinden uzaklaştırmaya çalışan
materyalist ideolojilerin sebep olduğu belaların dehşetinden ve
şiddetinden etkilenmemektedirler. Bu maddeci akımlar yüzünden oluşan
ahlaki dejenerasyondan, zulüm ve kargaşadan etkilenmeden Kuran ahlakını
yaşamayı sürdürmektedirler.
Ashab-ı Kehf'in gizliliği, ayetten de anlaşıldığı
gibi, belirli bir süreye kadar devam etmiştir. Daha sonra Allah'ın
takdir ettiği zamanda, O'nun dilemesi ile bu gençler uyanmışlardır.
Kralın karşısında inançlarını
açıkça dile getirmişlerdir
Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı)
rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: “Bizim
Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; İlah olarak biz O'ndan başkasına
kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun,
gerçeğin dışına çıkarız.” (Kehf Suresi,
14)
Ayette, Kehf Ehli'nin gizlendikleri dönem sona erdiğinde,
kralın karşısına çıktıkları belirtilmektedir. Bu dönem, Allah'tan
başka güçlerin ilah haline getirildiği, inkarın insanlar arasında
yayıldığı ve din ahlakından uzaklaşıldığı bir dönemdir. Müslümanların
inançları baskı altına alınmıştır. Buna rağmen Kehf Ehli krala hiçbir
koşulda "Allah'a Bir olarak iman etmekten" vazgeçmeyeceklerini,
Allah'tan başka hiçbir şeye tapmayacaklarını söylemişlerdir. Eğer
usulen de olsa tersini söyleyecek olsalar, bununla Allah'a karşı
suç işlemiş olacaklarını samimi kanaatleri olarak ifade etmişlerdir.
Dönemin baskıcı, zalim ve otoriter kralı karşısında
gösterdikleri bu cesur ve kararlı tutum, onların samimi Müslümanlar
olduklarının da bir delili niteliğindedir. Herşeyi kaderde en güzel
şekilde Allah yaratır ve Allah dilemedikçe hiçbir güç onlara bir
zarar veremez. Bu gerçeği bildikleri için çok güzel bir tevekkül
ve kararlılık örneği göstermişlerdir.
Kendi milletlerine Allah’ın
dinini tebliğ etmişlerdir
“Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını
ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez
miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha
zalim kimdir?” (Kehf Suresi, 15)
Bu ayette, Kehf Ehli'nin kendi milletlerine karşı
yaptıkları tebliğ faaliyetinden bahsedilmektedir. Onlar, kendi dönemlerindeki
müşrik topluluklara Allah'ın dinini tebliğ etmiş, onlardan Allah'a
şirk koşmaktan vazgeçmelerini istemişlerdir. Ayrıca müşrik topluluklarını
inkarlarını dayandıracakları bir delil göstermeye davet etmişler,
onlar bir delil getiremediklerinde de müşriklerin yalancılıklarını
ve iftiralarını açıklamışlardır.
Aynı Kehf Ehli'nin yaşadığı dönemde olduğu gibi asrımızda
da Müslümanlar Allah'tan başkasını ilah edinenlerden deliller istemektedirler.
Ahir zamanda maddeyi ve tesadüfleri ilah olarak tanıtan putperest
bir inanç mevcuttur; bu inanç Darwinizm'dir.
Darwinizm, tüm kainatın başıboş ve rastgele tesadüfler
sonucu oluştuğunu iddia eden, doğada sadece güçlü olanın hayatta
kalacağı şekilde çatışmaya ve şiddete dayalı bir sistem olduğunu
savunan din karşıtı bir iddiadır. Gerçekte Allah'ın sonsuz güç ve
kudretiyle yoktan var ettiği cansız ve canlı varlıkları, başıboş
tesadüflerin meydana getirdiğini iddia eden Darwinistler, bu iddialarıyla
Allah'a karşı çok büyük bir iftirada bulunmaktadırlar.
İnkarcıların fikir sisteminden
tamamen uzaklaşmışlardır
(İçlerinden biri demişti ki:) "Madem
ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız,
o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden
(bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın."
(Kehf Suresi, 16)
İnkarcıların baskıları neticesinde Kehf Ehli, kendilerini
tamamen tecrit etme ve inkarcılardan tamamen koparma ihtiyacını
hissetmişlerdir. Mağaraya sığınma da bu tecrit durumunu ifade etmektedir.
Allah bu dönemde Kehf Ehli'nin üzerindeki nimetini yaymış, onlara
pek çok konuda kolaylık sağlamıştır. Bu kolaylık ve desteklerden
en önemlisi ise iman edenlerin inkar edenlerin olumsuz etkilerinden
uzak kalmaları olmuştur.
Kehf Ehli’nin yaşamlarından
alınacak bazı dersler
Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar
diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki:
"Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün
bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne
kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla
şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir
rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye
sezdirmesin." (Kehf Suresi, 19)
Ayette ilk olarak Müslümanların, karşılaştıkları olaylarda
bir karara varmadan kendi aralarında istişare etmelerinin önemine
dikkat çekilmektedir. Bunun yanı sıra ayette Kehf Ehli'nin mağarada
ne kadar süre kaldıklarıyla ilgili aralarında bir konuşma geçtiği
de aktarılmakta, ardından ise bir kişinin "Ne
kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir" dediği bildirilmektedir.
Burada önemli olan husus, anlaşılmayan ya da sonucu bulunamayan
herhangi bir konu olduğunda, müminlerin hemen "Allah bilir"
deyip, hayır ve hikmeti Allah'a bırakmalarıdır. Çünkü gaybı sadece
Allah bilir.
Kehf Suresi'nin 19. ayetinde müminlere bazı işaretlerde
daha bulunulmaktadır. Bunlardan birincisi müminlerin alışverişe
gönderdikleri kişiden herhangi bir yiyecek değil, temiz yiyecek
istemeleridir. Ayrıca dikkat çekilen diğer bir husus da müminlerin
yiyecek almak için şehri tercih etmeleridir. Bunun nedeni şehirde
çok daha geniş imkan ve seçim alternatifi olması olabilir.
Ayette müminlere bir başka hatırlatmada daha bulunulmaktadır.
Bu da müminlerin her zaman için nezaketli ve saygılı olmalarıdır.
Bu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakın bir gereğidir.
Kehf kıssasında ayrıca Müslümanların
ahir zamanda daha ziyade evlerinde bulunacaklarına işaret ediliyor
olabilir. Bunun nedeni de, komünizm, faşizm gibi din dışı ideolojilerin
hakim olduğu bu büyük fitne döneminde, dışarı çıkıp hedef haline
gelmemek, dikkat çekmemek olabilir. Ayette aynı zamanda müminlerin
gerektiği durumlarda, uzun zaman evlerinde kalarak kendilerini ilim
ve bilgi yönünden geliştireceklerine dikkat çekiliyor olabilir.
Nitekim Peygamberimiz (sav)'in de ahir zaman konusunda kendisinden
tavsiye isteyenlere, "… evlerinizin yiğiti olunuz, oradan ayrılmayınız!"
ve "evinden dışarı çıkma!" şeklinde tavsiyelerde bulunduğu
bildirilmektedir.1
Kehf Ehli kendilerini gizlemek
zorunda kalmışlardır
Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi
taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak
kurtuluş bulamazsınız." (Kehf
Suresi, 20)
Bu ayette "taşa tutarlar" ifadesiyle terörist
bir karakter tarif edilmektedir. Günümüzde de dinsiz ideolojilerin
etkisi altında kalan insanlarda bu karakter açıkça görülür. Örneğin
komünist ideolojiyi benimseyen teröristler, vatanı korumak için
cansiperane mücadele eden devlet görevlilerine, polislere ve jandarmalara,
sadece devlete olan düşmanlıkları nedeniyle taş atmakta, saldırmaktadırlar.
Bunu yapmalarındaki amaç ise bu kişileri yıldırmak, güçlerini azaltmaktır.
Bu yolla komünizm taraftarları, kendi din düşmanı ideallerini gerçekleştirebilmeyi,
ülkelerini kaosa ve kargaşaya sürükleyerek komünist bir sistemi
hakim etmeyi amaçlamaktadırlar.
Bu yüzden ahir zamanda insanların, dünyaya beladan
başka bir şey getirmeyen kanlı ideolojilerden uzak durmaları, din
aleyhtarı ideolojilerin provokasyonlarına, kışkırtmalarına kanmamaları,
bozguncuların tarafında yer almamaları son derece önemlidir.
KEHF KISSASI'NDA KIYAMET
ALAMETLERİNE VE AHİR ZAMANA YÖNELİK ÖNEMLİ İŞARETLER VARDIR
Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve
gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için
(şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk.
(Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı,
(bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri
onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri
geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız"
dediler. (Kehf Suresi, 21)
Kehf Ehli'nin insanlar tarafından bulunması ise, iyi
insanların iyilerle kendiliğinden buluşacaklarına, birbirlerinden
uzakta bulunsalar da bir gün mutlaka biraraya geleceklerine işaret
olabilir.
Onların sayısını sadece
Allah ve az sayıda kişi bilmektedir
(Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler,
onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların
altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba)
taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir"
diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir,
onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar
konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında
bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
(Kehf Suresi, 22)
Ayette geçen "onları pek az (insan) dışında kimse
bilemez" ifadesiyle Allah, derin bilgiye sahip çok az sayıda
kişinin, bu sayıyı bilebileceğine işaret etmektedir. Örneğin bu
kişi Hz. Hızır olabilir. Bunun yanısıra Hz. Hızır'ın eğitiminden
geçmiş ve ona tabi olmuş talebelerinin de, Allah'ın dilemesi ve
bildirmesiyle bu bilgiye sahip olması mümkündür. Nitekim Kuran'da
Allah'ın vahyetmesiyle elçilerin gaybdan yana bazı bilgilere sahip
oldukları bildirilmektedir.
Bu ayetin devamında geçen "... açıkta olan bir
tartışmadan başka tartışma" ifadesi ise, Kuran'a uygun tartışmaya
işaret etmektedir. Müminler, bir konu üzerinde tartışırken Kuran'a
uygun delil getirmeye önem vermelidirler. Dini inkar edenler tam
tersi bir tutum içindedirler. Onların tek amacı tartışma çıkarmak,
bu vesileyle dine ve inananlara karşı düşmanca tavırlarını ortaya
koymaktır. Nitekim Allah Kuran'da bazı insanların
"yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye" (Zuhruf
Suresi, 58) inkarcı örnekler verdiklerine dikkat çekmektedir.
Yukarıdaki ayetin sonunda geçen "onlar hakkında
bunlardan hiç kimseye bir şey sorma" şeklindeki ifade ise,
iman edenlerin vahiyle bildirilenlerin dışında hiçbir bilgiye rağbet
etmemeleri gerektiğini ifade etmektedir. Çünkü gaybı bilen Allah'tır.
İnsanların kendi bilgilerine, zanlarına ve yorumlarına dayanarak
ortaya attıkları yanlış rivayetlerin müminler nezdinde hiçbir kıymeti
yoktur. Dolayısıyla kaynağı belli olmayan, ağızdan ağıza dolaşarak
gelen, kulaktan dolma aktarılan, uydurma rivayetlere, haberlere
önem vermek bu ayetle yasaklanmaktadır.
Ashab-ı kehf’in mağarada
kalış süresi
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve
dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah
daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte
ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur.
Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."
(Kehf Suresi, 25-26)
Bu ayetlerde Ashab-ı Kehf'in mağarada uyku halinde
üç yüz yıl kaldıkları bildirilmektedir. Uyanmalarına yakın bir zamanda
bu süre uzatılmış ve üç yüz yılın üzerine dokuz yıl daha eklenmiş
olabilir. Böylece onlar mağarada üç yüz dokuz yıl kalmış olabilirler.
HZ. MUSA VE HZ. HIZIR KISSASI
Hz. Musa ve genç yardımcısının
“iki denizin birleştiği yere” yaptıkları yolculuk
Hani Musa genç yardımcısına
demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim
ya da uzun zamanlar geçireceğim."
(Kehf Suresi, 60)
Bu ayette kullanılan "genç" kelimesi ile,
bir iş yapılırken genç insanların da yardımını almanın ve onlarla
birlikte hareket etmenin önemine işaret ediliyor olabilir.
Gençlerin yaşlarının getirdiği enerjilerini, dinamizmlerini,
güçlerini, şevk ve heyecanlarını Allah rızası için hayır işlerinde
kullanmalarını teşvik etmek gereklidir. Nitekim ayetlerde de bu
konuya dikkat çekilmekte, Hz. Musa'ya kavminden sadece bir bölüm
gencin iman ettiğinden bahsedilmektedir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden
(gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini
belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun,
gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.
(Yunus Suresi, 83)
Kehf Suresi'nin 60. ayetinde dikkat çekilen bir diğer
konu ise Hz. Musa'nın üzerinde durduğu buluşma yeridir. Hz. Musa
çıktığı yolculukta bir kişiyle buluşmayı hedeflemektedir ve kendisine
bu buluşma yerinin "iki denizin birleştiği bir bölge"
olarak bildirildiği anlaşılmaktadır. Hz. Musa'nın bahsettiği
yer de dünya üzerinde bu tarife uyan bölgelerden herhangi birinde
bulunabilir.
Balık, buluşma yerinin
tam olarak belirlenmesinde bir işaret olmuştur
Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere
ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya
doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. (Varmaları gereken
yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına dedi ki: "Yemeğimizi
getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan gerçekten yorulduk."
(Genç-yardımcısı) Dedi ki: "Gördün mü, kayaya sığındığımızda,
ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı;
o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu." (Musa) Dedi
ki: "Bizim de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi izleri
üzerinde geriye doğru gittiler. (Kehf
Suresi, 61-64)
Ayetlerden
Hz. Musa ve genç yardımcısının yanlarında yemek üzere bir balık
getirdikleri anlaşılmaktadır. Ancak henüz yeme vakitleri gelmeden
evvel, Allah bu balığı ikisine birden unutturmuş, balık da onların
unuttukları bu anda akıntıya doğru gidip, yanlarından uzaklaşmıştır.
Ancak bu unutmanın pek çok hikmetleri vardır. Allah
bir hayır ve hikmet üzerine ikisine birden yiyeceklerini unutturmuştur.
Hz. Musa'nın iki denizin birleştiği yere gelmesinin nedeni, Kehf
Suresi'nin devamında hakkında bilgiler verilen önemli ve kutlu bir
şahısla görüşmektir. Kaderde belirlenmiş bu yere ulaşmak için Hz.
Musa ve genç yardımcısı uzun zaman geçirmişlerdir. Ancak bu buluşmanın
tam yerine ulaşabilmek için daha fazla detaya ihtiyaçları vardır.
Çünkü iki denizin birleştiği yer olarak ifade edilen mekan geniş
bir alanı ifade etmektedir. Böyle geniş bir alanın hangi noktasında
buluşacaklarını bilmeden, aradıkları kişiyi bulmaları çok zor olabilir.
İşte bu aşamada balığın kaçışının bir hikmeti ortaya
çıkmaktadır. Bu kaçış açık bir işarettir. Çünkü balık, aradığı (Hz.
Hızır olduğu tahmin edilen) kutlu şahıs ile Hz. Musa'nın buluşacakları
yerin detayının tespitinde bir görev üstlenmiştir. Musa Peygamber
ve yardımcısının unutması sonucu balığın kaçtığı yer, onların buluşma
noktasını belirlemektedir. Allah bu buluşmanın nokta tayinini, balığın
kaçışını vesile kılarak gerçekleştirmektedir.
Hz. Musa’nın üstün merhamet
ve ilim sahibi Hz. Hızır ile buluşması
Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz
ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir
kulu buldular. (Kehf Suresi, 65)
Allah kullarına karşı sonsuz merhamet sahibidir, Rahman
ve Rahim'dir. Hz. Musa'nın buluşmak üzere yola çıktığı Hz. Hızır
ise Allah'ın kendisine rahmet verdiği bir kişidir. Yani Allah'ın
Rahman ve Rahim sıfatı Hz. Hızır üzerinde tecelli etmektedir. Allah,
Hz. Hızır'a Kendi katından üstün bir ilim vermiş ve onu üstün bir
kul kılmıştır.
Hz. Musa tabi olmak için
Hz. Hızır’dan izin istemiştir
Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd)
olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?"
(Kehf Suresi, 66)
Ayetlerde geçen ifadelerden, Hz. Musa'nın buluşacağı
bu kutlu kişi hakkında daha önceden vahiy ile detaylı bilgi aldığı
anlaşılmaktadır. Söz konusu durumu ortaya koyan pek çok delil vardır.
Örneğin Hz. Musa buluşacağı yere, bulunduğu yere göre oldukça uzak
olmasına rağmen gitmek için bir çaba sarf etmiştir. Çünkü orada
buluşacağı kişinin kendisine çok fazla fayda vereceğine emindir.
Bunun herhangi bir buluşma olmadığını, çok özel bir buluşma olduğunu
bilmektedir. O nedenle her türlü zorluğu göze almakta, uzun bir
yol katetmektedir.
Ayrıca buluşur buluşmaz karşısındaki kişiyi hemen
tanımış, onun üstün ahlakını ve ilmini fark etmiş ve kendisine tabi
olmayı talep etmiştir. Bu da karşısındaki kişinin ilim öğretilen,
kutlu bir kişi olduğunun kendisine önceden bildirmiş olabileceğini
göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hz. Hızır’ın Hz. Musa’ya
verdiği cevap
Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte
olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." (Böyleyken) "Özünü
kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?"
(Kehf Suresi, 67-68)
Ayetlerde dikkat çekildiğine göre Hz. Hızır da Hz.
Musa hakkında detaylı bilgiye sahiptir. Üstelik konuşmalarından
Hz. Hızır'ın geleceğe dair bazı bilgilere de Allah'ın bildirmesiyle
sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Hızır, Hz. Musa'nın talebini dinledikten sonra
ona hemen kendisiyle birlikte olmaya sabır gösteremeyeceğini söylemiştir.
Daha hiçbir olay olmadan, Hz. Musa'nın nasıl bir tavır göstereceğini
bilmeden ve görmeden Hz. Hızır'ın böyle bir açıklamada bulunması
çok dikkat çekicidir. Bunun nedeni ise Allah’ın dilemesiyle Hz.
Hızır'ın geleceği bilmesidir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hz. Musa inşallah diyerek
söz vermiştir
(Musa:) "İnşaallah, beni sabreden (biri
olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi.
(Kehf Suresi, 69)
Ayette görüldüğü üzere, Hz. Musa, Hz. Hızır'ın söylediği
sözler karşısında hemen Müslümanca bir tavır göstermekte ve "İnşallah"
-yani "eğer Allah dilerse"- diye cevap vermektedir. Bu
kelime müminlerin Allah'a olan teslimiyetlerinin, kaderin her an
işlediğini bildiklerinin, Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerinin
farkında olduklarının bir ifadesidir.
Hz. Hızır Hz. Musa’dan
açıklayıncaya kadar kendisine soru sormamasını istemiştir
Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan,
hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz
edinceye kadar." (Kehf Suresi,
70)
Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası ile peygambere ve elçilere
uymanın önemine bir kez daha dikkat çekilmektedir. Bu tabiyet esnasında
müminlerin titiz bir saygı göstermeye ehemmiyet vermeleri gerekmektedir.
Eğer yapılan bir hareketin ya da söylenen bir sözün
hikmetleri görülmüyorsa, o zaman Müslümana düşen şey; tabi olduğu
elçinin veya mürşidin, hikmetlerini açıklamasını saygıyla beklemektir.
Bu bakış açısına sahip bir Müslüman, yapılanın aslında son derece
isabetli ve doğru olduğunu hemen fark edecek ve ilk baştaki tavrının
hatalı olduğunu kolaylıkla anlayacaktır. Nitekim ayetlerde de tabi
olunan kişinin gerekli gördüğü zaman yaptığı işlerin, aldığı kararların
ve söylediği sözlerin hikmetini öğütle açıklayacağı bildirilmektedir.
Örneğin Hz. Hızır Kehf Suresi'nin bu ayetinde "ben sana öğütle-anlatıp
söz edinceye kadar" diyerek, Hz. Musa'ya karşılaştığı olayların
hikmetini açıklayacağını hissettirmiştir.
Hz. Hızır bindikleri gemiyi
delmiştir
Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye
binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini
batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın."
(Kehf Suresi, 71)
Kehf Suresi'nin bu ayetinden Hz. Musa'nın Hz. Hızır
ile olan yolculuğu sırasında yanına genç arkadaşını almadığı anlaşılmaktadır.
Bu seçimin pek çok hikmeti olabilir. Ancak bunlardan biri, ikili
eğitimin önemine işaret etmesidir.
Ayette bildirilen olay, Hz. Hızır'ın ilk karşılaştıklarında
ona söylediği sabır gösteremeyeceği olaylardan birinin kaderinde
gerçekleştiği andır. Hz. Hızır'a geleceğe dair verilen bilginin
bir kısmı böylece gerçekleşmiştir. Hz. Musa ise kaderinde yazılı
olduğu için bu soruyu sormuştur. Burada bir peygamber zellesi oluşmuştur.
Zelle, peygamberlerin yanılmaları, unutmaları veya
yanlışlık eseri yaptıkları davranışlarına verilen isimdir. Bu zellelerin
her biri çok büyük hayırlarla ve hikmetlerle, elçilerin kaderlerinde
yaratılmaktadır. Kaderde her bir zellenin oluşacağı an ve yer bilinmektedir
ve bellidir. Allah bu ayetlerle bizlere bu tip zellelerin oluşabileceğini
bildirmektedir.
Hz. Musa Hz.
Hızır’dan aldığı eğitimin devam etmesini talep etmiştir
Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte
olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana
söylemedim mi?" (Musa:) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama
ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi.
(Kehf Suresi, 72-73)
Kehf Suresi'ndeki bu ayetlerde, Hz. Hızır'ın konuşmalarındaki
kesinlik dikkati çekmektedir. Hz. Hızır, gerçekleşecek olan olayları
bildirirken çok emin bir üslupla konuşmaktadır. Hz. Musa'nın hiçbir
şekilde sabredemeyeceğini "kesinlikle" diyerek ifade etmekte,
buna gücü yetemeyeceğini dile getirmektedir.
Unutmayı ve hatırlamayı Allah meydana getirir. Allah
geçmişten bugüne kadar yaşamış olan tüm insanların zihinsel faaliyetlerinin
tamamına hakim olandır. Unutması da, sormaması gereken bir soruyu
sorması da Hz. Musa'nın kaderinde an an yazılmıştır. Hiçbir insanın,
beynine hakim olup bu unutmanın önüne geçmesi ya da söyleyeceği
söze engel olması mümkün değildir. Allah dilediği an, dilediği kişiye,
dilediği konuyu unutturur. Dilerse tüm hafızasını bir anda elinden
alır, dilerse hiç bilmediği konuları onun hafızasında ilim olarak
yaratır. Bunların hepsi Allah'ın dilemesiyle gerçekleşir.
Hz. Musa'nın ayette geçen "bu işimde bana zorluk
çıkarma" şeklindeki sözlerinden ise, Hz. Hızır'la olan eğitimin
kesilmesini istemediği anlaşılmaktadır.
Hz. Hızır’ın çocuğu öldürmesine
Hz. Musa’nın gösterdiği tepki
Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim
bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa)
Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı
öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın." (Kehf
Suresi, 74)
Hz. Musa her ne kadar söz verse de, soru sormama konusunda
karar alıp, irade göstermek istese de kaderinin dışına çıkamamakta
ve bu soruları sormayı engelleyememektedir. Üstelik Hz. Hızır'ın
Allah'ın emriyle hareket eden, ilim sahibi bir kişi olduğunu bildiği,
ona tabi olduğunu söylediği halde, Hz. Hızır'ın yaptıkları karşısında
bir tepki göstermektedir. Dolayısıyla burada tekrar bir peygamber
zellesi oluşmuştur.
Ancak hiç unutmamak gerekir ki, her insana canını
veren ve verdiği canı alacak olan sadece Allah'tır. Allah dilemedikçe
bir insanın bir diğerini öldürmesi mümkün değildir.
Hz. Hızır da Allah'ın emri ve dilemesiyle hareket
eden, salih bir kuldur. Yaptığı her hareket, söylediği her söz ancak
Allah'ın emriyle gerçekleşmektedir. Üstelik bu ölümün bir cana karşılık
olup olmadığını Allah dilemedikçe hiç kimsenin bilmesi mümkün değildir.
Aynı şekilde öldürülen çocuğun "tertemiz bir can" olup
olmadığını da Allah bildirmedikçe, hiç kimse bilemez. Ancak burada
Hz. Musa, tüm bu sözleri Allah'ın dilemesiyle ve Allah kaderinde
yazdığı için söylemektedir.
Hz. Hızır’dan aldığı derslerin
devamı için Hz. Musa’nın bulduğu çözüm
Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte
olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana
söylemedim mi?" (Musa:) "Bundan sonra sana bir şey soracak
olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış
olursun" dedi. (Kehf Suresi, 75-76)
Kullarına dilediği zaman sabır gösterme gücünü veren,
dilediği zaman da bu gücü geri alan Allah'tır. Kuran'da müminlerin
bu güzel özellikleri pek çok ayette vurgulanmakta, ancak sabrı verenin
Allah olduğu belirtilmektedir.
76. ayette ise Hz. Musa'nın, meydana gelen bu durumdan
Hz. Hızır'ın rahatsızlık duyduğunun farkında olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Hızır'ın yaptığı hatırlatmalara ve sabır gösteremeyeceği yönünde
kesinlik arz eden konuşmalarına rağmen, Hz. Musa ısrarla sabır göstereceğini
ifade etmiş, ancak iki olaydan sonra artık bir çözüm yolu bulmaya
karar vermiştir. Bunun için de Hz. Hızır'ın bu eğitimden vazgeçmemesine
yönelik yeni bir ikna üslubu kullanmıştır.
Kasaba halkının Hz. Musa
ve Hz. Hızır’ı konuklamaktan kaçınmaları
(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet
bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları
konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir
duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer
isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin."
(Kehf Suresi, 77)

...Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş
bir duvar buldular, hemen onu inşa etti...
(Kehf suresi, 77)
|
Yollarına devam eden Hz. Musa ve Hz. Hızır, girdikleri
kasabada güzellikle karşılanmamışlardır. Bu karşılamadan yaptıkları
yolculuğun çok zorlu bir yolculuk olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü
kasaba halkı onları konuklamaktan, hatta onlara yemek vermekten
dahi kaçınmıştır.
Bu ayette Allah, doğruyu ve faydalı ilmi bulmak için
her türlü zorluğa talip olunmasının makbuliyetine işaret etmektedir.
Hz. Musa da, Hz. Hızır ile birlikte olabilmek, onun ilminden istifade
edebilmek ve öğütlerinden faydalanabilmek için her türlü zorluğa
razıdır. Bu tüm inananlar için de bir öğüt niteliğindedir. Müslümanlar
da benzer bir durumla karşılaştıklarında aynı kararlılığı ve güzel
ahlakı göstermelidirler.
Ayette ayrıca Hz. Hızır'ın son derece yetenekli, maharetli
ve süratli bir kimse olduğuna işaret edilmektedir. Bu, hem daha
önce gemiyi içindekilere hiç sezdirmeden tahrip edebilmesinden,
hem de duvarı inşa ederken yaptığı işin hızından ve dayanıklılığından
anlaşılmaktadır. Allah ayetinde "hemen onu inşa etti"
diye bildirerek bu hıza ve tecrübeye işaret etmiştir. Ayrıca Hz.
Hızır, gemiyi delerken de çok büyük bir hüner göstermiştir. Gemiyi
tahrip etmemiş, sadece birkaç küçük hasarla, karşı tarafın beğenmeyeceği
bir hale getirmiştir. Buradan Hz. Hızır'ın duvarın ve geminin yapıldığı
malzemeye tam bir hakimiyeti olduğu anlaşılmaktadır.
Ayetin devamında Hz. Musa üçüncü ve son kez Hz. Hızır'a
bir soru sormaktadır. Oysa Hz. Hızır ücret alıp almaması gerektiğini
zaten Allah'ın kendisine verdiği ilimle gayet iyi bilmektedir.
Hz. Musa’nın sorduğu son
soru, aralarında ayrılma vaktinin geldiğinin bir işareti olmuştur
Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda
ayrılma (zamanı)mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin
bir yorumu haber vereceğim. (Kehf Suresi,
78)
Hz. Hızır bu ayette, Hz. Musa'ya "yorumu yapılmadığı
için sabredemedin" diyerek öğütle açıklamada bulunacağını söylemektedir.
Bu sözleriyle tüm bunların, hikmetleri açıklanırsa sabredebilecek
şeyler olduğunu ifade etmiştir. Yani eğer Hz. Hızır ilk andan itibaren
sorulan soruların hikmetlerini açıklamış olsaydı, Hz. Musa bunlara
sabır gösterebilirdi. Burada bir kez daha peygamberin veya mürşidin
açıklamadığı konularda mutlak hayır ve hikmet aranması gerektiği
akla gelmektedir.
Hz. Hızır’ın gemiyi delmesinin
nedenleri
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı,
onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla
ele geçiren bir kral vardı." (Kehf
Suresi, 79)
Bu ayette görüldüğü gibi, ayrılma kararını belirledikten
sonra Hz. Hızır olayların hayır ve hikmetlerini birer birer açıklamaya
başlar. Birinci olayda Hz. Hızır bir gemiyi delmiştir. Ancak bu
gemiyi delmesinin çok önemli birkaç nedeni vardır.

Stalin döneminde açlığa terk edilmiş
çocuklar.
|
Merhamet, müminlere düşkünlük ve şefkat Allah'ın peygamberlerinin
ve elçilerinin de en dikkat çeken özellikleridir. Allah'ın üstün
ilme sahip kullarından biri olan Hz. Hızır da tüm elçiler gibi şefkatli
ve merhametli, Allah'ın katından rahmet verdiği bir insandır. O
nedenle de yoksulluk ve ihtiyaç içinde olan bu insanlara yardım
etmek için hemen gemilerinde bir delik açmış, böylece gemiyi eksik
ve kusurlu göstererek zalimlerin el koymasından kurtarmıştır.
Hz. Hızır'ın gemiyi delişinde de çok büyük bir akıl,
feraset, basiret ve ileri görüşlülük hemen dikkati çekmektedir.
Çünkü gemiyi makul ölçülerde, tekrar tamir edildiğinde kolayca kullanılabilecek
şekilde tahrip etmiştir. Böylece gemiyi gören kişi kusurlu zannedecek
ve el koymaktan vazgeçecektir. Ancak gemi sahipleri zorba kişilerin
mallarını gasp etme tehlikesi ortadan kalktıktan sonra gemiyi kolaylıkla
yeniden tamir edip, kullanabilecek hale getireceklerdir.
Allah, çocuğun canını almak
için Hz. Hızır’ı vesile etmiştir
"Çocuğa gelince, onun anne ve babası
mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar
zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk. Böylece, onlara Rablerinin
ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından
da daha yakın olanını vermesini diledik."
(Kehf Suresi, 80-81)
Ayette çocuğun ailesinin mümin kimseler olduğu haber
verilmektedir. Bu bilgi ile, o devirde de hak dinin olduğuna işaret
edilmektedir.
Hz. Hızır'ın çocuğun canını almasıyla ilgili ayetler
incelenirken vurgulanması gereken bir diğer konu ise, çocuğun ölümünün
Allah'ın bir takdiri olduğudur. O çocuğun ölümünü Allah kaderinde
yer ve zaman olarak yazmıştır. Allah "Sizi
çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş
ecel, O'nun katındadır." (Enam Suresi, 2)
ayetiyle insanlara bu gerçeği hatırlatmaktadır. Kuran'da bildirildiği
gibi her insanın canını melekler alır. Allah, Enfal Suresi'nde bu
gerçeği şu şekilde bildirir:
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına
vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin canlarını
alırken görmelisin. (Enfal Suresi,
50)
Ancak meleklerin canı alması da bir sebeptir, gerçekte
ise canı alan ancak Allah'tır. Allah bu çocuğun canının alınmasını
Hz. Hızır'ın eliyle takdir etmiştir. Ancak Hz. Hızır olmayıp, başka
biri de bu ölüme bir vesile olabilirdi. Bir kaza sonucu, kalbinin
durması nedeniyle ya da düşüp başını yaralayarak bir anda hayatını
yitirebilirdi. Ayrıca bu olayda Allah, ölüm meleklerini görünmeyen
sebep kılmış, görünen yüzünde ise, Hz. Hızır çocuğun canını alıyor
gibi göstermiştir. Gerçekte ise Hz. Hızır vahiyle hareket eden bir
insandır ve Allah'ın emrinin dışına kesinlikle çıkamaz. Allah dilemedikçe,
kendi iradesiyle birşey yapması mümkün değildir. Allah bu çocuğun
canını almak için onu vesile etmiştir.
Hz. Hızır ileride inkarcılardan olacağına dair kesin
bilgiye sahip olduğu bir çocuğu, Allah'ın emriyle öldürmektedir.
O çocuğun hem ailesine ve çevresine zulmetmesini engellemek, hem
de günahlara boğulmasına mani olmak istemektedir. Bunun için önceden
tedbir almaktadır.
Hz. Hızır’ın öksüz çocuklara
ait olan duvarı inşa etmesinin hikmeti
"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu,
altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin
diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini
çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim
(özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç
yetiremediğin şeylerin yorumu."
(Kehf Suresi, 82)
Hz. Hızır İslam ahlakının bir gereği olarak yetim
çocukların geleceğini düşünmekte ve onlar için çok önemli bir yatırım
yapmaktadır. Eğer Hz. Hızır duvarı tamir etmeseydi, duvar yıkılıp
yetim çocukların babalarına ait hazine ortaya çıkacak, çocukların
malları da zalim kimseler tarafından yağmalanacaktı. İşte bu nedenle
Hz. Hızır hazine için, çocuklar ergenliğe erişinceye kadar korunup,
gizlenebilecek sağlam bir yer yapmış, onların gelecekleri için önemli
bir tedbir almıştır.
Ayette ayrıca Hz. Hızır'ın "Bunları ben, kendi
işim (özel görüşüm) olarak yapmadım" dediğine dikkat çekilmektedir.
Bu, daha önce de vurguladığımız gibi, herşeyi yapanın Allah olduğunu,
herşeyin kaderde olup bittiğini bildiğini gösteren bir konuşmadır.
Hz. Hızır hiçbir kararı kendi dilemesiyle yapmadığını en güzel şekilde
ifade etmektedir.
KEHF SURESİ'NDE HZ. ZÜLKARNEYN HAKKINDA ÖNEMLİ
BİLGİLER VERİLMİŞTİR
Sana (Ey Muhammed,) Zu'l-Karneyn hakkında
sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı
bilgiler) vereceğim. (Kehf Suresi,
83)
Ayette geçen "öğüt ve hatırlatma" ifadesi
son derece önemlidir. Çünkü tarih boyunca Hz. Zülkarneyn kıssası
çeşitli yorumcularca çok farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Ancak Allah Hz.Zülkarneyn kıssasının ilk ayetinde
bu kıssanın aktarılmasının hikmetlerinden bazılarını bizlere açıkça
bildirmektedir: Müminlere bir hatırlatma, öğüt verme ve hikmet bildirme...
Hz. Zülkarneyn güçlü bir
iktidara ve üstün bir ilme sahiptir
Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam
bir iktidar verdik ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik. O da,
bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 84-85)
Ayetlerden Hz. Zülkarneyn'in ülkesinde sorunların
yaşanmadığı, iktidarının çok sağlam, akılcı ve güçlü olduğu anlaşılmaktadır.
Allah ayette geçen, "ona
herşeyden bir yol (sebep) verdik" ifadesiyle
Hz. Zülkarneyn'e herşeye çözüm ve çare bulma gücü verdiğine dikkat
çekmektedir. Hz. Zülkarneyn çok akıllı, ferasetli ve basiret sahibi
bir mümindir. Allah'ın verdiği bu üstün özellikler sayesinde karmaşık
gibi gözüken her türlü soruna hemen çözüm bulmakta, aksaklıkları
gidermektedir.
Hz. Zülkarneyn’in batıya
yolculuğu
Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı
ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu, yanında bir kavim
gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba
uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin."
(Kehf Suresi, 86)

...güneşin battığı yere kadar ulaştı
ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu...
(Kehf Suresi, 86)
|
Hz. Zülkarneyn'in ilk önce batıya doğru gittiği anlaşılmaktadır.
Güneşin battığı yer olarak tarif edilen bu bölge, dünyanın en batı
noktası olabilir. Eğer Avrupa kıtası esas olarak alınırsa bu bölge,
Avrupa kıtasının en uç noktasını oluşturan İspanya ve Cebelitarik
Boğazı civarı olabilir. Afrika kıtası esas olarak alınırsa bu kez
de bu kıtanın en batıdaki noktaları olan Moritanya ve Senegal gibi
bölgelere işaret ettiği düşünülebilir. Ancak harita ölçü alındığında
en batı noktanın Afrika kıtasına işaret ediyor olması muhtemeldir.
(En doğrusunu Allah bilir).
Ayetlerde Hz. Zülkarneyn'in yöneldiği bu batı bölgesini
tarif ederken kullanılan bir diğer tanım ise "kara çamurlu
göze" ifadesidir. Bu ifadenin Arapçası "aynin hami'e"dir.
Bu ifadedeki "ayn" kelimesi "göz, pınar, çeşme, kaynak"
anlamlarına gelmektedir. "Hamie" kelimesi ise "siyah
çamur, balçık, bulanık, çamurlu" manalarındadır.
Güneşin deniz kenarında batışını uzaktan izleyen bir
kişi, güneşi denize giriyormuş gibi görür. Ya da dağın arkasından
güneş batarken, uzaktan bakıldığında sanki güneş dağa giriyormuş
gibi hissedilir. Bu kişinin bulunduğu yere ve bakış açısına bağlıdır.
Hz. Zülkarneyn ayette tarif edilen bölgeye ulaştığında
orada bir toplulukla karşılaşır. O topluluğa karşı nasıl davranması
gerektiğini ise Allah ona bildirir. Hz. Zülkarneyn'in vereceği karşılık
hukuki bir karşılıktır. Güzellikle ve iyilikle davranana güzel karşılık
verilirken, kötülüğü, zulmü ve isyanı yol edinenlere de ona göre
bir karşılık verilecektir. Bu karşılığın nasıl olacağı ise hakimin
yetkisindedir. Bu ifadeden Hz. Zülkarneyn'in devlet başkanlığı görevinin
yanı sıra hakimlik yetkisine de sahip olduğu anlaşılmaktadır. Hz.
Zülkarneyn, o dönemde mevcut olan ceza hukukuna göre ya hapis cezası,
ya gözaltı, ya da başka bir ceza uygulamaktadır.
Hz. Zülkarneyn sadece bir
devlet adamı ve hakim değil, aynı zamanda bir mürşittir
Dedi ki: "Kim zulmederse biz onu azablandıracağız,
sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırır.
Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir
karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz."
(Kehf Suresi, 87-88)
Hz. Zülkarneyn konuşmalarında hemen Allah'ı ve ahiret
gününü hatırlatmakta yani onlarla Müslümanca konuşmaktadır. Ayetlerde
geçen ifadelerden Hz. Zülkarneyn'in Müslüman bir idareci, devletinin
ise Müslüman bir devlet olduğu; tebası altındaki insanları eğittiği,
onlara Allah'ın rızasına uygun tarzda hükmettiği açıkça anlaşılmaktadır.
Hz. Zülkarneyn, karşılaştığı topluluğu hemen Allah'a
imana, samimiyete, Kuran'da bildirilen salih amelleri, ibadetleri
yerine getirmeye davet etmektedir. Bu kişileri teşvik etmek için
dünya ve ahiret hayatındaki karşılığa dikkat çekmekte, böylece onları
hidayete çağırmaktadır.
Hz. Zülkarneyn’in doğuya
yolculuğu
Sonra (yine) bir yol tuttu. Sonunda güneşin
doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için bir siper
kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. İşte böyle,
onun yanında "özü kapsayan bilgi olduğunu" (veya yanında
olup-biten her şeyi) biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
(Kehf Suresi, 89-91)

Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı...(Kehf
Suresi, 90)
|
Zülkarneyn ikinci kez yol tuttuğunda bu kez doğu tarafına
doğru gider. Ayette geçen bu ifade ile, muhtemelen yine haritaya
göre en doğudaki Kore, Çin ya da Kuzey Çin (Mançurya) gibi bölgelere
işaret ediliyor olabilir.
Ayetin devamında Hz. Zülkarneyn'in "kendileri
için bir siper kılmadığımız bir kavim" ile karşılaştığından
bahsedilmektedir. Ayette geçen siper kelimesinin Arapçası "sitren"dir
ve bu kelime "örtmek, gizlemek" anlamına gelen Arapça
"setere" fiilinden gelmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi
siper kelimesi bu ayette, "elbise ya da binadan müteşekkil
örtü" anlamında kullanılmaktadır.
Dolayısıyla söz konusu topluluk, içinde barınabilecekleri
bir evleri olmayan, düz bir arazide yaşayan, güneşten korunabilecekleri
barınakları, şemsiyeleri veya herhangi başka bir gereçleri bulunmayan,
dışarıda yaşayan göçebe bir topluluk olabilir. Geceleri çalışıp,
gündüzleri de yer altında bir sığınakta yaşıyor olabilirler. Aynı
zamanda giyecekleri olmayan, ilkel şartlarda, medeni olmayan bir
ortamda yaşayan bir topluluk olmaları da muhtemeldir.
91. ayette ise Hz. Zülkarneyn'in özü kapsayan bir
bilgiye sahip olduğundan bahsedilmektedir. Özü kapsayan bilgi ifadesinin
Arapçadaki karşılığı "hubr"dur. Ve bu kelime "bütün
incelikleri ve hakikati bilme" anlamında kullanılmaktadır.
Hz. Zülkarneyn’in üçüncü
yolculuğu
Sonra bir yol (daha) tuttu. İki seddin arasına
kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü
kavramayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi,
92-93)
Zülkarneyn üçüncü kez yol tuttuğunda
bu kez geri döner ve en doğu ile en batı arasında bir bölgeye ulaşır.
Burası, Himalayalar'da bir bölge olabilir. Nitekim Bediüzzaman Said
Nursi de aynı bölgelere işaret etmekte ve Hz. Zülkarneyn'in "...
Hind ve Çin'deki akvam-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için
o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı
ve o akvam-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mani olduğunu..."2
hatırlatmaktadır. Üstad'ın da belirttiği gibi bu iki set, iki dağ
silsilesi olabilir.
Ayette Hz. Zülkarneyn'in yeni gittiği bölgede karşılaştığı
topluluğun hemen hiçbir sözü kavramadıkları da ifade edilmektedir.
"Hiçbir söz" değil, "hemen hemen hiçbir söz"
denmesi, bu topluluğun farklı ve alışılmışın dışında bir dil konuştuğuna
işaret ediyor olabilir.
Ancak Hz. Zülkarneyn bu kavimle konuşabilmektedir.
Bu durumda Hz. Zülkarneyn ya özel bilgisiyle bu farklı dili anlayıp
konuşuyordur ya da yanında bulunan kişiler bu dili anlıyor olabilirler.
Bu ayet, Hz. Zülkarneyn'in yanında bu konularda bilgili özel bir
ekibi olduğuna işaret ediyor olabilir.
Ayetlerden ayrıca Hz. Zülkarneyn'in gittiği her yerde
sefalet, yoksulluk ve zayıf bırakılmışlık olduğu anlaşılmaktadır.
Batı tarafındaki topluluk da, doğudaki topluluk da ihtiyaç içindedir.
Doğudaki topluluk güneşten korunacak bir barınakları olmayacak kadar
büyük bir sefaletle iç içedir. İki setin arasındaki halk ise cehalet
içindedir, kültürel ve teknolojik açıdan gelişmemiştir. Ayrıca kendilerini
dış tehlikelerden korumaktan aciz bir topluluktur. Bu nedenle de
ülke büyük bir anarşi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hz. Zülkarneyn'den
yardım istemelerinin en önemli nedeni de işte bu yoksulluk, cehalet
ve kargaşa olabilir.
Hz. Zülkarneyn, kendisinden
yardım istenilen bir liderdir
Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten
Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar
arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?"
(Kehf Suresi, 94)
Ye'cüc ve Me'cüc'ün bozgunculukları nedeniyle zor
durumda olan bu kavim, Hz. Zülkarneyn'den kendilerine yardım etmesini
istemekte, bu yardımın karşılığında da ona vergi vermeyi teklif
etmektedirler. Buradan Hz. Zülkarneyn'in tek başına bir kişi olmadığı,
bir devleti yönettiği anlaşılmaktadır. Aynı Hz. Süleyman gibi Hz.
Zülkarneyn de devlet gücüne ve askeri güce sahiptir.
Ayette işaret edilen bir diğer konu da Hz. Zülkarneyn'in
yanında, önceki ayette işaret edilen dil uzmanları gibi, bayındırlık
ve imar konularından da anlayan bir ekip olduğudur. Hz. Zülkarneyn'in
bu konularla ilgilendiği, mimari ve imar teknolojisini iyi bildiği
de yapılan yardım talebinden anlaşılmaktadır. Hatta bu konulardaki
bilgisi ile tanındığı, meşhur olduğuna da ayetlerde işaret edilmektedir.
Onun bu ünü nedeniyle, diğer devletler kendisinden bu yönde bir
yardım istemektedirler. Tüm bu özellikleri, Hz. Zülkarneyn'in devletinin
gücünü ve çapını anlamak için de bir delil niteliğindedir.
Hz. Zülkarneyn'in hem batı tarafında hem de doğu tarafında
böyle büyük saygı görmesi ve etkili olması onun dünyaya hakim bir
devletin başında olduğunun göstergesi olabilir. Dolayısıyla ayetlerden
onun, yeryüzüne barış, adalet ve güvenlik getirmekle sorumlu olduğunu
bilen bir lider olduğunu anlıyoruz. Kendisini sadece kendi ülkesinden
değil, dünyanın her bölgesinden sorumlu hissetmektedir.
Hz. Zülkarneyn kıssasıyla ahir zamanda İslam ahlakının
da –aynı Hz. Zülkarneyn'de olduğu gibi- tüm dünyaya hakim olacağına
işaret edilmektedir.
Hz. Zülkarneyn yaptığı
yardım karşılığında hediye almamıştır
Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam
bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır.
Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında
sapasağlam bir engel kılayım." (Kehf
Suresi, 95)
Kuran'da peygamberlerin bu ahlakıyla ilgili başka
örnekler de bulunmaktadır. Hz. Zülkarneyn'in teklif edilen maddi
karşılığı kabul etmemesinin pek çok hikmeti olabilir. Bu hikmetlerden
biri alacağı bir yardımın karşı tarafta oluşturabileceği olumsuz
etkileri engellemek olabilir. Çünkü insanın maddi yardımda bulunduğu
bir kişiye karşı saygısında, itaatinde ve boyun eğiciliğinde azalma
olabilir. Bu, insan psikolojisinde olan bir ruh halidir. Ayette
böyle bir duruma mahal vermemek için, yapılan bir yardımın ücretsiz
ve ikram olarak yapılmasının önemine işaret edilmektedir. Hiç şüphesiz
böyle bir yardım hem sevgiyi, hem de bağlılığı daha çok artıracaktır.
Üstelik Hz. Zülkarneyn de tıpkı Hz. Süleyman gibi, ekonomisi ve
hazinesi çok güçlü bir devletin başındadır ve bu zengin devletin,
yaptığı yardıma bir karşılık beklemeye ihtiyacı yoktur.
Ancak Hz. Zülkarneyn, maddi karşılık almadığı bu kavmin,
yapacağı yardıma insan gücüyle destek olmalarını istemektedir. Böylece
kendi devletinin insan gücünü kullanmayı tercih etmemekte, yardım
ettiği kavmin yerel halkını görevlendirmekte, onlara çeşitli sorumluluklar
vermektedir. Bu şekilde, onlara sanatı ve bilimi öğretmekte, kültürel
ve teknolojik açıdan ilerlemelerini sağlamaktadır. Ayrıca atıl ve
boş duran insan gücünü harekete geçirmektedir. Böylece hem kendi
devletinin hazinesinden gereksiz harcama yapmamakta, hem de kendi
savunmalarında görevlendirmek suretiyle onları ülkelerine fayda
sağlar hale getirmektedir. Adalete, saygıya ve hakkaniyete dayanan
böyle bir ilişki hiç şüphesiz karşılıklı güveni ve halkın desteğini
kolaylıkla elde edebilir.
Hz. Zülkarneyn ileri bir
inşaat teknolojisi kullanmıştır
"Bana demir kütleleri getirin",
iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi.
Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki:
"Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran) dökeyim."
(Kehf Suresi, 96)
Ayette Hz. Zülkarneyn'in iki dağ arasındaki bu sağlam
engeli yaparken demir ve erimiş bakırı (bazı tefsircilere göre katranı)
kullandığı haber verilmektedir. Hz. Zülkarneyn, seti oluştururken
demir kütlelerini günümüzdeki köprü yapım teknolojisindeki yöntemle
kullanmış olabilir. Bunun için demirler uç uça getirilmiş, daha
sonra birleşme noktalarından kaynak yapılmış ve böylece büyük bir
set meydana getirilmiş olabilir. İki dağın arasında betonarme bir
köprü de yapmış olabilir. Bu köprüyü oluşturan demir kütlelerinin
arasına ilaveler yapıp, kaynakla birbirlerine yapışmalarını sağlamış
olabilir. Önce demirler çatılmış, sonra ya körükleme yoluyla ya
da erimiş bakırı (ya da katran) zamk gibi kullanarak demirleri birbirine
yapıştırmış olabilir. Demirleri birbirine yapıştıracak bu zamklama
için de bir oluk oluşturmuş ve bu oluktan erimiş haldeki bakırı
akıtmış olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).

Katran
|
Ayette "eritilmiş bakır" olarak çevrilen
ifadenin bir anlamı da "katran"dır. Katran, demiri nem
ve deniz suyundan korumak için kullanılan, çam ağacından ve maden
kömüründen elde edilen bir kaplama maddesidir. Hz. Zülkarneyn katranı,
oluşturduğu demirden yapının üzerine akıtmış ve bu sayede demirin
okside olup, paslanmasını engellemiş olabilir. Nitekim bugün modern
betonarme teknolojisiyle inşa edilen yapılarda da bu sistem aynen
kullanılmaktadır.
Hz. Zülkarneyn betonarme yapıyı oluşturmak için üzerine
katran akıtılmış olan demiri, kum, kireç, çakıl taşı ve sudan oluşturulan
bir harç malzemesi ile birleştirmiş olabilir. Böylece çok güçlü
ve kolay kolay yıkılmayacak bir set meydana getirmiş olabilir. Normal
şartlar altında kum ve kireçle yapılan bir harç kolaylıkla delinebilir.
Ancak bu harç demirle takviye edilince, delinmesi mümkün olmaz.
Bu yapı, delmek isteyenler açısından son derece caydırıcı olur.
Bu betonarme yapının üzerine uygulanan bir baskı sonucunda yıkılması,
zarar görmesi, üzerinde geçiş yapılacak bir delik açılması çok zordur.
Özellikle de ters veya düz çarpraz şeklinde dizilen demirlerle oluşturulan
bir betonarme yapının o zamanki şartlarda yıkılması Allah'ın dilemesi
dışında imkansızdır.
Hz. Zülkarneyn bu setin imarı sırasında günümüzde
yaygın bir şekilde kullanılan baraj teknolojisinden de faydalanmış
olabilir. Bu da farklı bir yöntemdir. Bunun için aralarında set
çekilecek olan iki dağ arasında bir baraj kurulması gerekmektedir.
Eğer bu baraj ters eğilimli olarak inşa edilirse, böyle bir durumda
bu setin geçilmesi de asla mümkün olmaz.
Hz. Zülkarneyn tarafından
yapılan set aşılamamıştır
Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye
güç yetirebildiler. Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir.
Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di
haktır." (Kehf Suresi, 97-98)
97. ayetteki ifade setin yüksek olduğuna bir işarettir.
Ayrıca o dönemin insanlarının bu seti delmeye güç yetirememeleri
ise setin dayanıklılığına dikkat çekmektedir. Bu dayanıklılık da
yine söz konusu setin yapımında, günümüzde tüm modern yapılarda
kullanılan betonarme teknolojisine benzer sistemle inşa edildiğinin
delillerinden olabilir.
Ayrıca 98. ayette bildirildiği üzere, Hz. Zülkarneyn'in
setin yapımını tamamladıktan sonra ilk hatırlattığı şey Allah'ın,
Rahman ve Rahim sıfatlarıdır. O, bu setin Allah'ın merhametinin
bir delili olduğunu ve Allah dilemedikçe böyle bir seti yapmayı
hiç kimsenin başaramayacağını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de
seti yapanın Rabbimiz olduğunu hemen hatırlatmakta, böylece insanların
bu başarıyı kendilerinden sanma gafletine düşmelerine engel olmak
istemektedir.
Kehf Suresi'nin 98. ayetinde Hz. Zülkarneyn'in inşa
ettiği bu güçlü setin kıyamete kadar baki kalacağı da haber verilmektedir.
Ayette geçen vaad kelimesi, bir sonraki ayetten de anlaşıldığı gibi
kıyameti ifade etmektedir. Bu ise, setin kıyamete kadar korunacağı
anlamına gelmektedir.
KEHF SURESİ'NDEKİ BAZI AYETLERİN
EBCED DEĞERLERİ GÜNÜMÜZE ÇOK YAKIN ZAMANLARA BAKMAKTADIR
Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı)
rabtetmiştik... (Kehf Suresi, 14)
HİCRİ: 1400 MİLADİ:1979
Dedi ki: Rabbimin beni kendisinde sağlam
bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç nimet ve imkan) daha hayırlıdır...
(Kehf Suresi, 95)
HİCRİ:1409, MİLADİ:1988 (Şeddesiz)
Gerçekten biz ona yeryüzünde sapasağlam bir
iktidar verdik... (Kehf Suresi, 84)
HİCRİ:1440, MİLADİ:2019 (Şeddeli)
Kehf Suresi'nde hicri 14. yüzyıl başına yani miladi
olarak 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başına bakan bir işaret
ise Kehf Suresi'nin sıra numarası ile ayet sayısının çarpımından
elde edilen 1980 rakamıdır. Bu rakam Hicri 14. asrın başlarına tekabül
etmektedir.
18. Sure Kehf Suresi 110 ayet
18 x 110 = 1980
Bediüzzaman Said Nursi de birçok sözünde ahir zamanın
başlangıcı olarak aynı tarihlere işaret etmiştir. Örneğin bir sözü
şu şekildedir:
“İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler
ki: "Ahiretin tafsilatını ders alan müteyakkız kalbli, keskin
nazarlı olan sahabelerin fikirleri niçin bin sene hakikatten uzak
olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevide bin dörtyüz sene
sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib zannetmişler?”
Üstad burada, sahabelerin yaşadığı dönemden "1400
sene sonra"sından bahsederek, ahir zamanın 1980'li yıllara
tekabül edeceğine işaret etmiştir. Burada ne 1373, ne 1378, ne de
1398 denmemiş, tam 1400 denmiştir. Yani Hicri 14. yüzyıl.
Kehf Suresi iman edenler için çok önemli bir müjde
içermektedir. Bu müjde, Peygamberimiz (sav)'in de hadislerinde bildirdiği,
kutlu bir dönem olan ahir zamanın yaklaşmasıdır. Kehf Suresi bu
açıdan bakıldığında, İslam'ın ahir zamanda geçireceği başlangıç,
gelişme ve Hz. İsa'nın gelişi ile birlikte sonuçlanacak olan hakimiyet
dönemlerine işaret etmektedir.

1. Muhammed B. Resul Al-Hüseyni,
Kıyamet Alametleri, Mütercim: Naim Erdoğan, 7. baskı, Pamuk Yayınları,
s. 155-156 
2. Bediüzzaman Said Nursi, 16. Lema, s. 101
|