
HZ. MUSA VE HZ. HIZIR KISSASI
Hz. Musa ve genç
yardımcısının “iki denizin birleştiği yere” yaptıkları yolculuk
Hani Musa genç
yardımcısına demişti: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya
kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim."
(Kehf Suresi, 60)
Bu ayette kullanılan "genç" kelimesi
ile, bir iş yapılırken genç insanların da yardımını almanın
ve onlarla birlikte hareket etmenin önemine işaret ediliyor
olabilir.
Gençlerin yaşlarının getirdiği enerjilerini,
dinamizmlerini, güçlerini, şevk ve heyecanlarını Allah rızası
için hayır işlerinde kullanmalarını teşvik etmek gereklidir.
Nitekim ayetlerde de bu konuya dikkat çekilmekte, Hz. Musa'ya
kavminden sadece bir bölüm gencin iman ettiğinden bahsedilmektedir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir
zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen
çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla-
iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen
bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.
(Yunus Suresi, 83)
Kehf Suresi'nin 60. ayetinde dikkat çekilen bir
diğer konu ise Hz. Musa'nın üzerinde durduğu buluşma yeridir.
Hz. Musa çıktığı yolculukta bir kişiyle buluşmayı hedeflemektedir
ve kendisine bu buluşma yerinin "iki denizin birleştiği
bir bölge" olarak bildirildiği anlaşılmaktadır.
Hz. Musa'nın bahsettiği yer de dünya üzerinde bu tarife uyan
bölgelerden herhangi birinde bulunabilir.
Balık, buluşma yerinin
tam olarak belirlenmesinde bir işaret olmuştur
Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği
yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir
akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu.
(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına
dedi ki: "Yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan
gerçekten yorulduk." (Genç-yardımcısı) Dedi ki: "Gördün
mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı
şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda
denizde kendi yolunu tuttu." (Musa) Dedi ki: "Bizim
de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi izleri üzerinde
geriye doğru gittiler. (Kehf
Suresi, 61-64)
Ayetlerden
Hz. Musa ve genç yardımcısının yanlarında yemek üzere bir
balık getirdikleri anlaşılmaktadır. Ancak henüz yeme vakitleri
gelmeden evvel, Allah bu balığı ikisine birden unutturmuş,
balık da onların unuttukları bu anda akıntıya doğru gidip,
yanlarından uzaklaşmıştır.
Ancak bu unutmanın pek çok hikmetleri vardır.
Allah bir hayır ve hikmet üzerine ikisine birden yiyeceklerini
unutturmuştur. Hz. Musa'nın iki denizin birleştiği yere gelmesinin
nedeni, Kehf Suresi'nin devamında hakkında bilgiler verilen
önemli ve kutlu bir şahısla görüşmektir. Kaderde belirlenmiş
bu yere ulaşmak için Hz. Musa ve genç yardımcısı uzun zaman
geçirmişlerdir. Ancak bu buluşmanın tam yerine ulaşabilmek
için daha fazla detaya ihtiyaçları vardır. Çünkü iki denizin
birleştiği yer olarak ifade edilen mekan geniş bir alanı ifade
etmektedir. Böyle geniş bir alanın hangi noktasında buluşacaklarını
bilmeden, aradıkları kişiyi bulmaları çok zor olabilir.
İşte bu aşamada balığın kaçışının bir hikmeti
ortaya çıkmaktadır. Bu kaçış açık bir işarettir. Çünkü balık,
aradığı (Hz. Hızır olduğu tahmin edilen) kutlu şahıs ile Hz.
Musa'nın buluşacakları yerin detayının tespitinde bir görev
üstlenmiştir. Musa Peygamber ve yardımcısının unutması sonucu
balığın kaçtığı yer, onların buluşma noktasını belirlemektedir.
Allah bu buluşmanın nokta tayinini, balığın kaçışını vesile
kılarak gerçekleştirmektedir.
Hz. Musa’nın üstün
merhamet ve ilim sahibi Hz. Hızır ile buluşması
Derken, katımızdan kendisine bir rahmet
verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz
kullarımızdan bir kulu buldular. (Kehf
Suresi, 65)
Allah kullarına karşı sonsuz merhamet sahibidir,
Rahman ve Rahim'dir. Hz. Musa'nın buluşmak üzere yola çıktığı
Hz. Hızır ise Allah'ın kendisine rahmet verdiği bir kişidir.
Yani Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatı Hz. Hızır üzerinde tecelli
etmektedir. Allah, Hz. Hızır'a Kendi katından üstün bir ilim
vermiş ve onu üstün bir kul kılmıştır.
Hz. Musa tabi olmak
için Hz. Hızır’dan izin istemiştir
Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd)
olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir
miyim?" (Kehf Suresi, 66)
Ayetlerde geçen ifadelerden, Hz. Musa'nın buluşacağı
bu kutlu kişi hakkında daha önceden vahiy ile detaylı bilgi
aldığı anlaşılmaktadır. Söz konusu durumu ortaya koyan pek
çok delil vardır. Örneğin Hz. Musa buluşacağı yere, bulunduğu
yere göre oldukça uzak olmasına rağmen gitmek için bir çaba
sarf etmiştir. Çünkü orada buluşacağı kişinin kendisine çok
fazla fayda vereceğine emindir. Bunun herhangi bir buluşma
olmadığını, çok özel bir buluşma olduğunu bilmektedir. O nedenle
her türlü zorluğu göze almakta, uzun bir yol katetmektedir.
Ayrıca buluşur buluşmaz karşısındaki kişiyi hemen
tanımış, onun üstün ahlakını ve ilmini fark etmiş ve kendisine
tabi olmayı talep etmiştir. Bu da karşısındaki kişinin ilim
öğretilen, kutlu bir kişi olduğunun kendisine önceden bildirmiş
olabileceğini göstermektedir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hz. Hızır’ın Hz.
Musa’ya verdiği cevap
Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle
birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." (Böyleyken)
"Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?"
(Kehf Suresi, 67-68)
Ayetlerde dikkat çekildiğine göre Hz. Hızır da
Hz. Musa hakkında detaylı bilgiye sahiptir. Üstelik konuşmalarından
Hz. Hızır'ın geleceğe dair bazı bilgilere de Allah'ın bildirmesiyle
sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Hızır, Hz. Musa'nın talebini dinledikten
sonra ona hemen kendisiyle birlikte olmaya sabır gösteremeyeceğini
söylemiştir. Daha hiçbir olay olmadan, Hz. Musa'nın nasıl
bir tavır göstereceğini bilmeden ve görmeden Hz. Hızır'ın
böyle bir açıklamada bulunması çok dikkat çekicidir. Bunun
nedeni ise Allah’ın dilemesiyle Hz. Hızır'ın geleceği bilmesidir.
(En doğrusunu Allah bilir.)
Hz. Musa inşallah
diyerek söz vermiştir
(Musa:) "İnşaallah, beni sabreden
(biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim"
dedi. (Kehf Suresi, 69)
Ayette görüldüğü üzere, Hz. Musa, Hz. Hızır'ın
söylediği sözler karşısında hemen Müslümanca bir tavır göstermekte
ve "İnşallah" -yani "eğer Allah dilerse"-
diye cevap vermektedir. Bu kelime müminlerin Allah'a olan
teslimiyetlerinin, kaderin her an işlediğini bildiklerinin,
Allah dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceklerinin farkında
olduklarının bir ifadesidir.
Hz. Hızır Hz. Musa’dan
açıklayıncaya kadar kendisine soru sormamasını istemiştir
Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan,
hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp
söz edinceye kadar." (Kehf
Suresi, 70)
Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası ile peygambere
ve elçilere uymanın önemine bir kez daha dikkat çekilmektedir.
Bu tabiyet esnasında müminlerin titiz bir saygı göstermeye
ehemmiyet vermeleri gerekmektedir.
Eğer yapılan bir hareketin ya da söylenen bir
sözün hikmetleri görülmüyorsa, o zaman Müslümana düşen şey;
tabi olduğu elçinin veya mürşidin, hikmetlerini açıklamasını
saygıyla beklemektir. Bu bakış açısına sahip bir Müslüman,
yapılanın aslında son derece isabetli ve doğru olduğunu hemen
fark edecek ve ilk baştaki tavrının hatalı olduğunu kolaylıkla
anlayacaktır. Nitekim ayetlerde de tabi olunan kişinin gerekli
gördüğü zaman yaptığı işlerin, aldığı kararların ve söylediği
sözlerin hikmetini öğütle açıklayacağı bildirilmektedir. Örneğin
Hz. Hızır Kehf Suresi'nin bu ayetinde "ben sana öğütle-anlatıp
söz edinceye kadar" diyerek, Hz. Musa'ya karşılaştığı
olayların hikmetini açıklayacağını hissettirmiştir.
Hz. Hızır bindikleri
gemiyi delmiştir
Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim
bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi
ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun,
sen şaşırtıcı bir iş yaptın."
(Kehf Suresi, 71)
Kehf Suresi'nin bu ayetinden Hz. Musa'nın Hz.
Hızır ile olan yolculuğu sırasında yanına genç arkadaşını
almadığı anlaşılmaktadır. Bu seçimin pek çok hikmeti olabilir.
Ancak bunlardan biri, ikili eğitimin önemine işaret etmesidir.
Ayette bildirilen olay, Hz. Hızır'ın ilk karşılaştıklarında
ona söylediği sabır gösteremeyeceği olaylardan birinin kaderinde
gerçekleştiği andır. Hz. Hızır'a geleceğe dair verilen bilginin
bir kısmı böylece gerçekleşmiştir. Hz. Musa ise kaderinde
yazılı olduğu için bu soruyu sormuştur. Burada bir peygamber
zellesi oluşmuştur.
Zelle, peygamberlerin yanılmaları, unutmaları
veya yanlışlık eseri yaptıkları davranışlarına verilen isimdir.
Bu zellelerin her biri çok büyük hayırlarla ve hikmetlerle,
elçilerin kaderlerinde yaratılmaktadır. Kaderde her bir zellenin
oluşacağı an ve yer bilinmektedir ve bellidir. Allah bu ayetlerle
bizlere bu tip zellelerin oluşabileceğini bildirmektedir.
Hz. Musa
Hz. Hızır’dan aldığı eğitimin devam etmesini talep etmiştir
Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte
olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben
sana söylemedim mi?" (Musa:) "Beni, unuttuğumdan
dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma"
dedi. (Kehf Suresi, 72-73)
Kehf Suresi'ndeki bu ayetlerde, Hz. Hızır'ın
konuşmalarındaki kesinlik dikkati çekmektedir. Hz. Hızır,
gerçekleşecek olan olayları bildirirken çok emin bir üslupla
konuşmaktadır. Hz. Musa'nın hiçbir şekilde sabredemeyeceğini
"kesinlikle" diyerek ifade etmekte, buna gücü yetemeyeceğini
dile getirmektedir.
Unutmayı ve hatırlamayı Allah meydana getirir.
Allah geçmişten bugüne kadar yaşamış olan tüm insanların zihinsel
faaliyetlerinin tamamına hakim olandır. Unutması da, sormaması
gereken bir soruyu sorması da Hz. Musa'nın kaderinde an an
yazılmıştır. Hiçbir insanın, beynine hakim olup bu unutmanın
önüne geçmesi ya da söyleyeceği söze engel olması mümkün değildir.
Allah dilediği an, dilediği kişiye, dilediği konuyu unutturur.
Dilerse tüm hafızasını bir anda elinden alır, dilerse hiç
bilmediği konuları onun hafızasında ilim olarak yaratır. Bunların
hepsi Allah'ın dilemesiyle gerçekleşir.
Hz. Musa'nın ayette geçen "bu işimde bana
zorluk çıkarma" şeklindeki sözlerinden ise, Hz. Hızır'la
olan eğitimin kesilmesini istemediği anlaşılmaktadır.
Hz. Hızır’ın çocuğu
öldürmesine Hz. Musa’nın gösterdiği tepki
Böylece ikisi (yine) yola koyuldular.
Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi.
(Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz
bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın."
(Kehf Suresi, 74)
Hz. Musa her ne kadar söz verse de, soru sormama
konusunda karar alıp, irade göstermek istese de kaderinin
dışına çıkamamakta ve bu soruları sormayı engelleyememektedir.
Üstelik Hz. Hızır'ın Allah'ın emriyle hareket eden, ilim sahibi
bir kişi olduğunu bildiği, ona tabi olduğunu söylediği halde,
Hz. Hızır'ın yaptıkları karşısında bir tepki göstermektedir.
Dolayısıyla burada tekrar bir peygamber zellesi oluşmuştur.
Ancak hiç unutmamak gerekir ki, her insana canını
veren ve verdiği canı alacak olan sadece Allah'tır. Allah
dilemedikçe bir insanın bir diğerini öldürmesi mümkün değildir.
Hz. Hızır da Allah'ın emri ve dilemesiyle hareket
eden, salih bir kuldur. Yaptığı her hareket, söylediği her
söz ancak Allah'ın emriyle gerçekleşmektedir. Üstelik bu ölümün
bir cana karşılık olup olmadığını Allah dilemedikçe hiç kimsenin
bilmesi mümkün değildir. Aynı şekilde öldürülen çocuğun "tertemiz
bir can" olup olmadığını da Allah bildirmedikçe, hiç
kimse bilemez. Ancak burada Hz. Musa, tüm bu sözleri Allah'ın
dilemesiyle ve Allah kaderinde yazdığı için söylemektedir.
Hz. Hızır’dan aldığı
derslerin devamı için Hz. Musa’nın bulduğu çözüm
Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte
olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben
sana söylemedim mi?" (Musa:) "Bundan sonra sana
bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden
yana bir özre ulaşmış olursun" dedi.
(Kehf Suresi, 75-76)
Kullarına dilediği zaman sabır gösterme gücünü
veren, dilediği zaman da bu gücü geri alan Allah'tır. Kuran'da
müminlerin bu güzel özellikleri pek çok ayette vurgulanmakta,
ancak sabrı verenin Allah olduğu belirtilmektedir.
76. ayette ise Hz. Musa'nın, meydana gelen bu
durumdan Hz. Hızır'ın rahatsızlık duyduğunun farkında olduğu
anlaşılmaktadır. Hz. Hızır'ın yaptığı hatırlatmalara ve sabır
gösteremeyeceği yönünde kesinlik arz eden konuşmalarına rağmen,
Hz. Musa ısrarla sabır göstereceğini ifade etmiş, ancak iki
olaydan sonra artık bir çözüm yolu bulmaya karar vermiştir.
Bunun için de Hz. Hızır'ın bu eğitimden vazgeçmemesine yönelik
yeni bir ikna üslubu kullanmıştır.
Kasaba halkının Hz.
Musa ve Hz. Hızır’ı konuklamaktan kaçınmaları
(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu.
Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba
halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya
yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa)
Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir
ücret alabilirdin." (Kehf
Suresi, 77)

...Onda (kasabada) yıkılmaya yüz
tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti...
(Kehf suresi, 77) |
Yollarına devam eden Hz. Musa ve Hz. Hızır, girdikleri
kasabada güzellikle karşılanmamışlardır. Bu karşılamadan yaptıkları
yolculuğun çok zorlu bir yolculuk olduğu anlaşılmaktadır.
Çünkü kasaba halkı onları konuklamaktan, hatta onlara yemek
vermekten dahi kaçınmıştır.
Bu ayette Allah, doğruyu ve faydalı ilmi bulmak
için her türlü zorluğa talip olunmasının makbuliyetine işaret
etmektedir. Hz. Musa da, Hz. Hızır ile birlikte olabilmek,
onun ilminden istifade edebilmek ve öğütlerinden faydalanabilmek
için her türlü zorluğa razıdır. Bu tüm inananlar için de bir
öğüt niteliğindedir. Müslümanlar da benzer bir durumla karşılaştıklarında
aynı kararlılığı ve güzel ahlakı göstermelidirler.
Ayette ayrıca Hz. Hızır'ın son derece yetenekli,
maharetli ve süratli bir kimse olduğuna işaret edilmektedir.
Bu, hem daha önce gemiyi içindekilere hiç sezdirmeden tahrip
edebilmesinden, hem de duvarı inşa ederken yaptığı işin hızından
ve dayanıklılığından anlaşılmaktadır. Allah ayetinde "hemen
onu inşa etti" diye bildirerek bu hıza ve tecrübeye işaret
etmiştir. Ayrıca Hz. Hızır, gemiyi delerken de çok büyük bir
hüner göstermiştir. Gemiyi tahrip etmemiş, sadece birkaç küçük
hasarla, karşı tarafın beğenmeyeceği bir hale getirmiştir.
Buradan Hz. Hızır'ın duvarın ve geminin yapıldığı malzemeye
tam bir hakimiyeti olduğu anlaşılmaktadır.
Ayetin devamında Hz. Musa üçüncü ve son kez Hz.
Hızır'a bir soru sormaktadır. Oysa Hz. Hızır ücret alıp almaması
gerektiğini zaten Allah'ın kendisine verdiği ilimle gayet
iyi bilmektedir.
Hz. Musa’nın sorduğu
son soru, aralarında ayrılma vaktinin geldiğinin bir işareti
olmuştur
Dedi ki: "İşte bu, benimle senin
aranda ayrılma (zamanı)mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye
güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim.
(Kehf Suresi, 78)
Hz. Hızır bu ayette, Hz. Musa'ya "yorumu
yapılmadığı için sabredemedin" diyerek öğütle açıklamada
bulunacağını söylemektedir. Bu sözleriyle tüm bunların, hikmetleri
açıklanırsa sabredebilecek şeyler olduğunu ifade etmiştir.
Yani eğer Hz. Hızır ilk andan itibaren sorulan soruların hikmetlerini
açıklamış olsaydı, Hz. Musa bunlara sabır gösterebilirdi.
Burada bir kez daha peygamberin veya mürşidin açıklamadığı
konularda mutlak hayır ve hikmet aranması gerektiği akla gelmektedir.
Hz. Hızır’ın gemiyi
delmesinin nedenleri
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı,
onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi
zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı."
(Kehf Suresi, 79)
Bu ayette görüldüğü gibi, ayrılma kararını belirledikten
sonra Hz. Hızır olayların hayır ve hikmetlerini birer birer
açıklamaya başlar. Birinci olayda Hz. Hızır bir gemiyi delmiştir.
Ancak bu gemiyi delmesinin çok önemli birkaç nedeni vardır.
Merhamet, müminlere düşkünlük ve şefkat Allah'ın
peygamberlerinin ve elçilerinin de en dikkat çeken özellikleridir.
Allah'ın üstün ilme sahip kullarından biri olan Hz. Hızır
da tüm elçiler gibi şefkatli ve merhametli, Allah'ın katından
rahmet verdiği bir insandır. O nedenle de yoksulluk ve ihtiyaç
içinde olan bu insanlara yardım etmek için hemen gemilerinde
bir delik açmış, böylece gemiyi eksik ve kusurlu göstererek
zalimlerin el koymasından kurtarmıştır.
Hz. Hızır'ın gemiyi delişinde de çok büyük bir
akıl, feraset, basiret ve ileri görüşlülük hemen dikkati çekmektedir.
Çünkü gemiyi makul ölçülerde, tekrar tamir edildiğinde kolayca
kullanılabilecek şekilde tahrip etmiştir. Böylece gemiyi gören
kişi kusurlu zannedecek ve el koymaktan vazgeçecektir. Ancak
gemi sahipleri zorba kişilerin mallarını gasp etme tehlikesi
ortadan kalktıktan sonra gemiyi kolaylıkla yeniden tamir edip,
kullanabilecek hale getireceklerdir.
Allah, çocuğun canını
almak için Hz. Hızır’ı vesile etmiştir
"Çocuğa gelince, onun anne ve
babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine
azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk.
Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha
hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini
diledik." (Kehf Suresi,
80-81)
Ayette çocuğun ailesinin mümin kimseler olduğu
haber verilmektedir. Bu bilgi ile, o devirde de hak dinin
olduğuna işaret edilmektedir.
Hz. Hızır'ın çocuğun canını almasıyla ilgili
ayetler incelenirken vurgulanması gereken bir diğer konu ise,
çocuğun ölümünün Allah'ın bir takdiri olduğudur. O çocuğun
ölümünü Allah kaderinde yer ve zaman olarak yazmıştır. Allah
"Sizi çamurdan yaratan, sonra bir
ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun katındadır."
(Enam Suresi, 2) ayetiyle insanlara bu gerçeği
hatırlatmaktadır. Kuran'da bildirildiği gibi her insanın canını
melekler alır. Allah, Enfal Suresi'nde bu gerçeği şu şekilde
bildirir:
Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına
vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkar edenlerin
canlarını alırken görmelisin. (Enfal Suresi, 50)
Ancak meleklerin canı alması da bir sebeptir,
gerçekte ise canı alan ancak Allah'tır. Allah bu çocuğun canının
alınmasını Hz. Hızır'ın eliyle takdir etmiştir. Ancak Hz.
Hızır olmayıp, başka biri de bu ölüme bir vesile olabilirdi.
Bir kaza sonucu, kalbinin durması nedeniyle ya da düşüp başını
yaralayarak bir anda hayatını yitirebilirdi. Ayrıca bu olayda
Allah, ölüm meleklerini görünmeyen sebep kılmış, görünen yüzünde
ise, Hz. Hızır çocuğun canını alıyor gibi göstermiştir. Gerçekte
ise Hz. Hızır vahiyle hareket eden bir insandır ve Allah'ın
emrinin dışına kesinlikle çıkamaz. Allah dilemedikçe, kendi
iradesiyle birşey yapması mümkün değildir. Allah bu çocuğun
canını almak için onu vesile etmiştir.
Hz. Hızır ileride inkarcılardan olacağına dair
kesin bilgiye sahip olduğu bir çocuğu, Allah'ın emriyle öldürmektedir.
O çocuğun hem ailesine ve çevresine zulmetmesini engellemek,
hem de günahlara boğulmasına mani olmak istemektedir. Bunun
için önceden tedbir almaktadır.
Hz. Hızır’ın öksüz
çocuklara ait olan duvarı inşa etmesinin hikmeti
"Duvar ise, şehirde iki öksüz
çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih
biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler
ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir.
Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte,
senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu."
(Kehf Suresi, 82)
Hz. Hızır İslam ahlakının bir gereği olarak yetim
çocukların geleceğini düşünmekte ve onlar için çok önemli
bir yatırım yapmaktadır. Eğer Hz. Hızır duvarı tamir etmeseydi,
duvar yıkılıp yetim çocukların babalarına ait hazine ortaya
çıkacak, çocukların malları da zalim kimseler tarafından yağmalanacaktı.
İşte bu nedenle Hz. Hızır hazine için, çocuklar ergenliğe
erişinceye kadar korunup, gizlenebilecek sağlam bir yer yapmış,
onların gelecekleri için önemli bir tedbir almıştır.
Ayette ayrıca Hz. Hızır'ın "Bunları
ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım"
dediğine dikkat çekilmektedir. Bu, daha önce de vurguladığımız
gibi, herşeyi yapanın Allah olduğunu, herşeyin kaderde olup
bittiğini bildiğini gösteren bir konuşmadır. Hz. Hızır hiçbir
kararı kendi dilemesiyle yapmadığını en güzel şekilde ifade
etmektedir.
|