
HZ. İSA ÖLDÜ DİYENLERİN
İÇİNE DÜŞTÜKLERİ YANILGI
z.
İsa'nın ölmeyip Allah Katına yükseltilmiş olduğu, Kuran'da
açıkça bildirilen, Hz. Muhammed (sav)'in hadislerinde de yer
alan bir gerçektir. Hıristiyanlar da Hz. İsa'nın Allah Katına
yükseltilmiş olduğuna inanırlar. Ancak onların bu inancında
Kuran'a mutabık olmayan tahrif edilmiş hususlar bulunmaktadır.
Bununla birlikte bazı Müslümanlar da, Hz. İsa'nın ölümü konusunda
yanlış düşüncelere sahiptirler. Bu yanlış inanca göre, Hz.
İsa ölmüştür ve tekrar yeryüzüne gelmeyecektir. Şüphesiz bu
aslı olmayan bir iddiadır ve Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği
gibi, böyle bir iddia ile ortaya çıkan kimseler, bu konuda
herhangi bir bilgiye sahip değildirler. İman eden bir insanın
bilgi sahibi olmadığı bir konunun peşinden gitmemesi ise Allah'ın
inananlara bir emridir:
Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme;
çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.
(İsra Suresi, 36)

Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O'nun
ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç şüphesiz
o zalimler kurtuluşa eremezler.
(Enam Suresi, 21)
Onlar, hem ondan
alıkoyarlar, hem kendileri kaçarlar. Onlar, yalnızca
kendi nefislerinden başkasını yıkıma uğratmazlar ama
şuurunda değildirler.
(Enam Suresi, 26) |
Bazı kimselerin bu yanlış inancın etkisi altında kalmalarının
nedeni, böyle bir iddiada bulunmanın veya böyle bir iddiaya
inanmanın ne anlama geldiğini tam olarak düşünmemeleri olabilir.
Ya da bunun kendilerine yükleyeceği sorumluluğu fark edememiş
olabilirler. Bizim de amacımız, bu yanılgıya düşmüş olanları
yermek değil, yanlış bir düşünce içinde olduklarını kendilerine
açıklamak ve hatalarından vazgeçmelerine aracı olabilmektir.
Hz. İsa'nın öldüğünü öne süren kimselerin, ne kadar ciddi
bir hata yaptıklarını anlamaları için, öne sürdükleri iddianın
ne anlama geldiğini çok iyi düşünmeleri gerekir. Allah, Kuran'da
inkarcıların Hz. İsa aleyhine kurdukları tuzaklarını bozduğunu
ve onu öldüremediklerini açık ve net bir şekilde bildirmektedir.
Rabbimiz'in Nisa Suresi'nin 157. ayetinde olduğu gibi, "Onu
öldürmediler ve onu asmadılar" şeklinde açıkça haber
verdiği bir gerçeği, göz ardı etmek büyük bir sorumluluktur.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, böyle bir iddiayı öne sürmek,
inkarcıların kutlu bir peygamber aleyhindeki planlarının başarıya
ulaştığını savunmak anlamına da gelmektedir. Oysa bu hiçbir
şekilde doğru değildir. İnkarcılar, Hz. İsa'yı öldürmeyi planlamış
ve bu planlarını gerçekleştirdiklerini düşünerek sevince kapılmışlardır.
Ancak tuzak kuranların en hayırlısı olan Allah, onların tuzaklarını
tam tersine çevirmiş, Hz. İsa'yı Kendi Katına yükselterek
onu öldürmelerini engellemiştir. Rabbimiz inkarcıları hüsrana
uğratmış, onların sevinç duyacakları bir olay hiçbir şekilde
gerçekleşmemiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bazı yorumlarda da, Hz. İsa'nın
inkarcılar tarafından öldürülmediği, ancak eceli gelerek öldüğü
söylenmektedir. Bu da doğru değildir. Bu yanılgıya göre, Allah,
Hz. İsa'nın canını inkarcılar kendisine ulaşmadan önce almıştır
ve Hz. İsa ölmüştür. Halbuki Kuran'daki ilgili ayetler bu
iddianın da doğru olmadığını açıkça göstermektedir.
Üstelik bu son derece yanlış bir mantıktır. Bu durumu şöyle
bir örnekle açıklayabiliriz: üç kişinin düşman oldukları birini
öldürmeyi planladıklarını düşünelim. Bu kişiye pusu kurup,
öldürmeyi planlamış olsunlar. Ve öldürmeyi düşündükleri insanın,
daha pusu yerine gelmeden henüz yolda iken kalp krizinden
öldüğünü varsayalım. Bu durumda pusuyu kuran kişiler her halükarda
hedeflerine ulaştıklarını düşünerek sevince kapılacaklardır.
Ya da düşman olduğu bir kişiyi öldürmek amacıyla onun evine
giden birini düşünelim.
Karşı tarafın kavga esnasında kendisine atılan yumruklardan
değil de balkondan düşerek öldüğünü kabul edelim. Söz konusu
kişinin ölmüş olması, bu insan için istediği neticeyi elde
etmesi anlamına gelecektir. Benzer bir örnek Hz. İsa'nın durumu
için de düşünülebilir. İnkarcılar Hz. İsa aleyhine bir tuzak
kurmuşlardır. Tuzağın amacı, Hz. İsa'nın ölmesidir. Oysa Allah,
Hz. İsa'ya kurulan tuzağın bozulacağını bildirmiştir. Eğer
Hz. İsa'nın ölümü herhangi bir şekilde gerçekleşirse, bu,
inkar edenlerin kurdukları tuzağın onların istediği gibi neticelenmesi
anlamına gelir, ki bu mümkün değildir. Hz. İsa, hiçbir şekilde
ölmemiştir ve öldürülmemiştir. Eğer böyle bir durum gerçekleşmiş
olsaydı, bu Kuran'da bildirilirdi. Oysa Hz. İsa Allah Katına
yükseltilmiştir. Allah'ın emri ile ikinci kez yeryüzüne gelecek,
gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacaktır. Ve Hz. İsa'nın
ölümü, ikinci kez dünyaya geldikten ve bir süre yaşadıktan
sonra olacaktır. (En doğrusunu Allah bilir.)
Bazı kimseler ise, Hz. İsa'nın inkarcıların kurduğu tuzaktan
korunduğunu ancak bir müddet yaşadıktan sonra öldüğünü öne
sürmektedirler. Bu iddia, hiçbir makul dayanağı olmadığı gibi,
pek çok cevapsız soruyu da beraberinde getirmektedir. Söz
konusu kimselerin bu sorulara mantıklı bir açıklama getirebilmeleri
mümkün değildir. Hz. İsa yaşadığı dönemde, Allah'ın takdiriyle,
aniden kaybolmuş, kendisini bir daha gören ve kendisiyle konuşan
olmamıştır. Bu olağanüstü bir durumdur. Eğer, bu kişilerin
öne sürdüğü gibi Hz. İsa bir müddet daha yaşadıysa, bu takdirde
kendisini görenlerin, onunla konuşup sohbet edenlerin tanıklıklarının
olması gerekir. Ama böyle bir bilgi yoktur. Halk arasına hiç
karışmadan, tek bir kişiyle bile görüşmeden, hiç kimseyle
konuşmadan, kimseye tebliğ yapmadan yaşamış olmasının mümkün
olamayacağı açıktır.
Unutmamak gerekir ki, Hz. İsa ile ilgili Kuran'da yer alan
bilgilerin veya açıklamaların benzeri diğer peygamberler için
bildirilmemiştir. Hiçbir peygamberin ölümü anlatılırken teveffi
kelimesi kullanılmamıştır. Hiçbir peygamber için "...
Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..."
(Maide Suresi, 110) şeklinde üç İlahi kitabın da kendisine
öğretildiği bildirilmemiştir. Hiçbir peygamber için, "O
kıyamet için bir ilim (alamet)dir" (Zuhruf Suresi,
61) buyrulmamıştır. Hiçbir peygamber için Hz. İsa'nın yükseltilmesi
anlamında bir yükseltilmeden haber verilmemiştir. Hiçbir peygamber
için, kendisine inananların kıyamete kadar üstün gelecekleri
söylenmemiştir. Hiçbir peygamber için ölmeden önce kendisine
inanmayacak kimsenin kalmayacağı bildirilmemiştir. Tüm bunlar,
Allah'ın Hz. İsa için özel bir kader takdir ettiğini ve bu
kadere uygun olarak Hz. İsa'nın Allah Katında diri olduğunu
ve yeniden dünyaya geleceğini gösteren önemli delillerdir.
(En doğrusunu Allah bilir.)

Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular
olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde
kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık
onlar için korku yoktur, onlar
mahzun da olmayacaklardır.
(Enam Suresi, 48)
Andolsun, Biz her ümmete:
"Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının"
(diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle,
onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin
üzerine sapıklık hak oldu... (Nahl Suresi, 36) |
İnkarcıların Hz. İsa'ya kurdukları tuzağın bozulması, Hz.
İsa'nın diri olarak bedeni ve ruhuyla birlikte Allah Katına
yükseltilmesi, büyük bir mucizedir. Allah, tarih boyunca peygamberlerinden
dilediklerini çeşitli mucizeler ile desteklemiştir. Hz. Muhammed
(sav)'e hak kitap olan Kuran-ı Kerim'i indirmiştir. Ayrıca,
Hz. Muhammed (sav)'in bir gecede, Allah'ın dilemesiyle, Mescid-i
Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürülmesi (İsra Suresi, 1) ve
müminlerin güvenlik için Mescid-i Haram'a gireceklerinin önceden
kendisine haber verilmiş olması (Fetih Suresi, 27) da Rabbimiz'in
Hz. Muhammed (sav)'e nasip ettiği mucizelerin bazılarıdır.
Hz. Musa'nın asasının bir yılan olup Firavun'un büyücülerinin
tuzaklarını yok etmesi, elinin bakanlara bembeyaz görünmesi,
Firavun ve orduları tarafından takip edilen Hz. Musa ve kavminin
önünde Kızıldeniz'in ikiye yarılması; Hz. İsa'nın babasız
olarak dünyaya gelmesi, beşikte iken insanlarla konuşması,
ölüleri diriltmesi, cüzzamlıları iyileştirmesi; Hz. İbrahim'in
ateşe atıldığında ateşin onun için serinlik kılınması da Allah'ın
takdiriyle gerçekleşen mucizelerdir.
Müminler Rabbimiz'in gösterdiği mucizelere inanırlar ve bu
mucizeler, onların imani şevklerinin artmasına vesile olur.
Samimi olarak iman eden bir kimsenin tüm peygamberlerin mucizelerine
ve Hz. İsa'nın Allah'ın dilemesiyle gerçekleştirdiği diğer
mucizelerine nasıl iman ediyorsa, Hz. İsa'nın Allah Katına
mucizevi bir şekilde yükseltilmiş olmasına da aynı şekilde
iman etmesi gerekir.
Tüm bunların yanı sıra, Hz. İsa'nın öldüğü iddiasında bulunan
kimselerin, Allah'ın izniyle, Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez
geldiğinde yaşayacakları mahcubiyeti de göz önünde bulundurmaları
gerekir. Kuran'da ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde
Hz. İsa'nın gelişi ile ilgili bildirilen alametlerin pek çoğu
gerçekleşmiş durumdadır. Bu da, bu kutlu misafirin geliş tarihinin
çok yaklaştığını bizlere müjdelemektedir. (En doğrusunu Allah
bilir.) Böyle bir durumda müminlerin, bu olayın heyecanını,
şevkini ve sevincini yaşamaları, Allah'ın peygamberini karşılamak
için en güzel hazırlığı yapmak konusunda birbirleri ile yarışmaları
lazımdır. Dolayısıyla, çeşitli nedenlerle söz konusu yanlış
inanca kapılmış olanların, ön yargılarını bir kenara bırakarak,
vicdanları ile bir kez daha düşünmeleri gerekir. İnanıyoruz
ki, vicdanlarına başvurdukları ve Kuran'da konuyla ilgili
ayetleri detaylı olarak tekrar incelediklerinde, onlar da
doğruyu görecek ve bu yanılgılarından kurtulacaklardır.
Buna rağmen bilgi eksikliği veya yanlış bilgilendirme nedeniyle
böyle bir yanılgıya kapılmış olan kimselerin, öne sürdükleri
sözde delilleri incelemek, bu asılsız iddianın yanlışlığının
bir kez daha gösterilmesi açısından gereklidir.
İddia I ve Açıklaması
Hz. İsa'nın öldüğünü iddia eden kimselerin sözde delil olarak
öne sürdükleri açıklamalardan biri Maide Suresi'nin 117. ayetinde
geçen "... Beni vefat ettirdiğinde (teveffeyteni)
üzerlerindeki gözetleyici Sendin..." ifadesidir.
Ayette yer alan "vefat ettirmek" kelimeleri bu kişiler tarafından,
biyolojik bir ölüm olarak algılanmakta ve Hz. İsa'nın ölmüş
olduğuna sözde bir delil olarak kullanılmaktadır. Oysa bu
doğru değildir. Vefat ettirmenin, her zaman biyolojik olarak
insanın ölümü manasında kullanılmadığını önceki bölümlerde
İslam alimlerinin yorumları ışığında incelemiştik. Bu delilleri
bir kez daha hatırlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca, ayette
Hz. İsa'nın öldüğünün ifade edilmediğinin, tam tersine diri
olarak Allah Katına alındığının başka delilleri de vardır.
Tüm bu deliller şu şekildedir:
1. Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme
edilen kelimeyle, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde kullanılan
kelime aynıdır, yani her iki ayette de "teveffa" kelimesi
geçmektedir. Daha önce, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetini
incelerken de açıkladığımız gibi, "vefat" kelimesinin Arapça
karşılığı Türkçede kullanılan ölüm anlamından farklı anlamlar
taşımaktadır. Kuran'da "teveffa" kelimesinin hangi anlamlarda
kullanıldığı incelendiğinde, konu daha iyi anlaşılacaktır.
Daha önce konuyla ilgili olarak Zümer Suresi'nin 42. ayetini
incelemiştik. Teveffa kelimesinin ne anlamda kullanıldığını
gösteren bir diğer ayet ise Enam Suresi'nin 60. ayetidir:
Sizi geceleyin vefat ettiren (teveffakum)
ve gündüzün "güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen,
sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten
O'dur... (Enam Suresi, 60)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah uyuyan insanın canını
almaktadır, ama bu haliyle insan bildiğimiz manada ölmüş olmaz.
Yalnızca geçici bir süre için ruhu bedeninden ayrılmış farklı
bir boyuta girmiş olur. Uyanacağı zaman ise tekrar ruhu bedenine
iade edilir. Eğer bu, biyolojik ölüm olarak açıklanırsa, bu
durumda Hz. İsa'nın yaşadığı süre boyunca her gece ölmüş olması
gerekir. Aynı şekilde tüm insanlığın da her gece öldüğünü
kabul etmek lazımdır. Oysa, kast edilen anlam, biyolojik manada
bir ölüm değildir.
Teveffa kelimesinin, uyku manasında kullanıldığını söyleyenlere
göre -ki çoğunluk bu görüştedir- ayetin tefsiri "Seni uyutacağım"
şeklindedir. Sonuç olarak Hz. İsa'nın uykudakine benzer bir
duruma sokularak Allah Katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz
ölüm olmadığını, sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz.
(En doğrusunu Allah bilir.)
Çağdaş İslam alimlerinden Muhammed Halil Herras, konuyla
ilgili olarak şu yorumda bulunmaktadır:
Bu ayette geçen "teveffi" kelimesi ölüm
manasında değil, uyutma manasındadır. Şayet ölüm manasını
kabul edeceksek, o zaman Hz. İsa'nın Allah Katına ölü olarak
yükseltilmesinin bir açıklaması olmaz. Yine teveffi kelimesi
ölüm anlamında kullanılırsa, "Hz. İsa'nın Yahudilerden
kurtarılma ve temizlenme" müjdesinin de bir manası kalmaz,
üstelik Allah onu öldürerek Yahudilere yardım etmiş olurdu.
(Allah'ı tenzih ederiz.) Ayrıca Al-i İmran Suresi'nin 54.
ayetindeki Allah'ın mekrini (tuzağını) nasıl anlayacağız?
Yahudiler öldürmeden önce, Allah'ın Hz. İsa'yı öldürmesi
onun mekrine (tuzağına) sığmaz. Gerçek mekr (tuzak) odur
ki, Allah Hz. İsa'yı diri olarak Kendi Katına yükseltecek,
Hz. İsa ahir zamanda inecektir...72
Aynı şekilde Elmalılı Hamdi Yazır da Maide Suresi'nin 117.
ayetini tefsir ederken, Al-i İmran Suresi 55. ayette geçen
"müteveffi" kelimesine dikkat çekmiş ve bu kelimenin her iki
ayette de aynı anlamda kullanıldığını ifade etmiştir. Elmalılı
tefsirinde şu açıklama yer almaktadır:
... Fakat ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin,
içlerinden aldın, kaldırdın.73
Yani, bu ayette geçen "beni vefat ettirdiğinde" ifadesi,
Hz. İsa'nın biyolojik olarak bilinen anlamda öldüğüne değil,
Allah Katına yükseltildiğine, uykuya benzer bir duruma sokularak
bu boyuttan alındığına işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah
bilir.)
2. Bazı kimseler, Maide Suresi'nin 116.
ve 117. ayetlerinde bildirilen haberleri yanlış yorumlamakta,
bu nedenle de konuyla ilgili olarak birtakım yanılgılara kapılmaktadırlar.
Oysa bu ayetler, sonraki ayetler ve İslam alimlerinin ve müfessirlerin
konuyla ilgili açıklamaları doğrultusunda incelendiğinde,
bu kişilerin yanılgıya düştükleri açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Maide Suresi'nin 116. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
Allah: "Ey Meryem oğlu İsa, insanlara,
beni ve annemi Allah'ı bırakarak iki ilah edinin, diye sen
mi söyledin?" dediğinde: "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan
bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka
Sen onu bilmişsindir. Sen bende olanı bilirsin, ama ben
Sende olanı bilmem. Gerçekten, görünmeyenleri (gaybleri)
bilen Sensin Sen." (Maide Suresi, 116)
Söz konusu kişiler, Allah'ın Hz. İsa'ya sormuş olduğu bu
sorunun, Hz. İsa'nın öldüğünü haber verdiğini iddia etmektedirler.
Oysa bu ayette bildirilen ifade, ahiret gününde Rabbimiz'in
Hz. İsa Mesih'le konuşmasıdır. Ayetin sonrasında yer alan
diğer ayetler incelendiğinde, bu, açıkça görülmektedir:
Ben onlara bana emrettiklerinin dışında
hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim,
sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde
kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Beni
vefat ettirdiğinde, üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen
herşeyin üzerine şahid olansın." (Maide Suresi, 117)
"Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz
onlar Senin kullarındır, eğer onları bağışlarsan, şüphesiz
Aziz olan, Hakim olan Sensin Sen." (Maide Suresi, 118)
Allah dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin
yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları,
altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan
razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük
'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
Ayrıca, Kuran'da ahiret gününe dair verilen başka haberler
de vardır. Ebu Leheb'in henüz hayattayken, cehenneme girecek
olmasını Rabbimiz'in haber vermesi bunun örneklerinden biridir.
Ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.
Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı. Alevi
olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı ve boynuna
bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (Mesed Suresi, 1-5)
Benzer bir şekilde, Kuran'da ahiret gününde Allah'ın insanları
hesaba çektiği ve cehennem bekçilerinin, azabı hak eden insanlarla
konuştuğu da bildirilmektedir.
Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size
ayetlerimi aktarıp-okuyan ve size bu karşı karşıya geldiğiniz
gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar:
"Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı
onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi
nefislerine karşı şehadet ettiler. (Enam Suresi, 130)
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk
edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı
ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in
ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip)
sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler.
Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. (Zümer
Suresi, 71)
Görüldüğü gibi Allah Kuran'da ahirette yapılan çeşitli konuşmalardan
örnekler vermektedir. Hz. İsa'nın ayette bildirilen konuşması
da, ikinci kez yeryüzüne gelip öldükten sonra ahirette Rabbimiz'in
kendisi ile yapacağı konuşmadır.
Hıristiyanlar, Hz. İsa'yı ilahlaştırarak (Allah'ı tenzih
ederiz) büyük bir sapkınlığa düşmüşlerdir. Bu sapkın inanca
sahip olanlar, ahiret gününde Rabbimiz'in huzurunda hesap
verecekler, Hz. İsa da onların hak dinden saptıklarına şahitlik
edecektir. Ayetlerde Hz. İsa'nın bu şahitliği haber verilmektedir.
Çünkü Hz. İsa kavmine, diğer tüm peygamberler gibi, Allah'a
bir ve tek olarak iman etmeyi, sadece O'na kullukta bulunmayı
tebliğ etmiştir. Hz. İsa'nın bu şahitliğinin ahiret gününde
olacağı, yani yukarıda bildirilen ayetlerin hesap gününe dair
bir haber olduğu, Maide Suresi'nin 119. ayetinden de anlaşılmaktadır.
Ayette bildirilen, "Bu, doğrulara doğru söylemelerinin
yarar sağladığı gündür." açıklaması buna işaret etmektedir.
Görüldüğü gibi, söz konusu ayetlerde geçmişe dair değil,
geleceğe yönelik bir anlatım vardır. "... Beni vefat
ettirdiğinde..." şeklinde ayette yer alan cümlede
de, Hz. İsa'nın geçmişte öldüğü şeklinde tefsir edilebilecek
hiçbir işaret yoktur. Diğer bir deyişle, bu ayette bildirilen
ifadenin Hz. İsa'nın daha önce ölmüş olduğunu gösteren bir
delil olarak kullanılması mümkün değildir.

Ey Kitap Ehli, elçilerin arası kesildiği dönemde: "Bize
müjdeci de, bir uyarıcı da gelmedi" demenize (fırsat
kalmasın) diye size apaçık anlatan elçimiz geldi. Böylece
müjdeci de, uyarıcı da gelmiştir artık. Allah herşeye
güç yetirendir.
(Maide Suresi, 19)
|
Diğer
yandan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğu da, ayette yer alan
bilginin -daha önce de vurguladığımız gibi- Hz. İsa'nın ölmesi
anlamında değil, Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi anlamında
kullanıldığı konusunda hemfikirdirler. Örneğin İslam alimi
Fahruddin Razi, ayette bildirilen anlamın "Hz. İsa'nın göğe
çekilmesi" olduğunu açıklamaktadır.74
Aynı şekilde, İbn Kesir, "bu ayetin Hz. İsa'nın ölümüne işaret
etmediğini, kıyamet gününde gerçekleşecek bir muhaverreyi
(konuşma) anlattığını ve ayette bilinen anlamda ölüm kelimesinin
kullanılmadığını" söylemektedir.75 Mevkifü'l
Akl adlı eserde ise Şeyhülislam Mustafa Sabri, ayeti
şu şekilde tefsir etmektedir: "Sen beni aralarından çekip
aldın ve yeryüzünde ilişkimi sona erdirdin." Bu tefsirle birlikte
Mustafa Sabri konuyu şöyle açıklamaktadır; "Bu, Katına yükseltmek
suretiyle almaktır, yoksa öldürmek değildir." Hasan Basri
Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen ve Sabuni gibi çağdaş müfessirler
de, ayette geçen "vefat ettirmek" kelimelerinin, "Sen beni
içlerinden (Kendine çekip) semaya kaldırdın" manasına geldiğini
söylemişlerdir.76
İddia II ve Açıklaması
Kitabın önceki bölümlerinde detaylı olarak incelediğimiz
gibi Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi, Hz. İsa'nın ölmemiş
olduğunu gösteren önemli delillerden biridir. Ancak, bu konu
bazı kimseler tarafından yanlış yorumlanmaktadır. Bu yanlış
yorumların temelinde, söz konusu kimselerin Hz. İsa'nın yükseltilmesini
bizim bağımlı olduğumuz zaman ve mekan kavramları ile değerlendirmeye
kalkışmaları yer almaktadır. Bu da, onların Hz. İsa'nın fiziksel
olarak bilinen anlamda gökyüzünde olduğu gibi sapkın bir kanaate
kapılmalarına, bu kanaatleri nedeniyle de Hz. İsa'nın Allah
Katına yükseltildiği gerçeğini tamamen reddetmelerine sebep
olmaktadır. Oysa, bu son derece yanlış bir düşüncedir. Öncelikle,
Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi ile kasıt, Hz. İsa'nın
bilinen anlamda gökyüzünde yaşamaya başlaması değildir. Hz.
İsa'nın yükseltilmesinden kasıt, Allah'ın Hz. İsa'yı zamandan
ve mekandan bağımsız ayrı bir boyuta almasıdır. (En doğrusunu
Allah bilir.)
İnsanlar zaman ve mekanla sınırlı bir boyutta yaşarlar ve
yalnızca bu boyutun sınırları içerisinde, Allah'ın takdir
ettiği kadarıyla ve O'nun dilediği şekilde, olayları algılar
ve kavrarlar. Ancak Kuran'ın pek çok ayetinde, insanların
bildikleri boyutların dışında boyutların da var olduğu bildirilmiştir.
Örneğin melekler ve cinler, bizim bildiğimiz ve algılayabildiğimiz
boyutun dışında bir boyuttadırlar. Ve Rabbimiz dilediği takdirde,
melekler ve cinler kendilerinin bulunduğu boyuttan insanların
bulunduğu boyuta geçebilmektedirler. Kuran'da, diğer boyutların
varlığına işaret eden ayetler incelendiğinde bu konu daha
iyi anlaşılacaktır.
1. Allah Alemlerin Rabbidir
Allah'ın Kuran'da bildirilen sıfatlarından biri de "alemlerin
Rabbi" olmasıdır. Bu, insanların bildiği ve yaşadığı dışında
başka alemlerin de olduğuna işaret etmektedir. (En doğrusunu
Allah bilir.) Allah, bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz, kavrayabildiğimiz
ve kavrayamadığımız tüm alemlerin Yaratıcısı ve Rabbi'dir.
Kuran'da "alemlerin Rabbi" ifadesinin yer aldığı bazı ayetler
şu şekildedir:
Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum;
ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. (Şuara
Suresi, 109)
Gerçekten o (Kur'an), alemlerin Rabbinin
(bir) indirmesidir. (Şuara Suresi, 192)
Oraya gittiğinde, kendisine seslenildi:
"Ateş (yerin)de olanlar da, çevresinde bulunanlar da kutlu
kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah Yücedir.
(Neml Suresi, 8)
Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki
vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: "Ey Musa, alemlerin
Rabbi olan Allah Benim;" diye seslenildi. (Kasas Suresi,
30)
Kendisinde şüphe olmayan bu Kitab'ın indirilişi
alemlerin Rabbi tarafındandır. (Secde Suresi, 2)
Melekleri de arşın etrafını çevirmişler
olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında
hak ile hüküm verilmiştir ve: "alemlerin Rabbine hamd
olsun" denilmiştir. (Zümer Suresi, 75)
2. Şehitler İnsanların Bilmediği Bir Boyutta Yaşamaktadırlar
Kuran'da,
insanların bildiği boyutun dışında başka boyutların olduğuna
işaret eden ayetlerden bir diğeri de şehitlerin makamının
ve konumunun bildirildiği ayetlerdir. Bu ayetlerden birinde
şu şekilde buyurulmaktadır:
Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"
demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda
değilsiniz. (Bakara Suresi, 154)
Allah, şehit olanları -dünyada bilinen anlamıyla ölmüş görünmelerine
rağmen- ölüler olarak adlandırmamamızı bildirmiştir. Ayette,
şehitlerin ölü değil diri oldukları, ancak bunun ne şekilde
olduğunun insanlar tarafından tam anlamıyla kavranamayacağı
haber verilmiştir. Ayette bildirilen "... Fakat siz
şuurunda değilsiniz." ifadesi de, insanların bu konumu
bilmediklerinin ve dünya koşullarında anlayamayacaklarının
işaretidir. (En doğrusunu Allah bilir.) Şehitlerin konumunu
bildiren başka ayetlerde ise, zaman ve mekanın olmadığı, daha
farklı bir boyutta Allah'ın onlar için yaşam takdir ettiği
şu şekilde bildirilmektedir:
Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler'
saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.
Allah'ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler.
Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler
ki, onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir.
Onlar, Allah'tan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten
Allah'ın mü'minlerin ecrini boşa çıkarmadığını müjdelemektedirler.
(Al-i İmran Suresi, 169-171)
Görüldüğü gibi şehitler, insanlar tarafından bilinmeyen bir
boyutta yaşamaktadırlar. O boyutta rızıklanmakta, sevinç duymakta,
kendilerinden sonra gelenlere müjde vermek istemektedirler.
Bu durumda özünü kavrayamadıkları için Hz. İsa'nın Allah Katına
yükseltilmiş olmasıyla ilgili yersiz şüphe ve tereddüte kapılanların,
şehitlerin yaşatıldıkları boyuttan da şüphe duymaları gerekir.
Oysa, bundan şüphe duymayı gerektirecek hiçbir delilleri yoktur.
Öte yandan, tıpkı şehitlerin, meleklerin, cinlerin olduğu
gibi Hz. İsa'nın da insanların bildiğinden farklı bir boyutta
yaşadığının ve Allah dilediğinde, tekrar yeryüzüne döneceğinin
onlarca açık delili vardır. Allah Hz. İsa'yı Kendi Katına
almıştır ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, tekrar
yeryüzüne -zaman ve mekanın olduğu boyuta- dönecektir. (En
doğrusunu Allah bilir.)
3. Melekler Bulundukları Boyuttan Yeryüzüne İnmekte
ve Tekrar Allah Katına Çıkmaktadırlar
Meleklerin varlığına inanmak, imanın temel esaslarından biridir.
Allah, Kuran'da meleklerle ilgili çeşitli bilgiler vermiştir.
Melekler, sürekli Allah'ı anıp yücelten, Rabbimiz'in kendileri
için belirlediği görevi tam ve eksiksiz olarak yerine getiren,
Allah'a gönülden teslim olmuş varlıklardır. İnsanların bildiği
zaman ve mekan boyutundan farklı bir boyutta yaşarlar. Meleklerin
yaşadığı boyutun, bizim bildiğimiz kavramların dışında olduğuna
işaret eden bir ayet şu şekildedir:
(Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah'tandır.
Melekler ve Ruh (Cebrail), O'na, süresi elli bin yıl olan
bir günde çıkabilmektedir. (Mearic Suresi, 3-4)
Ayette bildirilen "elli bin yıl olan bir gün" ifadesi, meleklerin
bizim sınırlı olduğumuz zaman kavramı ile sınırlı olmadıklarını
göstermektedir. Ayrıca insanın bildiği zaman kavramının ötesinde
bir yaşam daha olduğunun ve bu yaşamın dünyadakine benzer
bir zaman veya mekan kavramına bağımlı olmadığının delillerinden
biridir. Hz. İsa'nın da böyle bir boyutta yaşıyor olması mümkündür.
(En doğrusunu Allah bilir.)

Ki O, elçilerini hidayetle ve hak din ile, diğer bütün
dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi.
Şahid olarak Allah yeter.
(Fetih Suresi, 28)
|
Meleklerin, Allah'ın dilediği vakitte takdir ettiği bir iş
için dünyaya geliyor olmaları ise, diğer boyutlardan bizim
boyutumuza geçişin Rabbimiz'in izin vermesiyle mümkün olduğunu
göstermektedir. Kuran'da meleklerin, kimi zaman Allah'ın insanlara
vahyini iletmek, kimi zaman da müminlere yardım etmek ve onlara
destek olmak için Allah'ın izniyle yeryüzüne indikleri bildirilmektedir:
Sen müminlere: "Rabbiniz'in size meleklerden
indirilmiş üç bin kişiyle yardım iletmesi size yetmez mi?"
diyordun. (Al-i İmran Suresi, 124)
Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden
olan ruh ile indirir: "Ben'den başka İlah yoktur, şu halde
Ben'den korkup-sakının" diye uyarın. (Nahl Suresi, 2)
Bir başka ayette ise meleklerin Allah'ın takdir edeceği farklı
görevler için de yeryüzüne inebildikleri haber verilmiştir:
Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle
her bir iş için inerler. (Kadir Suresi, 4)
Ayrıca, Kuran'da Hz. İbrahim'e ve Hz. Lut'a meleklerin elçiler
olarak gelip kavimlerine gelecek azabı haber verdikleri; Hz.
Zekeriya'ya gelip onu bir çocuk ile müjdeledikleri; Hz. Meryem'e
gelip kendisinin seçkin kılındığını ve Hz. İsa'nın doğumunu
haber verdikleri bildirilmektedir. Kuran-ı Kerim'in Peygamberimiz
Hz. Muhammed (sav)'e Cebrail aracılığı ile vahyedilişi ve
Efendimiz (sav)'in Cebrail'i görüşü ise şu şekilde anlatılmaktadır:
Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin)
bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Ki o,) Görünümüyle
çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu. O, en yüksek
bir ufuktaydı. Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi. Nitekim
(ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha
yakınlaştı. Böylece O'nun kuluna vahyettiğini vahyetti.
Onun gördüğünü gönül yalanlamadı. Yine de siz gördüğü (şey)
üzerinde onunla tartışacak mısınız? Andolsun, onu bir de
diğer inişte görmüştü. Sidretü'l-Münteha'nın yanında. Ki
Cennetü'l-Me'va onun yanındadır. Sidreyi örten örtmekte
iken, göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı. Andolsun, o,
Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü. (Necm Suresi,
5-18)

…Sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve
gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz,
öğrenmeniz için.
(Talak Suresi, 12)
|
Görüldüğü gibi melekler, Allah'ın dilemesiyle çeşitli dönemlerde
yeryüzüne inmekte ve tekrar Allah Katına çıkmaktadırlar. Ancak
onların Allah Katına çıkıyor olmaları, elbette dünyada bizim
bildiğimiz kavramlara göre yok olmaları anlamına gelmemektedir.
Sadece başka bir boyuta geçmekte, bizim kavrayışımız dışında
yaşamlarına devam etmektedirler. Benzer bir şekilde Hz. İsa'nın
Allah Katına alınmış olması da, öldüğü anlamına gelmez. Nitekim,
pek çok ayette Hz. İsa'nın ölmediği açık olarak bildirilmekte,
hadislerle de bu gerçek bir kez daha teyid edilmektedir. Hz.
İsa da bizim kavrayamadığımız bir boyutta diridir. Ayrıca,
meleklerin iki boyut arasında, Allah'ın dilemesiyle, hareket
ediyor olmaları, Rabbimiz dilediği takdirde bunun çok kolay
olduğunu göstermektedir. Hz. İsa da, Allah'ın takdir ettiği
vakit geldiğinde, yeryüzüne geri dönecek ve Rabbimiz'in elçisi
olarak insanları gerçek din ahlakına davet edecektir. (En
doğrusunu Allah bilir.)
Tüm bu deliller, Allah'ın gücünü ve kudretini gereği gibi
takdir edemedikleri için Hz. İsa'nın ölmediği ve yeryüzüne
geri döneceği gerçeğini reddetmeye çalışan kimselerin, büyük
bir yanılgı içinde olduklarının göstergesidir. Unutmamak gerekir
ki, Allah üstün güç ve kudret sahibi, herşeye kadir olandır.
Dilediğini dilediği şekilde yaratır. İlmi sonsuzdur. İnsanın
sahibi olduğu her türlü bilgi ise, Allah'ın takdir ettiği
kadarıyla sınırlıdır. İnsan bir olayı, bu olayın ne şekilde
gerçekleştiğini ve hikmetlerini ancak Allah'ın dilediği ölçüde
kavrayabilir. Hz. İsa'nın inkarcılardan kurtarılıp Allah Katına
alınması da, insanların ne şekilde meydana geldiğini tam olarak
kavrayamadıkları olaylardan biri olabilir. İnkar edenler Hz.
İsa'yı öldürmek için geldiklerinde büyük bir mucize gerçekleşmiştir.
Mucizeler, iman edenlerin imanlarını güçlendiren, iman etmeyen
bazı insanların imanlarına vesile olan harikalardır. Müminler
şahit oldukları her mucizede, Allah'a yönelip döner, O'nun
üstün gücünü tesbih ederler. Allah'a duydukları saygı dolu
korku, içli sevgi daha da güçlenir, şevkleri ve heyecanları
artar. Hz. İsa'nın inkarcıların tuzaklarından korunup, bedeni
ve ruhuyla birlikte bu boyuttan ayrılması da, müminlere heyecan
veren mucizelerden biridir. Allah'ın belirlediği süre geldiğinde,
büyük bir mucize daha gerçekleşecek ve Hz. İsa dünyaya geri
dönecektir. Bu gerçek, ayetlerle ve hadislerle müjdelenmiştir
ve tüm iman edenlerin üzerinde düşünmesi gereken bir harikadır.
Kuran'da Yer Alan Diğer İşari Anlatımlar
Bu konunun başında da belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'nın Allah
Katına yükseltilmiş olmasını kavrayamayan kimselerin yaptıkları
en önemli hatalardan biri Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh
olduğu gerçeğini gereği gibi düşünmemeleridir. Oysa Kuran'da
önceki satırlarda yer verdiğimiz gibi, insanların bildiği
ve şahit olduğu boyutlar dışında boyutların olduğuna dair
pek çok delil vardır. Bazı ayetlerde ise işari anlatımlar
yer almaktadır. Bu işari anlatımlar da, Hz. İsa'nın Allah
Katına yükselişi konusunun Kuran'daki delillerini anlamak
açısından önemlidir. Örneğin, Bakara Suresi'nin 210. ayetinde
Rabbimiz, "bütün işlerin Kendisi'ne döndürüldüğünü" bildirmektedir:
Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın
(azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin
gerçekleşmesini mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a
döner. (Bakara Suresi, 210)
Bir başka ayette ise, tüm işlerin insanların zaman kavramına
göre "bin yıl süreli bir günde" Allah'a yükseldiği haber verilir:
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar.
Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir
günde yine O'na yükselir. (Secde Suresi, 5)
Bu ayetlerde bildirilen "tüm işlerin Allah'a dönüyor" olması,
Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğu gerçeğinin delillerinden
biridir. Allah, kainatta olan tüm olayları, en ince ayrıntısına
kadar bilendir. Açıkça yapılan bir iş de gizlice gerçekleştirildiği
düşünülen bir hareket de dahil olmak üzere hiçbir şey Rabbimiz'den
saklı kalmaz. Söz konusu ayetlerde "bütün işler Allah'a
döner" mealindeki ifadelerle bu gerçeğe işaret edilmektedir.
Bir diğer ayette ise, Hz. Muhammed (sav)'le birlikte hicret
eden müminlerin durumu haber verilirken, şöyle buyurulmaktadır:
... Allah'a ve Resulü'ne hicret etmek üzere
evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz
Allah'a düşmüştür... (Nisa Suresi, 100)
Bu ayette geçen "Allah'a hicret eden" ifadesi de, Rabbimiz'in
mekandan münezzeh olduğunu bildiren işari anlamlardan biridir.
Müşriklerin ve inkar edenlerin baskısı nedeniyle yurtlarından
çıkan ve Hz. Muhammed (sav)'le birlikte hicret eden müminler
elbette, zaman ve mekan kavramlarıyla sınırlı olarak düşündüğümüz
manada Allah'a hicret etmemişlerdir. Bu ayette de işari manada
bir anlatım vardır. Salih müminlerin Allah'ın rızası ve rahmetini
umarak yurtlarından çıkıp, Peygamber Efendimiz (sav)'e itaat
ederek başka bir yerleşim yerine hicret etmeleri haber verilmektedir.
Aynı şekilde, Hz. İbrahim'in Kuran'da bildirilen "Şüphesiz
ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir."
(Saffat Suresi, 99) ayeti de, Hz. İbrahim'in hicretine işaret
etmektedir.
Ayrıca Kuran'da, insanların bildiği zaman, uyku ve ölüm kavramının
dışında, uyutulan veya öldürülen sonra da yeniden diriltilen
insanlardan bahsedilmektedir. Bunlardan biri, yüzyıl ölü bırakıldıktan
sonra diriltildiği bildirilen kimsedir. Diğeri ise, uzun yıllar
uyuduktan sonra uyandırılan Kehf Ehli'dir.
Yüzyıl sonra diriltilen adam

Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında
ilahlar olsaydı, elbette, ikisi de bozulup gitmişti.
Arşın Rabbi olan Allah onların nitelendiregeldikleri
şeylerden yücedir.
(Enbiya Suresi, 22)
|
Yüzyıl ölü bırakıldıktan sonra diriltilen adamın durumu ayette
şöyle haber verilir:
Ya da altı üstüne gelmiş ıssız duran bir
şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah
burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine
Allah onu yüzyıl ölü bıraktı sonra onu diriltti. (Ve ona)
Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden
az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır yüz yıl kaldın, böyleyken
yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış; eşeğine de
bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız
içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz
sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O kendisine (bunlar)
apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum
ki gerçekten Allah herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi,
259)
Allah, dilediğini dilediği surette yaratan, herşeye kadir
olandır. Ayette haber verilen adamın durumu bu gerçeğin örneklerinden
biridir. Zaman ve mekan kavramlarından münezzeh olan Rabbimiz,
dilediği takdirde insanları da bilinen zaman ve mekan kavramlarının
dışına çıkarabilir, onlara olağanüstü durumlar yaşatabilir.
Hiç şüphesiz bu, Allah için çok kolaydır. Zamanla ve mekanla
sınırlı olan insandır. Rabbimiz ise zamandan, mekandan, her
türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh olan, istediğini dilediği
şekilde yaratandır. Allah'ın "ol" demesi bir işin gerçekleşmesi
için yeterlidir. Bu gerçek, ayetlerde şöyle haber verilir:
Onu istediğimizde herhangi bir şey için
sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten ibarettir; o da hemen
oluverir. (Nahl Suresi, 40)
Dirilten ve öldüren O'dur. Bir işin olmasına
hükmetti mi, ona yalnızca: "Ol" der, o da hemen oluverir.
(Mümin Suresi, 68)
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin)
yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca
"Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Kehf Ehli'nin yıllar sonra uyandırılmaları
Konuya işaret eden diğer bir örnek ise Kehf Suresi'ndeki
"Ashab-ı Kehf" kıssasındadır.

… Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından
kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya
sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını)
yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın.
(Kehf Suresi, 16)
|
Allah Kehf Suresi'nde, din ahlakına karşı olan hükümdarın
zulmünden korunmak için mağaraya sığınan bir grup gencin haberlerini
bildirmektedir. Bu kıssada onların uzun yıllar uyuduktan sonra
tekrar uyandırıldıkları anlatılmaktadır. Ayetler şöyledir:
O gençler mağaraya sığındıkları zaman demişlerdi
ki: "Rabbimiz Katından bize bir rahmet ver ve işimizden
bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). Böylelikle
mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir
uyku verdik). (Kehf Suresi, 10-11)
Sen onları uyanık sanırsın oysa onlar (derin
bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana
çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu.
Onları görmüş olsaydın geri dönüp onlardan kaçardın onlardan
içini korku kaplardı. Böylece, aralarında bir sorgulama
yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden
bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir
gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler
ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi
birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse
baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik
davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin." (Kehf Suresi,
18-19)
Kuran'da gençlerin mağarada kaç yıl kaldıkları haber verilmemiştir.
Ayette bildirilen "yıllar yılı kaldılar" ifadesi, bu sürenin
çok kısa olmadığına işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah
bilir.) Ayrıca ayette, insanların Kehf Ehli'nin mağarada kalış
süresiyle ilgili olarak yaptıkları tahminin 309 yıl olduğu
bildirilmektedir. Bu da oldukça uzun bir süre mağarada kaldıklarının
bir diğer işaretidir:
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar
ve dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını
Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur.
O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında
onların bir Velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak
kılmaz." (Kehf Suresi, 25-26)
Dünya şartlarına göre insanların böylesine uzun bir süre
uyumaları mümkün değildir. Dolayısıyla bu ayette bildirilen
uyku bizim bildiğimiz anlamda bir uykuya değil, Kehf Ehli'nin
zaman ve mekanın olmadığı farklı bir boyuta alınmalarına ve
yeniden dünyaya gönderilmelerine işaret ediyor olabilir. (En
doğrusunu Allah bilir.)
Tıpkı uykudan uyanan insanlar gibi bu kişiler de yeniden
hayata dönmüşlerdir. Benzer bir şekilde, Hz. İsa da zamanı
geldiğinde tekrar dünya üzerinde yaşamaya dönecek, Allah'ın
ona bahşettiği şerefli sorumluluğunu yerine getirdikten sonra,
"Dedi ki: "Orada (dünyada) yaşayacak,
orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi,
25) hükmünün bir gereği her insan gibi dünyada ölecektir.
(En doğrusunu Allah bilir.)
İddia III ve Açıklaması
Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişine inanmayanların
öne sürdükleri iddiaların bir diğerinde ise Enbiya Suresi'nin
34-35. ayetleri kullanılmaktadır. Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik;
şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? Her nefis
ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek
imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya
Suresi, 34-35)
Bazı kimseler bu ayetlerde bildirilen; "hiçbir beşere ölümsüzlüğü
vermedik" ve "her nefis ölümü tadıcıdır" ifadelerine dikkat
çekerek, Hz. İsa'nın da ölmüş olduğunu öne sürmektedirler.
Bu iddiayı ortaya atanların bir mantık çelişkisi içinde oldukları
anlaşılmaktadır. Kuran'ın pek çok ayetinde Hz. İsa'nın ölmediği
açık olarak ifade edilmektedir. Allah, Hz. İsa'yı inkar edenlerin
kurduğu tuzaktan koruyup kurtardığını haber vermiştir. Bu,
Peygamber Efendimiz (sav)'in de bir müjdesidir. İslam alimlerinin
büyük çoğunluğu da aynı kanaattedirler. Ancak elbette, Hz.
İsa'nın ölmemiş ve Allah Katına yükseltilmiş olması, kendisinin
ölümsüz olduğu manasına gelmemektedir. Ayrıca Hz. İsa'nın
yeniden yeryüzüne gelişi ile ilgili yapılan açıklamaların
hiçbirinde, Hz. İsa'nın ölümsüz olduğu düşüncesi ifade edilmemekte,
böyle sapkın bir görüş savunulmamaktadır. Tüm delillerin gösterdiği
ve üzerinde durulan gerçek şudur: Hz. İsa henüz ölmemiştir,
yeryüzüne tekrar gelecektir, ölümü de ikinci gelişinden sonra
gerçekleşecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Söz konusu kimselerin böyle bir açıklama öne sürmelerinin
nedeni, Hz. İsa'nın ölmemiş olduğunu açıkça gösteren delilleri
tam anlamıyla inceleyememiş veya anlayamamış olmaları olabilir.
"O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve
onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık." (Zuhruf
Suresi, 59) ayetiyle de bildirildiği gibi, Hz. İsa da Allah'ın
yarattığı bir kuldur ve tüm beşer gibi ölümlüdür. Ancak Rabbimiz
kendisine pek çok lütufta bulunmuş, onu seçkin ve onurlu kılmıştır.
Allah'ın kendisine lütfettiği nimetler ve mucizeler nedeniyle
Hz. İsa'yı, ilahlaştırma yanılgısına düşenler, birtakım Hıristiyanlar
olmuştur. Müslümanlar ise, Hz. İsa'ya -diğer tüm peygamberlere
olduğu gibi- derin bir sevgi ve saygı duyarlar, ancak onun
da diğer tüm elçiler gibi Allah'ın yarattığı bir kul olduğunun
bilincindedirler. Kuran'da şöyle bildirilir:
Meryem oğlu Mesih, yalnızca bir elçidir.
Ondan önce de elçiler gelip geçti. Onun annesi dosdoğrudur,
ikisi de yemek yerlerdi. Bir bak, onlara ayetleri nasıl
açıklıyoruz? (Yine) bir bak, onlar ise nasıl da çevriliyorlar?
(Maide Suresi, 75)
İddia IV ve Açıklaması
Bazı kimseler de Hz. İsa'nın ölmediği ve tekrar yeryüzüne
geleceği inancının Hıristiyanlığa ait, dolayısıyla tahrif
edilmiş bir inanç olduğu yanılgısını öne sürmektedirler. Ancak
bu son derece yanlıştır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, dünyadaki diğer iki
İlahi din olan Yahudilik ve Hıristiyanlık zaman içerisinde
dejenere olmuş, bu dinlerin içlerine birtakım hurafeler ve
batıl inanışlar karışmıştır. Bununla birlikte, Yahudilerin
kutsal kitabı Tevrat ve Hıristiyanların kutsal kitabı İncil
incelendiğinde, hak dine ait bazı inanç ve ahlak esaslarının
da muhafaza edildiği ve Kuran ile mutabık yönlerinin olduğu
açıkça görülecektir. Söz konusu dinlerin hangi inançlarının
tahrif edilmiş, hangilerinin hak dine uygun olduğunu ise ancak
Kuran'ı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini rehber edinerek
belirleyebiliriz.
Kuran, Allah Katından gönderilmiş son hak kitaptır. Allah,
Kuran'ın indiriliş hikmetlerinden birinin de, insanların haklarında
ihtilafa düştükleri konularda onları doğru yola iletmesi olduğunu
bildirmiştir. Kuran'ın indirilmesinden önce çeşitli konularda
kendi aralarında ayrılığa düşen Yahudiler ve Hıristiyanlara,
Kuran'la birlikte bu konulardaki en doğru ve hak bilgi gelmiştir.
Ayetlerde şu şekilde bildirilmektedir:
Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri
şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet
olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi,
64)
Ey Kitap Ehli, kitaptan gizlemekte olduklarınızın
çoğunu size açıklayan ve birçoğundan geçiveren elçimiz geldi.
Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. (Maide
Suresi, 15)

Hak melik olan Allah pek yücedir, O'ndan başka İlah
yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir.
(Müminun Suresi, 116)
|
Kuran'da Hz. Musa ve Hz. İsa'nın hayatları, onlara tabi olan
inananların yaşamları, temel inançları, ahlaki değerleri,
Müslümanların Yahudilere ve Hıristiyanlara bakış açısının
ve tavrının nasıl olması gerektiği gibi konular detaylı olarak
açıklanmıştır. Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili Kuran'da
yer alan önemli bilgilerden biri de, bu dinlerde dejenere
olmuş inanç ve hükümlerin hangileri olduğudur. Tahrif olmuş
inançların başında Hıristiyanların, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu
olduğunu öne sürmeleri gelmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Hıristiyanlar, bu konuda büyük bir sapkınlık içine düşmüş
ve Hz. İsa'yı ilahlaştırmaya kalkışmışlardır. Aynı şekilde,
Hıristiyanlık inancının temel esaslarından biri haline gelen
üçleme de sapkın bir inanıştır. Allah Kuran'da Hıristiyanların
dinlerini bu şekilde tahrif etmekle çok büyük bir sorumluluk
yüklendiklerini bildirmiştir. Konuyla ilgili bazı ayetler
şu şekildedir:
Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler;
Hıristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu,
onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki
inkar edenlerin sözlerini taklid ediyorlar. Allah onları
kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? (Tevbe Suresi, 30)
Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık
etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin.
Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir.
Onu ('Ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir
ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz.
(Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir
tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan Yücedir. Göklerde
ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
(Nisa Suresi, 171)
Andolsun, "Şüphesiz, Allah Meryem oğlu
Mesih'tir." diyenler küfre düşmüştür. De ki: "O, eğer Meryem
oğlu Mesih'i, onun annesini ve yeryüzündekilerin tümünü
helak (yok) etmek isterse, Allah'tan (bunu önlemeye) kim
bir şeye malik olabilir? Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin
tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye
güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)
Hıristiyanların bu tarz sapkın inanışlar geliştirmekle ne
kadar büyük bir sorumluluk yüklendikleri bir başka ayette
ise şu şekilde bildirilir:
"Rahman çocuk edinmiştir" dediler. Andolsun,
siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup-geldiniz. Neredeyse
bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak
ve dağlar yıkılıp göçüverecekti. Rahman adına çocuk öne
sürdüklerinden (ötürü bunlar olacaktı.) Rahman (olan Allah)a
çocuk edinmek yaraşmaz. (Meryem Suresi, 88-92)
Bunun yanı sıra, Hıristiyanlık ve Yahudilikte ahiret gününe,
peygamberlere, meleklere iman gibi temel inanç esasları; dürüst
olmak, yardım sever olmak, sabırlı ve vefakar olmak, ihtiyaç
içinde olanları koruyup kollamak, adaleti sağlamak, güzel
söz söylemek, mütevazı olmak, barışsever olmak gibi hak din
ahlakının gereği olan değerler muhafaza edilmiştir. Ayetlerde
samimi olarak iman eden Kitap Ehli'nin bazı güzel özellikleri
şu şekilde bildirilmiştir:
Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli'nden
bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın
ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a
ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker
olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar
salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette
ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir.
(Al-i İmran Suresi, 113-115)

Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait
değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir,
yücedir.
(Kasas Suresi, 68)
|
Hıristiyanların Hz. İsa'nın ölmediğine ve yeryüzüne ikinci
kez geleceğine dair inançlarına da Kuran'da açıklık getirilmiştir.
Hangi yönlerinin batıl, hangi yönlerinin hak olduğu açıklanmıştır.
Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesi konusunda Hıristiyanların,
üçleme ve Hz. İsa'yı sözde ilahlaştırma gibi sapkın inançlarından
kaynaklanan birtakım yanlış yorumları bulunmaktadır. Buna
göre Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın tüm insanların günahının bir
kefareti olarak çarmıha gerildiğini, çarmıhta öldükten sonra
yeniden dirilip Allah Katına yükseldiğini öne sürmektedirler.
Hıristiyanların bu yorumları dejenere edilmiş, gerçek dine
uygun olmayan yorumlardır. Allah, Kuran'da hiçbir insanın
bir diğerinin günahını yüklenemeyeceğini bildirmiştir. Herkesin
yaptıkları kendi lehine veya aleyhinedir. Her nefis hesap
gününde tek başına sorguya çekilecek ve -Allah'ın dilemesi
dışında- hiç kimse bir başkasına yardım etmeye güç yetiremeyecektir.
Bu gerçek ayette şu şekilde bildirilmiştir:
Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete
erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar,
bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir elçi gönderinceye
kadar (hiçbir topluma) azap edecek değiliz. (İsra Suresi,
15)
Hz. İsa ise, Allah'ın elçisi ve peygamberidir. O, "Gerçekten
Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na
ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i
İmran Suresi, 51) ayetiyle bildirildiği gibi halkını yalnızca
Allah'a kulluk etmeye, Allah'ın razı olduğu bir hayat yaşamaya
çağırmıştır. Onları ahiret gününün azabına karşı uyarıp korkutmuştur.
Gösterdiği büyük mucizeler ise Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmiştir.
Allah dilemedikçe, tüm insanlar gibi Hz. İsa'nın da hiçbir
şeye güç yetirmesi mümkün değildir. Kuran'da Hz. İbrahim'in
duasını haber veren ayetlerde bildirildiği gibi, insanı "...
yediren ve içiren, hastalandığında şifa veren, öldüren ve
dirilten, ahiret gününde iyilikte bulunanları bağışlayacak,
kötülükte bulunanları azaplandıracak olan" (Şuara
Suresi, 79-82) yalnızca Allah'tır. Hıristiyanlar ise, Hz.
İsa'nın tüm insanlığın günahlarının kefareti olarak çarmıha
gerildiğini söyleyerek büyük bir hataya düşmüşlerdir.
Ancak Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne geleceğine dair inançları
Kuran'da açık ve net olarak pekiştirilmiştir. Eğer Hz.İsa'nın
yeniden yeryüzüne dönecek olması Hıristiyanların tahrif edilmiş
inançlarından biri olsaydı (ki bu doğru değildir), hiç şüphesiz
diğer tüm sapkın inanışları gibi bu da Kuran'da bildirilirdi.
Kuran'da Hıristiyanların ihtilafa düştükleri konular açıklanarak
Hz. İsa ile ilgili gerçek olan bilgi haber verilmiştir. Buna
göre, inkar edenlerin Hz. İsa'ya kurdukları tuzaklar bozulmuş,
Hz. İsa ölmemiş ve öldürülmemiştir. Hz. İsa Allah Katına yükseltilmiştir
ve -Hıristiyanların da bekledikleri gibi- Allah'ın takdir
ettiği zaman geldiğinde yeniden dünyaya gelecektir. Hıristiyanların,
Hz. İsa'nın Allah Katındaki yaşamı hakkında sahip oldukları
bazı inançlar da batıl yorumlar içermektedir. Kuran'da bize
bildirilen gerçek, Hz. İsa'nın zaman ve mekanın olmadığı bir
boyutta hayatta olduğudur. Bu boyutun nasıl bir alem olduğu
ise Rabbimiz'in bilgisi dahilindedir.
İddia V ve Açıklaması
Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne geleceği gerçeğini kabul etmek
istemeyenlerin öne sürdükleri iddialardan biri de, "Hz. İsa'nın
gelişine inanmanın, Hıristiyanlığı savunmak olduğu" yanılgısıdır.
Bu yanılgı, hatalı ve çarpık bir mantık örgüsünün ürünüdür.
Hz. İsa, Allah Katında övülmüş, seçkin kılınmış, mübarek bir
peygamberdir. Üstün ahlakı ve derin imanı tüm müminler tarafından
saygıyla anılmakta ve örnek alınmaktadır. Hz. İsa'nın ahlakını
övmek, böyle kutlu bir insanın yeniden dünyaya gelecek olmasından
heyecan duymak, bu gerçeği tüm iman edenlere müjdelemek olması
gereken güzel tavır örnekleridir. "Hıristiyanlığa destek vermek
olur" gibi akıl ve mantık dışı bir mazaret öne sürerek, Hz.
İsa'nın geleceği gerçeğini göz ardı etmeye çalışmak kesinlikle
makul bir davranış değildir.
Bu çarpık mantığa göre, Hıristiyanlarla ilgili hiçbir şeyin
anlatılmaması ve konuşulmaması gerekir. Aynı şekilde Hz. Musa'nın
güzel ahlakı ve örnek hayatı da Yahudilere destek olmak anlamı
taşır gerekçesiyle hiç anlatılmamalıdır. Kuran'da Hz. İsa'yı,
Hz. Musa'yı, Hz. Yusuf'u, Hz. İbrahim'i, Hz. Yakub'u ve onlarla
birlikte iman edenleri öven pek çok ayet yer almaktadır. Bu
yanlış mantığa göre, bu ayetlerin de okunmaması gerekir. Bunların
kabul edilebilir gerekçeler olmadığı son derece açıktır. Daha
önce de belirttiğimiz gibi Kitap Ehli'nin hak dine uygun olmayan
çeşitli sapkın inançları ve uygulamaları vardır ve bunlar
Kuran'da bildirilmiştir. Aynı şekilde, güzel ve iyi yönleri,
gerçek din ahlakına uygun inanış ve uygulamaları da haber
verilmiştir. Bize düşen Kitap Ehli'ni, Kuran'a ve sünnete
bakarak değerlendirmek, bu hak kaynaklardan edindiğimiz bilgi
ile doğruyu yanlıştan ayırt etmektir.
Unutmamak gerekir ki, Müslümanlar, "... Biz Allah'a;
bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına
indirilene, Musa ve İsa'ya verilen ile peygamberlere Rabbinden
verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz
ve biz O'na teslim olmuşlarız." (Bakara Suresi, 136)
ayetiyle buyurulduğu gibi tüm peygamberlere birini diğerinden
ayırt etmeden iman etmişlerdir ve hepsini derin bir sevgiyle
severler. Rabbimiz'in kutlu bir elçisi olan Hz. İsa'nın da
kıyametten önceki dönemde tekrar yeryüzüne gelecek olması
iman edenler için akıl ve mantık dışı gerekçeler öne sürerek
konuşulmaması gereken bir konu değildir. Tam tersine büyük
bir şevk, aşk ve heyecan ile sürekli gündemde tutulması gereken
bir müjdedir.
Söz konusu kimselerin böyle bir iddia öne sürmekle yanıldıklarını
ortaya koyan bir diğer gerçek de, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya
geldiğinde, insanlar arasında Kuran ile hükmedecek olmasıdır.
Hz. İsa da diğer tüm peygamberler gibi, Allah Katında gerçek
ve hak olan dine yani İslam'a tabidir. Allah Katında hak dinin
İslam olduğu ve tüm peygamberlerin aynı dine tabi oldukları
ayetlerde şu şekilde haber verilmiştir:
Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır...
(Al-i İmran Suresi, 19)
O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda
ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve
sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet
ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı).
Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi.
Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni
hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)
Hz. İsa da yeniden dünyaya geldiğinde, Kitap Ehli'nin sapkın
inançlarını ortadan kaldıracak, insanları Allah Katında hak
olan dine yani İslamiyet'e çağıracak, Kuran'la ve sevgili
Efendimiz (sav)'in sünnetiyle hükmedecektir. Bu gerçek hadislerde
şöyle müjdelenmiştir:
Kırk (40) yıl Allah'ın Kitab'ı ve benim
sünnetimle hükmeder, vefat eder.77
Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim
ki, Meryem oğlu (İsa aleyhisselam)'ın adil bir hakim olarak
sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı)
kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır, mal
o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır.78
İddia VI ve Açıklaması

İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle
en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin…
(Ankebut Suresi, 46)
İbrahim, ne Yahudi idi,
ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı,
müşriklerden de değildi.
(Al-iİmran Suresi, 67) |
Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceği gerçeğini kabullenmek
istemeyenlerin öne sürdükleri mantık dışı açıklamalardan biri
de, "Hz. İsa'nın yeniden gelişinin, imtihan ortamını ortadan
kaldıracağı" iddiasıdır. Hiçbir tutarlılığı olmayan bu iddiaya
göre, Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geldiğini gören tüm insanlar,
binlerce yıl önce ölen birinin dirilişine tanıklık edecek
ve yeniden dirilme konusunda şüpheleri olanlar kesin olarak
iman edeceklerdir. Bu da insanların imtihan olmasını ortadan
kaldıracaktır.
Elbette bu, hiçbir mantıklı dayanağı olmayan bir yorumdur.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Hz. İsa ölmemiş, Rabbimiz'in
büyük bir mucizesi olarak inkarcıların tuzaklarından kurtarılıp
Allah Katına yükseltilmiştir. Hz. İsa Allah Katında diridir
ve Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde -yine büyük bir
mucize olarak- yeniden yeryüzüne dönecektir.
Ayrıca söz konusu kişilerin iddia ettiği gibi, Hz. İsa'nın
dönüşü tüm insanlar tarafından hemen kabul edilmeyebilir.
Hz. İsa, özellikle inkar edenler, gerçek din ahlakını yaşamayanlar
veya imanen zayıf olanlar tarafından şüphe ile karşılanabilir.
Hz. İsa yeniden yeryüzüne döndüğünde inkarcı sistem ve ideolojilere
karşı büyük bir fikri mücadele yürütecek; din ahlakına sonradan
dahil edilmiş hurafe ve batıl inanışları ortadan kaldırarak
dini özüne döndürecek ve bu büyük fikri mücadelenin sonunda
din ahlakı tüm dünyaya hakim olacaktır. Nitekim büyük İslam
alimi Said Nursi'nin konuyla ilgili açıklamalarında da, insanların
büyük kısmının Hz. İsa'ya şüphe ile yaklaşacakları, ancak
samimi olarak iman edenlerin imanlarının nuru ile bu mübarek
peygamberi tanıyıp ona hemen itaat edecekleri bildirilmektedir:
Evet her vakit gökyüzünden melekleri yere
gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (kılan)
(Hz. Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanileri
alem-i ervahtan (ruhlar alemi) gönderip beşer suretine temessül
ettiren (benzeştiren), hatta ölmüş evliyaların çoklarının
ervahlarını (ruhlarını) cesed-i misaliyle (benzer bedenleriyle)
dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ı,
İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hatimesi (sonunun selamet
olması) için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve
hayatta olan Hazret-i İsa, belki alem-i ahiretin en uzak
köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i
azime için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek,
o Hakim'in hikmetinden uzak değil... belki onun hikmeti
öyle iktiza ettiği (lazım geldiği) için vaadetmiş ve vaadettiği
için elbette gönderecek. Hazret-i İsa Aleyhisselam geldiği
vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lazım
değildir. Onun mukarreb (yakınları) ve havassı (derin iman
sahipleri), nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde
(açıkça) herkes onu tanımayacaktır.79

…Haberin olsun; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; ancak
onların çoğu bilmezler.
(Yunus Suresi, 55)
|
Üstad'ın da bildirdiği gibi, Hz. İsa geldiğinde herkes bu
kutlu peygamberi açıkça tanıyıp ona iman etmeyebilir. Üstelik
şunu da hatırlamak gerekir ki, tarih boyunca gönderilen peygamberlerin
pek çoğu insanları imana davet edebilmek için onlara Allah'ın
dilemesiyle pek çok mucizeler göstermişlerdir. Ancak gördükleri
mucizeler karşısında insanların büyük bir kısmı iman etmemiş,
tam tersine daha da kibirlenmiş ve inkarlarında direnmişlerdir.
Hz. Musa'nın asasının yılan olması, elinin bakanlara bembeyaz
görünmesi gibi gösterdiği birçok mucizeye rağmen Firavun ve
yakın çevresinin iman etmemeleri bunun bir örneğidir. Ayetlerde,
Hz. Musa'nın göstermiş olduğu mucizelere karşı kavminin verdiği
cevap şu şekilde bildirilmiştir:
Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet)
olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak
değiliz" dediler. Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler)
olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa
ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar
bir kavim oldular. (Araf Suresi, 132-133)
İman etmeyenlerin, Allah dilemedikçe, çok büyük mucizeler
görseler dahi inanmayacakları bir başka ayette ise şöyle haber
verilmiştir:
Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik,
onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık,
-Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı.
Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111)
Dolayısıyla bazı insanların iddia ettiği gibi Hz. İsa'nın
gelişi gibi büyük bir mucizenin gerçekleşmesiyle, imtihan
ortamının ortadan kalkması kesinlikle söz konusu değildir.
Hz. İsa'nın gelişi samimi olarak iman edenlerle iman etmeyenlerin
birbirlerinden tam anlamıyla ayrılacakları bir ortama vesile
olacaktır. Samimi olarak iman edenler, imanlarının kazandırdığı
akıl, feraset ve basiret ile Hz. İsa'yı tanıyacak ve ona gönülden
itaat edecek, destek olup savunacaklardır. İman etmeyenler
veya imanen zayıf olanlar ise Allah'ın bu apaçık mucizesi
karşısında dahi şüphe ve kuruntular içinde kalacaktır. (En
doğrusunu Allah bilir.) Ancak bu kişilerin vesveseleri ve
şüpheleri apaçık olan gerçeği değiştirmeyecek, Allah'ın vaadi
gerçekleşecek ve Hz. İsa Allah'ın izniyle yeryüzüne geri dönecektir.
İddia VII ve Açıklaması
Hz. İsa'nın öldüğü yanılgısına inananların öne sürdükleri
açıklamalardan bir diğeri de, Kuran'da Hz. İdris'in "yükseltilmesi"nin
bildiriliyor olmasıdır. Bu kişilerin iddiasına göre, Hz. İsa
için de -Hz. İdris için olduğu gibi- "makam" anlamında yükseltilmeden
bahsedilmektedir. Oysa ayetler detaylı olarak incelendiğinde
bu çıkarımın doğru olmadığı açıkça görülmektedir. Hz. İdris'in
yükseltilmesinin bildirildiği ayet şu şekildedir:
Kitap'ta İdris'i de zikret. Çünkü o, doğru
olan bir peygamberdi. Biz onu yüce bir mekan (makam)a yükseltmiştik.
(Meryem Suresi 56-57)
Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltilmesinden bahsedilen ayetlerde
geçen ifadeler ise şu şekildedir:
... Seni Kendime yükselteceğim,
seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete
kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim... (Al-i İmran
Suresi, 55)
Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih
İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara
böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar.
Ama onlara (onun) benzeri gösterildi... Hayır; Allah
onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm
ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)
Ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi, iki durum arasında büyük
farklılık vardır. Meryem Suresi'nin 56. ayetinden önce gelen
ayetlerde diğer bazı peygamberlerin üstün ahlakları ve imanlarının
övüldüğü gibi, Hz. İdris ile ilgili bildirilen ayette de,
Hz. İdris'in güzel ahlakı övülmekte ve kendisinin makam olarak
yükseltildiği haber verilmektedir. Hz. İsa'yla ilgili bildirilen
durum ise çok farklıdır. İnkarcıların Hz. İsa'ya tuzak kurmuş
oldukları haber verilmekte, Allah'ın Hz. İsa'yı bu tuzaktan
nasıl koruyup kurtardığı anlatılmaktadır. Hz. İsa'yı öldürmek
için tuzak kuranlar, Allah Hz. İsa'yı Kendi Katına yükselttiği,
yani bedenini ve ruhunu bu boyuttan zaman ve mekanın olmadığı
bir başka boyuta aldığı için hedeflerine ulaşamamışlardır.
Hz. İdris'in makam olarak yükseltilmesi bildirilirken, Hz.
İsa'nın fiziksel olarak bu boyuttan alınması ve Allah Katına
yükseltilmesi bildirilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
İddia VIII Açıklaması
Konuyla ilgili olarak bazı kimselerin sıkça öne sürdükleri
gerçek dışı iddialardan biri de, "Hz. Muhammed (sav) son peygamber
olduğu için, Hz. İsa'nın gelmeyeceği"dir. Sıkça gündeme getirilen
bu iddia mantık dışıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir
ki Muhammed Suresi'nin 40. ayetinde de bildirildiği gibi Peygamber
Efendimiz (sav), "Allah'ın Resulü ve
peygamberlerin sonuncusudur." Ve Hz. İsa'nın ikinci
kez yeryüzüne gelecek olması -bazı kimselerin öne sürdüğü
gibi- bu gerçeği değiştirmez. Hz. İsa, Hz. Muhammed (sav)'den
sonra gönderilen bir peygamber olarak değil, Hz. Muhammed
(sav)'in şeriatını devam ettirecek ve dünyaya din ahlakını
hakim kılacak bir elçi olarak gelecektir.
Bazı kimseler ise, akla ve mantığa aykırı bir başka iddia
ortaya atmakta ve "eğer Hz. İsa peygamber olarak gelmeyecekse,
gelmesinin bir anlamı olmayacağını" öne sürmektedirler. Bu
iddia sadece akla değil, vicdana da aykırıdır. Hz. İsa'nın
yeniden gelecek olması Rabbimiz'in bir vaadidir ve bu mübarek
insanın yeniden yeryüzüne gelişinde çok büyük hikmetler vardır.
Allah tarih boyunca insanlara gönderdiği peygamberler aracılığı
ile doğru yolu göstermiştir. Kimi zaman da insanların din
ahlakından uzaklaştıkları, bozulma ve dejenarasyonun yaygınlaştığı
dönemlerde resul hükmünde tebliğciler göndererek insanları
karanlıktan aydınlığa çıkarmıştır. Bu tebliğciler, Allah'ın
insanlara melik (yönetici) olarak gönderdiği kimselerdir ve
gönderildikleri toplumların kurtuluşuna vesile olmuşlardır.
Nitekim Kuran'da, darlık ve sıkıntı içinde olan insanların
Allah'a, kendilerine bir kurtarıcı ve koruyucu göndermesi
için dua ettikleri haber verilmiştir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz,
bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir
veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden
yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar
adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

De ki: "En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır.
Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete
yöneltip-iletirdi."
(Enam Suresi, 149)
|
Allah'ın insanların bu dualarına icabet ederek onlara Katından
kurtarıcılar göndermesi hiç şüphesiz çok büyük bir nimettir.
Kuran'da bildirilen Talut ve Zulkarneyn kıssaları da Allah'ın
insanlara peygamberler dışında elçiler gönderdiğinin önemli
birer delilidir. Talut kıssasında, Allah'ın o dönemki topluma
yönetici olarak Talut'u gönderdiği ve inananların ona itaat
etmeleri gerektiği bildirilmiştir. Talut ve beraberindekiler,
dönemin inkarcı lideri Calut'a karşı mücadele etmişlerdir.
Samimi olarak iman edenler Talut'a gönülden bağlanıp ona itaat
etmişler, tereddüte kapılanlar ise hem Talut'un kendilerine
elçi olarak gönderilmesinin hem de onun verdiği emirlere uymanın
hikmetlerini anlayamamışlardır. Talut'un kendilerine gönderilmiş
olmasının hikmetini anlayamayanların vermiş oldukları cahilce
tepki Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size
Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa,
ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet)
bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık
(mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu
Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı.
Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü)
geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)
Aynı şekilde Zulkarneyn de içinde bulunduğu topluma, onları
düştükleri sıkıntıdan kurtarmak ve din ahlakını hakim kılmak
için tebliğci olarak gönderilmiştir. Kuran'da Allah'ın Zulkarneyn'e
sağlam bir iktidar verdiği bildirilmiştir:
Sana (Ey Muhammed,) Zulkarneyn hakkında
sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak'
(bazı bilgiler) vereceğim. Gerçekten, Biz ona yeryüzünde
sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep)
verdik." (Kehf Suresi, 83-84)
Günümüzde de insanlar ahlaki çöküntünün, yokluğun, zulmün,
haksızlığın hüküm sürdüğü karanlık bir dünyada yaşamaktadır.
Hz. İsa, Allah'ın takdir ettiği vakit geldiğinde, din ahlakını
dünyaya hakim kılmak, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak
için görevli olarak yeniden dünyaya gönderilecektir. Hz. İsa'nın
gelişiyle birlikte, zulmün ve bozulmanın dayanak noktası olan
inkarcı ideolojiler fikri olarak tamamen ortadan kaldırılacak,
insanların özlemini duydukları huzur, güvenlik ve bolluk Allah'ın
izniyle tüm dünyaya hakim olacaktır.
İddia IX ve Açıklaması
Hz. İsa'nın ölmediği ve yeniden dünyaya geleceği konusunda
yersiz şüpheleri olan bazı kimseler de, "Din ahlakını hakim
kılmak için neden Hz. Muhammed (sav) değil de, Hz. İsa gönderilmektedir?"
diye sormakta ve bu vesveselerini kendilerince mazeret kılarak
birtakım itirazlar öne sürmektedirler.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), Allah Katında onurlu
ve güvenilir bir elçidir. Allah'ın en son hak kitabını vahyettiği,
güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara
örnek kıldığı, Allah'ın dostu, Rabbimiz'in Katında üstünlüğü
olan mübarek bir insandır. Tüm müminlerin de dostu, en yakını
ve Velisidir. Hz. Muhammed (sav) yaşamı boyunca Allah yolunda
tüm insanlığa örnek bir mücadele sergilemiş, cehaletin ve
karanlığın içine gömülmüş olan Arap Yarımadasını İslam ahlakı
ile aydınlatmıştır. Allah'ın takdir ettiği süre dolduğunda
ise, diğer birçok peygamber gibi ömrü sona ermiştir.
Hz. İsa için ise, Allah farklı bir kader takdir etmiş ve
onun yeniden yeryüzüne döneceğini vaadetmiştir. Bu Rabbimiz'in
takdiridir ve şüphesiz büyük hikmetleri vardır. Hz. İsa'nın
yeniden gelecek olmasının hikmetlerinden biri ise (en doğrusunu
Allah bilir), Hıristiyanların ve Yahudilerin içinde bulundukları
durumdan ancak bu şekilde kurtulabilecek olmalarıdır. Bilindiği
üzere, Hıristiyanların mevcut inanç ve uygulamaları pek çok
batıl ve sapkın inanışı içermektedir. Müslüman dünyasında
ise böyle bir inanç bozukluğu yoktur. Hıristiyanlar, Hz. İsa'nın
ardından peygamberlerini ilahlaştırma sapkınlığına düşmüşler
ve dinlerini tahrif etmişlerdir. Hıristiyan dünyasının söz
konusu tüm sapkın inanışlardan arınarak gerçek din ahlakına
ve son hak din olan İslam'a yönelmeleri için Hz. İsa'nın gelmesi
büyük önem taşımaktadır. Her ne kadar bazı Hıristiyanlar doğru
yolu gördükten sonra ona uymayı kabul etseler de, bazıları
da bunu kendilerince Hz. İsa'ya bir tür ihanet gibi algılayıp
gerçek din ahlakını yaşamaktan kaçınmaktadırlar. Oysa Hz.
İsa'nın gelmesi ve kendilerine hak dini tebliğ etmesiyle bu
insanların İslamiyet'e yönelmeleri çok daha hızlı ve kolay
olacaktır. Kendi peygamberlerinin onlara teslis inancının
sapkınlığını, Allah'tan başka İlah olmadığını, kimsenin bir
başkasının günahını yüklenmesinin mümkün olmadığını, hak kitabın
Kuran-ı Kerim olduğunu anlatması Hıristiyan dünyası üzerinde
büyük bir etki oluşturacaktır. Hz. İsa ile birlikte insanlar
kitleler halinde şirkten ve sapkın inanışlardan kurtulacak,
akın akın Allah'ın dinine yani İslam'a yöneleceklerdir.
Unutmamak gerekir ki, Allah Kuran'da iman edenlere din ahlakının
dünyaya hakim olacağını vaadetmiştir. Ancak bunun için müminlerin
gizli ve açık şirkten tamamen sakınmaları ve yalnızca Allah'a
yönelip ibadet etmeleri gerekmektedir. Allah'ın izniyle, Hz.
İsa'nın gelişi de bu kutlu dönemin başlangıcı olacaktır.
Allah, içinizden iman edenlere ve salih
amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan
öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları
da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri
için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp
sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe
çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana
hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse,
işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
İddia X ve Açıklaması
Hz. İsa'nın ikinci kez gelişini kendilerince reddetmeye çalışanların
iddialarından biri de, "Hz. İsa'yı beklemenin iman edenleri
tembelliğe sürükleyeceği" aldatmacasıdır.

Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır…
(Al- I İmran Suresi, 19)
|
Bu aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Tarih
boyunca insanlar, ahlaksızlığın yaygınlaştığı, zulmün ve haksızlıkların
arttığı dönemlerde Allah'tan bir kurtarıcı istemişler, Allah'ın
bir elçi göndererek kendilerini içinde bulundukları karanlıklardan
aydınlığa çıkarması için dua etmişlerdir. Allah, dualarını
kabul edip bir kurtarıcı gönderdiğinde, samimi olarak iman
edenler bu elçinin destekçisi ve savunucusu olurlar:
... Ona inananlar, destek olup savunanlar,
yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler;
işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
Bazı kimselerin iddialarının tam tersine, Allah'ın insanlara
bir elçi gönderecek olması samimi olarak iman edenler için
çok önemli bir şevk konusudur. Gönülden iman eden bir kişi,
elçinin geleceği ortam için elinden gelen en iyi ve güzel
hazırlığı yapması gerektiğini bilir. İmani bir heyecan ve
aşkla hem kendisini hem de çevresini bu kutlu olaya hazırlar.
Tembellik ve şevksizlik ise, münafıkane bir yapıya sahip olanlar
ile imani zayıflığı olan kişilerin özellikleridir. İmanı zayıf
olanlar hem elçinin gelişine tam olarak inanmaz hem de elçi
geldiğinde, bu elçiye gönülden itaat edip bağlanmazlar. Tarihte
bunun pek çok örneği görülmüştür. Geçmişteki toplumlar içinde
bu zihniyete sahip olan insanların durumu bir ayette şöyle
haber verilir:
Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine
bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi
birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and
içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,)
nefretlerinden başkasını artırmadı. (Fatır Suresi, 42)
Kuran'da Hz. İsa'nın da kendisinden sonra -kendisi Allah
Katına yükseltildikten sonra- gelecek olan bir elçiyi haber
verdiği bildirilmektedir. Bu haber, Hz. İsa döneminde ve ondan
sonra yaşayan tüm müminler için büyük bir müjde olmuştur.
Ayette şöyle buyurulmuştur:
Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları,
gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim.
Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi
"Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti.
Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça
bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)

|
Eğer bazı kimselerin önceki satırlarda yer verdiğimiz iddiaları
doğru olsaydı, bu durumda, Allah'ın Hz. İsa vesilesiyle ondan
sonra insanlara bir elçi daha göndereceğini haber vermemesi
gerekirdi. Ya da, bu haberin o dönemde yaşayanları tembelliğe
ve şevksizliğe yönlendirmesi gerekirdi. Oysa Rabbimiz'in insanları
bir elçiyle müjdelemesinin birçok hikmeti vardır ve samimi
müminler için böyle bir tembellik veya gevşeklik, Allah'ın
izni ile, hiçbir zaman söz konusu değildir. İman edenler,
imanlarından kaynaklanan derin bir kavrayışa ve akla sahiptirler.
Bu aklın sayesinde, bir elçi ile müjdelenmenin önemini gereği
gibi kavrar, bu müjdenin imani heyecanını ve şevkini yaşar,
bu büyük olaya en iyi şekilde hazırlanmaları gerektiğinin
bilinciyle hareket ederler.
Görüldüğü gibi Hz. İsa'nın öldüğünü öne süren kimseler gerçek
olmayan bir iddiada bulunmaktadırlar. Bu kimseler tarafından
sözde delil olarak öne sürülen yorumların da gerçeği yansıtmadığı
ispatlarıyla görülmektedir. Temennimiz, yanlış bilgilendirilmeleri
veya konuyu tam anlamıyla araştırmadıkları için söz konusu
yanılgıyı kabullenen kimselerin, bu eser aracılığı ile, yanıldıklarının
ve yanlış bir düşünceyi savunduklarının farkına varmalarıdır.
İnsanın inandığı veya savunduğu bir düşüncenin yanlış olduğunu
fark edip, doğruyu gördüğünde yanlış olanda ısrar etmemesi
güzel bir erdemdir. Ve bu ahlak Kuran'da övülen bir mümin
özelliğidir.
Allah Kuran'da iman edenlerin, bile bile hatalarında direnmeyenler
(Al-i İmran Suresi, 135) ve doğru yolu gördüklerinde ona uyanlar
olduğunu bildirmiştir. Bu konuda da -her konuda olduğu gibi-
en gerçek ve doğru bilgi Kuran'da yer alan ve Hz. Muhammed
(sav)'in hadislerinde bize bildirilen bilgidir. Yani, Hz.
İsa ölmemiş ve öldürülmemiştir. Zamanı geldiğinde ikinci kez
yeryüzüne gelecektir. Dolayısıyla, çeşitli tevillerle bu açık
gerçeği göz ardı etmeye ya da reddetmeye çalışmak yerine,
Allah'ın elçisinin yeryüzüne gelecek olmasının ne kadar büyük
bir müjde olduğunu düşünüp, bu sevinçli haberden şevk ve heyecan
duymak gerekir. Samimi olarak iman edenlerin duası, bu kutlu
insanın gelişine tanıklık edebilmek ve onun gelişiyle yeryüzünde
yaşanacak güzellik ve hayır ortamında bulunabilmektir.
72. Halil Herras, Faslu'l
Makal, s. 10
73. http://www.kuranikerim.com/telmalili/imran.htm
74. Sami Baybal, İbrahimi Dinlerde Mesih'in Dönüşü, Yediveren
Kitap, Temmuz 2002, s. 177
75. İbn Kesir, Tefsiru'l Kur'ani'l Azim, Cilt II, s. 120
76. Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, I, 180; Bilmen,
Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, II, 850;
Sabuni, Safvetü't Tefsir, I, s. 375
77. Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s.
92
78. Sahih-i Müslim, 6/532 
79. Mektubat, s. 59
|