
İNCİL'DE TARİF EDİLEN ALLAH'IN
PEYGAMBERİ HZ.İSA
ıristiyanlık
çeşitli mezheplere, bu mezhepler de kendi içlerinde çeşitli
kollara ayrılmaktadır. İncil'i farklı şekillerde yorumlayan,
farklı uygulamalara sahip çok çeşitli dini akımlar, kiliseler
bulunmaktadır. Ancak bu farklı kolların çok büyük bir bölümünün
ittifakla kabul ettikleri iman esası "üçleme"dir.
Tarih
boyunca üçleme inancını reddeden çeşitli akımlar ortaya çıkmış,
ancak bu akımların büyüyüp güçlenmeleri, çoğunluğu oluşturan
üçleme savunucuları tarafından engellenmiştir. Bu akımlar
hemen "sapkın" ilan edilmiş, baskıya maruz kalmış ve bir şekilde
sindirilmişlerdir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz
bazı azınlık gruplar dışında üçleme inancı, Hıristiyan dünyasında
genelde kabul görmüş ya da kabul görmeye zorlanmıştır.
Kitabın başından beri belirttiğimiz gibi üçleme inancı
Kuran'a tamamen aykırı bir inançtır ve İncil'de dahi yer alan
açıklamalar Hz. İsa'nın hayatının hiçbir anında böyle bir
iddiada bulunmadığını, böyle bir şeyi ima dahi etmediğini,
hatta bu gibi girişimleri bizzat kendisinin engellediğini,
her konuşmasında Allah'ı övdüğünü ve yücelttiğini ortaya koymaktadır.
Günümüzde üçleme inancının karşısında yer alan çevrelerin
en çok üzerinde durdukları konulardan biri de zaten budur:
Hz. İsa'nın beşer kimliği.
Hz. İsa'nın hayatı üçleme iddiasını
yalanlar
İncil'de Hz. İsa'nın hayatı ve bu kıymetli elçinin tebliği
ile ilgili verilen bilgiler ve Hz. İsa'nın hikmetli öğütleri
üçleme inancı nedeniyle asırlardır gözardı edilmektedir. Üçleme
inancı kafaları o kadar karıştırmaktadır ki, bunun sonucunda
Hz. İsa ilahlaştırılmakta ve adeta kendisinden medet umulur
hale getirilmektedir.
Kuran'a göre Hz. İsa, Allah'ın insanlara uyarıcı ve korkutucu
olarak gönderdiği, doğumundan Kendi Katı'na alışına kadar
hayatının her anında benzersiz mucizeler yaratarak yardımda
bulunduğu mübarek bir peygamberidir. Onun doğumu Allah'tan
çok büyük bir mucizedir. Ancak doğumunun ardından o da tüm
insanlar gibi bir yaşam sürmüştür. Hz. İsa da diğer insanlar
gibi Allah'ın "Ol" demesiyle var olmuştur ve Allah'a karşı
aczini bilen, Allah'a muhtaç bir beşerdir. Gerek Kuran ayetlerinde
gerekse İncil'de Hz. İsa'nın beşer özellikleri çok çeşitli
örneklerle tarif edilir. Örneğin önceki bölümlerde de belirttiğimiz
gibi, Rabbimiz Maide Suresi'nin 75. ayetinde Hz. İsa ve Hz.
Meryem için "...ikisi de yemek yerlerdi..."
şeklinde buyurmuş, onların birer melek olmadıklarını, diğer
insanlar gibi olduklarını belirtmiştir.
İncil'de yer alan pek çok örnekte Hz. İsa'nın beşer özelliklerinden
bahsedilmektedir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
Hz. İsa'nın doğumu, soyu, yakınları

Stephan Lochner, Cologne Katedrali, 1440-1450
|
İncil'de Hz. İsa'nın soyu ve dünyaya gelişi ile ilgili çeşitli
açıklamalar bulunmaktadır. Bu bilgilere göre Hz. İsa, Hz.
Davud'un soyundan gelmektedir. Hz. İsa halk arasında tanınan
bir kişidir. Halk onun kimin soyundan geldiğini, nerede doğup
büyüdüğünü bilmektedir. Hz. İsa'nın ailesi halk tarafından
yakından tanınmaktadır:
Eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği
gibi, kulu Davut'un soyundan bizim için
güçlü bir kurtarıcı çıkardı; düşmanlarımızdan, bizden nefret
edenlerin hepsinin elinden kurtuluşumuzu sağladı. (Luka,
1/69-71)
İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soyuyla ilgili
kayıt şöyledir... (Matta, 1/1-2)
Daha sonra İsa'nın annesiyle kardeşleri
geldi. Dışarıda durdular, haber gönderip onu çağırdılar.
(Markos, 3/31)
Önden giden ve arkadan gelen kalabalıklar şöyle bağırıyorlardı:
"Davut oğluna hozana! Rab'bin adıyla gelene
övgüler olsun, en yücelerde hozana!" İsa Kudüs'e girdiği
zaman bütün kent, "Bu kimdir?" diyerek çalkalandı. Kalabalıklar,
"Bu, Celile'nin Nasıra kentinden İsa Peygamber"
diyordu. (Matta, 21/9-11)
Meryem'in oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un
kardeşi olan marangoz değil mi bu? Kızkardeşleri burada,
aramızda yaşamıyor mu?.. (Markos, 6/3)
Hz. İsa'nın beşeri özellikleri
Üçleme inancının özünde Hz. İsa'nın beşeri özelliklerini
gözardı etme anlayışı bulunmaktadır. Oysa İncil'de Hz. İsa
ile ilgili verilen bilgilerden, bu kıymetli insanın "Allah'ın
oğlu değil, Allah'ın mübarek bir elçisi olarak anlatıldığı"
açıkça anlaşılmaktadır. Onun da her insan gibi bir hayat yaşadığı
görülmektedir. O da diğer insanlar gibi doğmuş, bebeklik,
çocukluk ve gençlik dönemlerinden geçmiştir. Yemek yeme ihtiyacı
hissettiğinde yanındaki havarileriyle birlikte Allah'a şükrederek
yemek yemiş, uzun bir günün ardından her insan gibi yorulmuş
ve uyuma ihtiyacı hissetmiştir. Bunun yanı sıra Hz. İsa'nın
yıkanmak, temizlenmek gibi her türlü fiziksel ihtiyacına da
çevresindeki kişiler şahit olmuşlardır. Bunlar, bir insanın
karşılaması zorunlu olan doğal ihtiyaçlarındandır. Ayrıca
üçleme inancında Hz. İsa'ya atfedilmeye çalışılan ilahlık
iddiasıyla da tamamen çelişmektedir.

Jean-Baptiste de Champalgne, Son Yemek, 1631-81
|
İsa bilgice ve boyca gelişiyor, Allah
ve insanlar önünde iyilik buluyordu. (Luka, 2/52)
Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti
ve ekmeği bölüp onlara verdi. (Luka, 24/30)
Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine,
"Sizde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu. Kendisine
bir parça kızarmış balık verdiler. İsa onu alıp gözlerinin
önünde yedi. (Luka, 24/41-43)
Mayasız Ekmek bayramının ilk günü öğrenciler İsa'nın
yanına gelerek, "Fısıh yemeğini yemen için nerede hazırlık
yapmamızı istersin?" diye sordular. (Matta, 26/17)
Daha sonra İsa, Levi'nin evinde yemek yerken...
(Markos, 2/15)
İsa bundan sonra eve gitti. Yine öyle büyük bir kalabalık
toplandı ki, İsa'yla öğrencileri yemek bile yiyemediler.
(Markos, 3/20)
Sofraya oturmuş yemek yerlerken İsa, "Size doğrusunu
söyleyeyim" dedi, "sizden biri, benimle yemek yiyen biri
beni ele verecek." (Markos, 14/18)
Ferisilerden biri İsa'yı yemeğe çağırdı. O da Ferisi'nin
evine gidip sofraya oturdu. (Luka, 7/36)
... İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için
kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli
bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, "Bana su ver,
içeyim" dedi. (Yuhanna, 4/6-7)
İsa, kayığın uç tarafında bir yastığa yaslanmış
uyuyordu... (Markos, 4/38)
İsa onlara, "Gelin, tek başımıza tenha bir yere gidelim
de biraz dinlenin" dedi. Gelen giden öyle
çoktu ki, yemek yemeye bile vakit bulamıyorlardı.
(Markos, 6/31)
...Yolculuktan yorulmuş olan İsa kuyunun yanına
oturdu... (Yuhanna, 4/4)
Yukarıda alıntı yaptığımız bu İncil pasajları Hz. İsa'nın
diğer tüm insanlar gibi Rabbimiz'in rahmetine muhtaç bir beşer
olduğunu ortaya koymaktadır. O, Allah'ın tüm alemlere üstün
kıldığı, peygamberlik makamıyla şereflendirdiği ve mucizelerle
lütufta bulunduğu, çok üstün ahlaklı bir kuludur. O, seçkin
özelliklere sahip bir beşerdir, ama aynı zamanda diğer canlılar
gibi Allah'ın rahmetine muhtaç, aciz bir kuldur. Oysa canlı
ve cansız tüm kainatın yaratıcısı olan Allah daima diridir,
her an herşeye hakimdir, herşeyi bilir, herşeye güç yetirir,
O'nu uyku ve uyuklama tutmaz. O her türlü acizlikten de münezzehtir.
O, yarattıklarına çeşitli acizlikler vermiş ve sahip oldukları
bu eksiklikleri fark ederek yalnızca Kendisi'ne kulluk etmelerini,
herşeyi Kendisi'nden istemelerini emretmiştir.
Hz. İsa da tüm insanlar gibi Allah'ın
rahmetine muhtaç bir kuldur

Allah’ın emri geldi, artık onda acele etmeyin. O (Allah),
şirk koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir.
(Nahl Suresi, 1)
|
Hem Kuran ayetlerinde hem de İncil'de Hz. İsa'nın Allah'ın
sonsuz lütfuyla çeşitli mucizeler gösterdiğinden bahsedilir.
Ancak Hz. İsa her konuşmasında; yaptığı tebliğlerinde ve havarilerle
olan sohbetlerinde bu mucizeleri Allah'ın dilemesiyle gerçekleştirdiğini
belirtmiştir. Konuşanın kendisi değil Allah olduğunu, tüm
yapılan işleri Allah'ın yerine getirdiğini, Allah'ın tüm canlılar
üzerinde tek hakim olduğunu sık sık hatırlatmıştır. Kendisinin
Allah'ın risaletini insanlara duyuran bir kul olduğunu, Allah'ın
dilemesiyle bu yaptıklarını gerçekleştirdiğini, her yaptığının
Allah'ın kontrolünde olduğunu vurgulamıştır. Bu açıklamalarından
bazıları şu şekildedir:
Herşey bana Rabbim tarafından verildi... (Matta,
11/27)
...Allah'ın bana verdiği buyruk uyarınca iş görüyorum...
(Yuhanna, 14/31)
...Size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemiyorum...
(Yuhanna, 14/10)
...Size önemle belirtirim ki, elçi kendiliğinden
hiçbir şey yapamaz... (Yuhanna, 5/19)
...Benim öğretişim kendimden değil, beni gönderenden
esinleniyor. (Yuhanna, 7/16)
Onları bana veren Rabbim her varlıktan üstündür...
(Yuhanna, 10/29)
Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım. Ne diyeceğimi,
ne konuşacağımı beni gönderen Allah buyurdu. O'nun
buyruğunun ise sonsuz yaşam olduğunu biliyorum. Bunun için
konuştuğum her sözü Allah'ın bana bildirdiği gibi söylüyorum.
(Yuhanna, 12/49-50)
İsa Allah'ın herşeyi kendi ellerine verdiğini ve
Allah'tan gelmiş olup yine Allah'a gittiğini biliyordu.
(Yuhanna, 13/3)
Beni gönderen benimle beraberdir. O beni kendi başıma bırakmadı.
Çünkü ben her zaman O'nun beğendiği işleri yapıyorum.
(Yuhanna, 8/29)
Ben kendi kendime hiçbir şey yapamam; işittiğim
gibi yargılarım. Benim yargılayışım doğrudur. Çünkü kendi
isteğimi değil, beni gönderenin isteğini ararım.
(Yuhanna, 5/30)
Kendisine Rabbimden olanak sağlanmadıkça, kimse
bana gelemez... (Yuhanna, 6/65)
İncil'de yer alan yukarıdaki açıklamalar üçleme inancı açısından
son derece önemlidir. Çünkü bu ifadelerde, Hz. İsa'nın
bir ilah değil (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'a muhtaç, Allah'ın
dilediği şekilde hareket eden, Allah'ın emrettiği şekilde
karar veren, Allah'ın ilhamıyla konuşan, Allah'ın beğeneceği
işler yapan bir kul olduğu bizzat Hz. İsa'nın kendisi tarafından
dile getirilmektedir. Ancak üçleme inancında tüm
bu hikmetli ve samimi ifadeler göz ardı edilmekte, Hz. İsa
ise var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, üstün bir
varlık olarak tanıtılmak istenmektedir. Oysa bunlar gerçeği
yansıtmadığı gibi, hem Rabbimiz'in yüce Zatı'na hem de O'nun
mübarek elçisi Hz. İsa'ya karşı da saygıdan uzak bir yaklaşımı
yansıtmaktadır. Rabbimiz tüm bu benzetmelerden münezzehdir.
O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, tüm kusur ve eksikliklerden
uzak, sonsuz ve tek güç sahibi olan Allah'tır. O'na denk ve
eş bir varlık yoktur.
Buradaki ifadede Hz. İsa'nın yalnızca Allah'a kulluk etmekle
ilgili hükümlere uyduğu açıkça görülmektedir. Yalnızca Allah'a
kulluk eden Hz. İsa'yı sözde Allah ile eşit sayan üçlemenin
ne kadar batıl bir inanç olduğu, buradan da anlaşılabilir.
(Allah'ı tenzih ederiz)
Hz. İsa'nın Allah'a dua etmesi
Üçleme inancını yalanlayan bir diğer delil ise, bu mübarek
insanın Rabbimiz'e olan samimi dualarıdır. Dua eden insan
Allah'ın varlığını ve birliğini, O'na karşı olan acizliğini,
kendisine tek yardım edecek olanın Allah olduğunu ve O'ndan
başka ibadet edilecek hiçbir güç olmadığını kabul etmiş demektir.
Dua Allah'a olan derin teslimiyetin, kişinin kendi aczinin
farkında oluşunun en güzel ifade şekillerinden biridir. Rabbimiz
tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan ve sonsuz kudret sahibi
olandır. Evrende tüm kudret O'na aittir. Yardım ve bağışlanma,
sadece ve sadece, herkesin Kendisi'ne muhtaç olduğu, Kendisi
ise kimseye muhtaç olmayan Allah'tan istenir. Hz. İsa'nın
duaları da Allah'a olan teslimiyetinin ve sahip olduğu güçlü
Allah korkusunun en samimi göstergelerindendir. İncil'de belirtildiğine
göre Hz. İsa hem şükretmek hem de istekte bulunmak amacıyla
Rabbimiz'e dua etmiştir. Kendisine isteklerini verebilecek
tek ve mutlak gücün Allah olduğunu bilmiştir:
Biraz ileriye giderek yüzüstü yere kapandı, duaya
koyuldu... (Matta, 26/39)
Halka çimenlerin üzerine oturmalarını buyurduktan sonra,
beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe dikerek
şükran duasını yaptı... (Matta, 14/19)
Halkı salıverdikten sonra dua etmek için tek başına
dağa çıktı. Akşam olurken orada yalnızdı. (Matta,
14/23)
Sabah çok erkenden, ortalık henüz ağarmadan İsa kalktı,
evden çıkıp ıssız bir yere gitti, orada dua etmeye
başladı. (Markos, 1/35)
Onları uğurladıktan sonra, dua etmek için dağa
çıktı. (Markos, 6/46)
İsa öğrencilerine, "Ben dua ederken siz
burada oturun" dedi. (Markos, 14/32)
O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı
ve bütün geceyi Allah'a dua ederek geçirdi.
(Luka, 6/12)
İsa bir yerde dua ediyordu. Duasını bitirince öğrencilerinden
biri O'na, "Öğretmen" dedi, "Yahya'nın kendi öğrencilerine
öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret."
(Luka, 11/1)
... Ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim.
Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir." (Luka, 22/32)
Kuran'da yer alan bir ayette de Hz. İsa'nın, Rabbimiz'in
en güzel sıfatlarını anarak yaptığı samimi duası şöyle bildirilmiştir:
Meryem oğlu İsa: "Allah'ım, Rabbimiz,
bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir
bayram ve Sen'den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır,
Sen rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti. (Maide Suresi,
114)
Allah Hz. İsa'nın bu duasını kabul etmiş ve şöyle buyurmuştur:
Allah demişti ki: "Şüphesiz Ben bunu size
indireceğim. Artık bundan sonra sizden kim inkâr ederse,
Ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım
bir azapla azablandıracağım." (Maide Suresi, 115)
Hz. İsa Allah'a dua ederek O'ndan bir sofra indirmesini istemiştir.
Allah Hz. İsa'nın bu duasını kabul ederek O'nun dileğini yerine
getirmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki, Hz. İsa'nın bu mucizeyi
yerine getirecek bağımsız ve özel bir gücü bulunmamaktadır.
O, Allah'ın sonsuz yaratma gücünü insanlara göstermesinde
elçilik görevini üstlenen çok mübarek bir kuldur.
İncil'de Hz. İsa "Allah'ın elçisi"
olarak isimlendirilmiştir
Üçleme inancının özünde, Hz. İsa'yı Allah'ın risaletini tebliğ
eden bir elçi ya da diğer peygamberler gibi Allah'ın gönderdiği
bir kul olarak değil, "Allah'ın oğlu" (Allah'ı tenzih ederiz)
olarak görme anlayışı bulunmaktadır. Oysa İncil'de Hz. İsa'nın
Allah'ın vahyini tebliğ eden, insanları iman etmeye ve Allah'a
teslim olmaya davet eden bir elçi olduğu anlatılır. Hz. İsa
da "gönderilmiş bir elçi" olduğunu tebliğlerde sürekli ifade
etmektedir. Hz. İsa'nın Allah'a söylediği "Ben onlara Senin
sözünü ilettim" (Yuhanna, 17/14) şeklindeki sözü özellikle
dikkat çekicidir. O da Hz. Süleyman, Hz. Musa, Hz. Davud,
Hz. Muhammed gibi bir peygamberdir, Allah'ın risaletini tebliğ
eden bir elçidir. Nitekim bir İncil pasajında Hz. Musa'nın;
"Tanrı size kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi
bir peygamber çıkaracak" (Elçilerin İşleri, 7/37) şeklinde
söylediği haber verilmektedir. Hz. İsa'nın peygamberliğini
teyit eden İncil açıklamalarından bazıları şu şekildedir:
Beni sevmeyen, sözlerimi tutmaz. İşittiğiniz söz benim
değil, beni gönderen Allah'ındır. (Yuhanna,
14/24)
Eğer Rabbimin işlerini yapmıyorsam, bana iman etmeyin.
Ama yapıyorsam, bana iman etmeseniz bile, yaptığım işlere
iman edin… (Yuhanna, 10/37-38)
Halk, İsa'nın yaptığı mucizeyi görünce, "Gerçekten dünyaya
gelecek olan peygamber budur" dedi. (Yuhanna,
6/14)
..."O adam, Allah'ın ve bütün halkın önünde gerek
söz, gerek eylemde güçlü bir peygamberdi." (Luka,
24/19)
... Çünkü beni göndereni tanımıyorlar.
(Yuhanna, 15/21)
Allah, sizleri kötü yollarınızdan döndürüp kutsamak
için kulunu ortaya çıkarıp önce size gönderdi."
(Elçilerin İşleri, 3/26)
Sonsuz yaşam, tek gerçek Rab olan Seni ve gönderdiğin
İsa Mesih'i tanımalarıdır. Yapmam için bana verdiğin işi
tamamlamakla Seni yeryüzünde yücelttim. Dünyadan bana verdiğin
insanlara Senin adını açıkladım. Onlar senindiler, bana
verdin ve Senin sözüne uydular. Bana verdiğin herşeyin Sen'den
olduğunu şimdi biliyorlar. Çünkü bana ilettiğin sözleri
onlara ilettim, onlar da kabul ettiler. Senden çıkıp geldiğimi
gerçekten anladılar, beni Senin gönderdiğine iman ettiler.
(Yuhanna, 17/3-8)
Size doğrusunu söyleyeyim, benim gönderdiğim herhangi
bir kimseyi kabul eden beni kabul etmiş olur. Beni kabul
eden de beni göndereni kabul etmiş olur. (Yuhanna,
13/20)
...Ben kendiliğimden gelmedim. Ama beni gönderen
gerçektir. Ne var ki, O'nu tanımıyorsunuz. Oysa ben O'nu
tanıyorum. Çünkü O'ndanım ve beni O gönderdi. (Yuhanna,
7/28-29)
İsa, "Başka yere gidelim" dedi, "Yakın kasabalara.
Oralarda da sözü yaymam gerek. Çünkü bunun için geldim."
(Markos, 1/38)
İsa, "Allah tarafından onaylanan iş, O'nun gönderdiği
kişiye iman etmenizdir" diye karşılık verdi. (Yuhanna,
6/29)
Allah'ın gönderdiği kişi Allah'ın sözlerini konuşur...
(Yuhanna, 3/34)
...Ama beni gönderen gerçektir ve ben O'ndan duyduklarımı
dünyaya bildiriyorum. (Yuhanna, 8/26)
... İsa, "Benim, sizin bilmediğiniz bir yiyeceğim var"
dedi. Öğrenciler birbirlerine, "Acaba biri ona yiyecek mi
getirdi?" diye sordular. İsa, "Benim yemeğim, beni
gönderenin isteğini yerine getirmek ve O'nun işini tamamlamaktır"
dedi. (Yuhanna, 4/31-34)
Hz. İsa'nın tebliğinin özü: Allah'a
iman ve kulluk
Üçleme
inancına göre Hıristiyanlığın öncelikli şartı Hz. İsa'ya imandır
ve üçlemeye inanmayan bir kişi gerçek bir Hıristiyan değildir.
Oysa İncil'de bu iddiaları çürüten çok net açıklamalar bulunmaktadır.
Özellikle de Hz. İsa'nın tebliği, insanları sadece Allah'a
iman etmeye davet etmek üzerinedir. Hz. İsa çevresindeki insanların
sorularını, şüphelerini, kuşkulu yaklaşımlarını onları Allah'a
teslim olmaya davet ederek gidermektedir.
İsa ona şu karşılığı verdi: "Allah'ın Rab'be tapacak,
yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır."
(Luka, 4/8)
"Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni
gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle
biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir. (Yuhanna, 5/24)
"Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden
nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü
hor görür. Siz hem Allah'a, hem de paraya kulluk edemezsiniz.
(Matta, 6/24)
İsa ona şu karşılığı verdi: "Allah'ın olan Rab'bi
bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla sev.'
(Matta, 22/37)
Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa'nın onlara güzel
bir cevap verdiğini gören bir din bilgini yaklaşıp ona,
"Tüm buyrukların en önemlisi hangisidir?" diye sordu. İsa
şöyle karşılık verdi: "En önemlisi şudur: Dinle, ey İsrail!
Allah'ımız olan Rab tek Rab'dir. Allah'ın olan Rab'bi
bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle
sev. İkincisi de şudur: Komşunu kendin gibi sev.
Bunlardan daha büyük buyruk yoktur." Din bilgini İsa'ya,
"İyi söyledin, öğretmenim" dedi. "Allah tektir ve O'ndan
başkası yoktur" demekle doğruyu söyledin. (Markos, 12/28-32)
Bunun üzerine taşı kaldırdılar. İsa gözlerini gökyüzüne
dikerek şöyle dedi: "Rab, beni işittiğin için Sana
şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama
bunu, çevrede duran halk için, beni Senin gönderdiğine iman
etsinler diye söyledim." (Yuhanna, 11/41-42)

Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin"
diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik,
gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol"
demişlerdi.
(Maide Suresi, 111)
|
İsa yüksek sesle, "Bana iman eden bana değil, beni
gönderene iman etmiş olur" dedi. "Beni gören, beni
göndereni de görür. Bana iman eden hiç kimse karanlıkta kalmasın
diye, dünyaya ışık olarak geldim. Sözlerimi işitip de onlara
uymayanı ben yargılamam. Çünkü ben dünyayı yargılamaya değil,
dünyayı kurtarmaya geldim. Beni reddeden ve sözlerimi kabul
etmeyen kişiyi yargılayacak biri var. Söylediğim söz o kişiyi
son günde yargılayacaktır. Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım.
Beni gönderen Allah'ın Kendisi ne söylemem ve ne konuşmam
gerektiğini bana buyurdu. O'nun buyruğunun sonsuz yaşam olduğunu
bilirim. Ne söylüyorsam, Allah'ın bana söylediği gibi söylüyorum."
(Yuhanna, 12/44-50)
Yukarıdaki İncil açıklamalarında da görüldüğü gibi Hz. İsa
diğer tüm peygamberler gibi Allah'a tüm kalbiyle teslim olmuş
mübarek bir kuldur. İnsanlara Allah'ın vahyini aktarmış, onlara
Allah'a bir ve tek olarak iman etmeleri için çağrıda bulunmuştur.
Yeryüzünde devam eden hayatı boyunca çok zor şartlarla karşılaşmış,
tebliğini engellemeye çalışan çok sayıda din karşıtı insan
olmasına karşın, çok üstün bir sabır göstererek Allah'ın dinini
anlatmaya devam etmiştir. Şiddetli Allah korkusu ile son ana
kadar insanları tüm kainatın yaratıcısı olan Allah'a iman
etmeye ve O'na kulluk etmeye davet etmiştir. Tüm bunlar Hz.
İsa'nın Allah'ın oğlu değil (Allah'ı tenzih ederiz), kavmine
Allah'tan müjdeler getiren, ahiret gününe karşı insanları
uyaran, güzel ahlaka davet edip her türlü bağnazlıktan kurtulmaları
için onlara çağrıda bulunan bir peygamber olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır. Sadece Hz. İsa değil, Hz. İsa'nın tebliğini
dinleyen, öğütlerini tutan ve bu kutlu insanın izinden giden
ilk İseviler de Hz. İsa gibi birer muvahhiddiler. Gördükleri
baskılar onları asla yıldırmamış, Allah'ı birleyenler olarak
Hz. İsa'nın yolundan hiçbir şekilde dönmemişlerdir. Bu kişiler
Nasranilerdir.
Hz. İsa'nin Tebliğine Uyan Samimi Hıristiyanlar:
Nasraniler
Hz. İsa, arkasında sadık bir müminler topluluğu
bıraktı. Yeni Ahit'e göre Hz. İsa'nın seçtiği on iki havari,
Hz. İsa'nın ailesi ve Hz. İsa'ya iman eden diğer Yahudilerden
oluşan bu topluluk, diğer Yahudiler tarafından "Nasraniler"
(Nazareans) olarak tanımlandılar.11
Bu ifadenin, İncil'de Hz. İsa için kullanılan "Nasıralı İsa"
deyiminden türediği ya da bu deyimle aynı kaynaktan çıktığı
kabul edilir.
Nasraniler Eski Ahit'e ve Hz. Musa'nın hükümlerine
uymaya devam ediyorlar, Musevi inancının emir ve yasaklarına
uyuyorlardı. Nasranileri diğer Yahudilerden ayıran en önemli
fark ise, Hz. İsa'nın getirdiği yeni dini benimsemeleri ve
onu bir peygamber ve bir Mesih olarak kabul etmeleriydi. Hz.
İsa'nın, daha önceden Hz. Musa tarafından haber verilen12
ve Allah'ın, Yahudileri doğru yola yöneltip dinlerini batıl
inanışlardan arındırmak için gönderdiği peygamber olduğuna
iman ediyorlardı. Nasraniler Hz. İsa'nın Allah Katı'na alınışının
ardından, onun getirdiği mesajı yaymak için tüm imkanlarıyla
mücadele ettiler. Yeni Ahit'in İncillerden sonra en önemli
kitabı kabul edilen Elçilerin İşleri, bu konu hakkında önemli
bilgiler verir.
Nasranilerin mesajı
Elçilerin İşleri'nde yazıldığına göre, Hz. İsa'nın öğrencileri
peygamberlerinin Allah Katı'na alınışının ardından yoğun bir
baskı görmeye başladılar. Dönemin Yahudi din adamları, onları
kendilerince sapkın bir mezhep olarak görüyor ve elden geldiğince
susturmak ve sindirmek istiyorlardı. Romalıların gözünde de
sakıncalı bir konumdaydılar. Ancak baskılar ve kınamalar onları
yıldırmadı. Bunun en büyük sırrı ise kuşkusuz Allah'a olan
inançlarıydı. Bu inanç onlara büyük bir dayanışma ve kardeşlik
de kazandırmıştı. Elçilerin İşleri'nde bu durum şöyle anlatılır:
İmanlıların tümü birarada bulunuyor, herşeyi ortaklaşa
kullanıyorlardı. Mallarını mülklerini satıyor ve bunun parasını
herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı. Her gün tapınakta
toplanmaya devam eden imanlılar, kendi evlerinde de ekmek
bölüp içten bir sevinç ve sadelikle yemek yiyor ve Allah'ı
övüyorlardı. Tüm halkın beğenisini kazanmışlardı. Rab de
her gün yeni kurtulanları onların arasına katıyordu. (Elçilerin
İşleri, 2/44-47)
Bir başka bölümde, Nasraniler arasındaki dayanışma ve fedakarlık
şöyle anlatılır:
İnananların topluluğu yürekte ve düşüncede birdi. Hiç kimse
sahip olduğu herhangi bir şey için "bu benimdir" demiyor,
herşeylerini ortak kabul ediyorlardı... Allah'ın büyük lütfu
hepsinin üzerindeydi. Aralarında yoksul olan yoktu. Çünkü
toprak ya da ev sahibi olanlar bunları satar, sattıklarının
bedelini getirip elçilerin buyruğuna verirlerdi; bu da herkese
ihtiyacına göre dağıtılırdı. Örneğin, Kıbrıs doğumlu bir
Levili olan ve elçilerin Barnaba, yani 'Cesaret Verici'
diye adlandırdıkları Yusuf, sahip olduğu bir tarlayı sattı,
parasını getirip elçilerin buyruğuna verdi. (Elçilerin İşleri,
4/32-37)
Bu denli büyük bir iç disipline sahip olan Nasraniler, Hz.
İsa'nın tebliğini diğer Yahudilere anlatmaya devam ettiler.
Hz. İsa'yı tanıtırken de onun Allah'ın Yahudilere gönderdiği
son peygamber olduğunu söylüyorlardı. Havari Petrus'un Süleyman
Tapınağı'ndaki bir grup Yahudiye yaptığı bir konuşma, Elçilerin
İşleri'nde şöyle aktarılır:
"Şimdi ey kardeşler, yöneticileriniz gibi sizin de bilgisizlikten
ötürü böyle davrandığınızı biliyorum... Öyleyse, günahlarınızın
silinmesi için tövbe edin ve Allah'a dönün. Öyle ki, Rab
size yenilenme fırsatları versin ve sizin için önceden belirlenmiş
olan Mesih'i, yani İsa'yı göndersin. Allah'ın eski çağlardan
beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, herşeyin
yeniden düzenleneceği zamana dek İsa'nın gökte kalması gerekiyor.
Musa şöyle demişti: 'Tanrınız olan Rab size, kendi kardeşlerinizin
arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak. Onun size
söyleyeceği her sözü dinleyin. O peygamberi dinlemeyen herkes
Allah'ın halkından koparılıp yok edilecektir.'
Samuel ve ondan sonra gelip konuşmuş olan peygamberlerin
hepsi de bu günleri duyurmuştur. Sizler peygamberlerin mirasçıları,
Allah'ın atalarınızla yaptığı antlaşmanın mirasçılarısınız.
Nitekim Rab İbrahim'e şöyle demişti: 'Senin soyunun aracılığıyla
yeryüzündeki tüm halklar kutsanacaktır.' Allah, her birinizi
kötü yollarından döndürüp kutsamak için kulunu ortaya çıkarıp
önce size gönderdi." (Elçilerin İşleri, 3/17-26)
Bu ifadelerde Petrus, Hz. İsa'dan "Allah'ın kulu"
diye bahsetmekte ve onun bir peygamber olduğunu vurgulamaktadır.
Hz. İsa'nın, Hz. Musa tarafından haber verilmiş bir
peygamber olduğu insanlara anlatılmaktadır ve "Allah'ın Oğlu"
gibi bir kavram yer almaktadır. Üçleme inancından
ya da Hz. İsa'ya atfedilen sözde ilahlık sıfatından da bir
bahis yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Nasranilere Baskılar
Elçilerin İşleri'nde anlatıldığına göre dönemin Yahudi din
adamları Nasranilerden rahatsız oldu ve onların tebliği yayıldıkça
bu rahatsızlık arttı. Hem Yahudi din adamları, hem de onlar
tarafından kışkırtılan Roma yönetimi onları "siyasi açıdan"
tehlikeli bir grup saydı ve hedef aldı. Tarihi kayıtlara göre,
Nasranilere karşı uygulanan baskı politikası giderek arttı.
Birçok kez tutuklandılar, kırbaçlandılar ve Hz. İsa'nın adını
anmamaları için uyarıldılar. MS 48-49 yıllarında Nasranilerin
tutuklanması ve cezalandırılması iyice arttı. Sonunda, MS
62-65 yılları civarında Nasranilerin lideri tutuklandı ve
öldürüldü. Nasranilerin diğer Yahudilerle, özellikle de önde
giden din adamları ile (Saddukiler ve Ferisiler) anlaşamamalarının
nedeni, İncil metinlerine göre, bu din adamlarının "kuşaktan
kuşağa aktardıkları geleneklerle Tanrı'nın sözünü geçersiz
kılmaları"ydı. (Markos, 7/13)
Yeni Ahit'e göre Hz. İsa'nın yakın ailesinin ve havarilerinin
liderliğinde yaşayan bu cemaatin belirgin vasfı "bir ve tek
olarak Allah'a" inanmalarıydı. Nasraniler için Hz.
İsa Allah'ın kutlu elçisi idi. Üçleme inancı ise onlar için
hiçbirşey ifade etmiyordu. Onlar için önemli olan
Hz. İsa'nın getirdiği mesajdı. Nitekim Nasrani yazılarında
-örneğin Yeni Ahit'teki "Yakub'un Mektubu"nda- hep Allah'a
imana çağrıda bulunulmakta ve daha çok imani kavramların üzerinde
durulmaktadır.
48-49 yılları arasında Yahuda'nın Romalı valisi, çok sayıda
Nasraniyi çarmıha gerdirdi. Roma'ya karşı gelişen her türlü
isyan hareketinde Nasranilerin de rolü olduğu düşünülüyordu.
50'li yıllarda baskı sürdü. Nasrani topluluğu 65 yılında Kudüs'ten
çıktı ve Mezopotamya'ya doğru göç etti.
"Sapkınlar" ve Ebionlar
Nasraniler, ikinci yüzyıldan itibaren Kilise
önderlerinin yazılarında "sapkın" bir mezhep olarak anılmaya
başladılar. Kilise'nin önemli isimlerinden biri olan Justin
Martyr, MS 150 yılında yazdığı bir metinde, Hz. İsa'yı bir
Mesih olarak tanıyan, ancak yine de onu normal bir insan sayan,
yani "Tanrı'nın oğlu" (Allah'ı tenzih ederiz) olarak görmeyen,
bir mezhepten söz etmişti. Martyr bir konuyu daha vurgulamıştı;
bu insanlar üçlemeyi savunan çevreler tarafından kötüleniyorlardı
ve iki tarafın arası son derece bozuktu.13
Bundan yaklaşık yarım yüzyıl sonra ise, Katolik Rahip Irenaeus,
Adversus Haereses (Sapkınlara Cevaplar) adlı bildirisini yayınlandı.
Irenaeus'un en çok yerdiği "sapkın"ların başında da "Ebionim"
olarak tanımladığı bir cemaat geliyordu. "Ebionim" kelimesi,
İbranice'deki "Ebion" kelimesinin çoğuluydu ve kısaca "fakirler"
anlamına geliyordu.

Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah
Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun
adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette
'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır…"
(Al- I İmran Suresi, 45)
|
Irenaeus'a göre Ebionlar
cemaatinin "sapkın" olmasının nedeni ise, Hz. İsa'nın normal
bir insan olduğu yönündeki inançlarıydı. Ayrıca yine Irenaeus'a
göre, Yahudi hükümlerinin tüm kurallarına hala titizlikle
uyuyorlar, öte yandan dört İncil içinden de bir tek Matta
İncili'ni kabul ediyorlardı.14 Yazılı
kaynaklardan söz konusu Ebionlar cemaatinin Nasraniler olduğu
anlaşılmaktadır. Kilise önderleri "Ebion" ve "Nasrani" terimlerini
hep aynı topluluğu ifade etmek için kullanmışlardır. Örneğin
4. yüzyılın sonlarında Epiphanius adlı bir Kilise yazarı,
yazdığı bir bildiride "Nasrani" ve "Ebion" kelimelerini aynı
anlamda ve aynı grubu ifade etmek için dönüşümlü olarak kullanıyordu.
Epiphanius'a göre, bu grubun "sapkınlığı" Hz. İsa'nın
sözde ilah olduğunu reddetmelerinden ve onu normal bir insan
olarak tanımlamalarından kaynaklanıyordu. Epiphanius,
bu kişilerin, Kilise'nin onayladığı Yeni Ahit kitaplarını
değil, bu kitapların "başka versiyonlarını" kullandıklarını
da vurguluyordu.15
Ebionların Hz. İsa'yı bir insan olarak gördükleri, ona ilahlık
atfetmek gibi bir inanca sahip olmadıkları, 22 Aralık 2003
tarihli Time dergisinde yayınlanan "The Lost Gospels" (Kayıp
İnciller) başlıklı bir makalede de şöyle vurgulanıyordu:
Ebionlar Hz. İsa'ya inanıyor, ancak (araştırmacı)
Ehrman'ın belirttiği gibi, 'onu Yahudi kutsal kitabında
vaat edildiği gibi, "Yahudilere gönderilmiş Yahudi Mesihi"
olarak görüyorlardı. Ebionların inandığı Hz. İsa, Üçleme'nin
bir parçası değildi. Onun bir insan olduğunu ve özelliğinin
Yahudi şeriatını mükemmelleştirmek olduğunu savunuyorlardı.16
Kudüs'ten ayrılan Nasraniler Suriye taraflarına göç ettiler
ve ilerleyen birkaç yüzyılda Mezopotamya'da varlıklarını sürdürdüler.
Ancak Nasraniler bir topluluk olarak bu bölgede yaşadılarsa
da, Nasrani öğretisi giderek yayıldı ve çok daha uzak coğrafyalara
ulaştı. Roma'daki Katolik Kilisesi'nin ulaşmadığı bölgelerde,
en azından Hıristiyanlığın ilk dört yüzyılında, Nasrani inancına
sahip çeşitli Hıristiyan mezhepleri geliştiler. Nasrani öğretisine
sahip çıkan ya da en azından bu öğretiden etkilenen söz konusu
muhalif Hıristiyan hareketlerinin en ünlüsü, önceki bölümlerde
üzerinde durduğumuz İskenderiye Piskoposu Arius'un adıyla
anılan "Ariusçuluk" hareketiydi.
11. Nasrani terimi, Yeni Ahit'in Elçilerin
İşleri kitabında geçer. Burada gelenekçi Yahudiler, Hz. İsa'nın
öğrencilerini tanımlamak için "Nasrani tarikatı"
deyimini kullanırlar. (24:5) Terim, döneme ait Yahudi ve Hıristiyan
kaynaklarında da geçmektedir. 
12. Tevrat'ta Hz. Musa'nın şöyle dediği yazılıdır: "Allah'ınız
olan Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi
bir peygamber çıkaracak. Onun size söyleyeceği her sözü dinleyin.
O peygamberi dinlemeyen herkes Tanrı'nın halkından koparılıp
yok edilecektir." (Tesniye, 18:15)
13. Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic
Legacy, s. 136
14. Irenaeus, Adversus Haereses, 1:26; Michael Baigent, Richard
Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, s. 136
15. Epiphanius. Contra Octoaginta Haereses, xxx, s. 45; Michael
Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy,
s. 137
16. David van Biema, The Lost Gospels, Time, 22 Aralık 2003
 |