Meselelerin Devlete Bağlılıkla Çözümü
Bu noktaya kadar ele aldıklarımız, bizlere iki önemli sonuç gösterdi:
1. Bir milletin varlığı ve bekası için, güçlü bir devlete sahip olması
zorunludur.
2. Türkiye Cumhuriyeti, Türk Milleti'nin yararını gözeten, milletin
refahının, güvenliğinin ve geleceğinin yegane teminatı olan bir devlettir.
Dolayısıyla, önceden de belirttiğimiz gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni
korumak, devlete sahip çıkmak her Türk vatandaşının öncelikli görevidir.
Hiçbir Türk vatandaşı, devlet kurumlarına zarar verecek, bu kurumların
işleyişini aksatacak ya da devletin temel değerlerini yıpratacak bir faaliyet
içine kesinlikle girmemelidir. Milli görevimiz, her zaman için devletin
yanında olmaktır. Bunun aksinde faaliyet gösteren bir insan, kendi oturduğu
bir apartmanın temellerini baltalayan bir kişi gibi, kendi varlığına ve
geleceğine zarar vermiş olur.
Bazı kimselerin bu gerçeği kavrayamayarak devlete karşı tavır almalarının
ve "devlet aleyhtarı" bir tutum benimsemelerinin nedeni ise,
çoğu zaman devlet ile hükümet arasındaki farkı gözardı etmesidir.
Hükümetle Devleti Ayırt Etmek
60'lı yıllarda hem ülkemiz
hem de diğer ülkeler çeşitli sol eylemlerle çalkalanmıştır. Bu da
tüm dünyayı etkileyen bir istikrarsızlık döneminin yaşanmasına sebep
olmuştur.

|
Devletin üç temel gücünden biri, yürütmedir. Yürütme gücü, yani kanunları
uygulama ve ülkeyi idare etme görevi, Anayasamız'a göre Bakanlar Kurulu
ya da bir başka deyişle hükümet tarafından kullanılır. Hükümetler, Cumhurbaşkanı
tarafından TBMM üyeleri arasından seçilen Başbakan tarafından kurulur.
Temayüller uyarınca, genellikle genel seçimde en çok oyu alan siyasi partinin
genel başkanı Başbakan olarak atanmaktadır. Hükümet üyeleri ise, ya tamamen
aynı siyasi partinin milletvekillerinden oluşmakta, ya da bir koalisyon
hükümeti durumunda hükümete katılan partiler arasında bölüşülmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Hükümet geçicidir. Seçimle
işbaşına gelir, icraat yapar. Ülkeyi iyi de yönetebilir, kötü de. Eğer
kötü yönetirse, bir sonraki seçimle iş başından uzaklaşacaktır. İktidarda
kaldığı sürece hükümet eleştirilecek, hatalarının üzerine gidilecektir.
Belki bakanların bir kısmı görevlerini başarıyla yürütürken, diğerleri
aynı sonucu elde edemeyecektir. Bu nedenle hükümetin içinde zaman zaman
değişiklikler olacak, bazı bakanlar görevden alınırken yerlerine yeni
siyasetçiler atanacaktır.
Özetle, hükümet devlet gibi kalıcı ve kaim bir kurum değildir.
Silahlı Kuvvetler gibi, adli sistem gibi, bürokrasi gibi, mutlaka korunması
ve desteklenmesi gereken bir yapı değildir. Herkes devlete sahip çıkmakla
yükümlüdür, ama hükümet eleştirilebilir, değişmesi talep edilebilir.
Ancak kimi zaman bu ayrım gözardı edilmekte ve hükümetlere yöneltilen
eleştiriler, doğrudan devlete yönelik suçlamalar haline getirilmektedir.
Çoğu kimsenin "devlet aleyhtarı" bir psikolojiye girmesine,
bu türde gösterilere katılmasına neden olan etken, aslında hükümet uygulamalarına
duyduğu tepkiyi, doğrudan devlet kurumuna yöneltmesidir.
Bu yanlış mantığın örnekleri, devletin bir başka kurumunda yaşanan yanlışlıklar
ya da yolsuzluklar üzerine de ortaya çıkabilir. Örneğin bürokrasinin belirli
bir organında yapılan bir haksızlık ya da yolsuzluk, bazı insanlarda "devlete
tepki" şeklinde yankı uyandırmaktadır. Oysa devlet kurumlarına yönelecek
her türlü eleştirinin yapıcı olması gerekir.
Her Türk vatandaşı şöyle düşünmelidir: "Devlet bizim devletimizdir,
bizim varlığımızın ve geleceğimizin teminatıdır. Devletin kurumlarındaki
her türlü yanlış ve aksaklıkları el birliği ile düzeltmemiz, tamir etmemiz
gerekir."
Farklı Siyasal Görüşlerin Devlete Bağlılıkta Birleşmesi
Demokratik bir toplumda, ülke meselelerinin çözümü için herkesin ve
her grubun farklı fikirleri olabilir. Örneğin kimisi serbest piyasa ekonomisini
savunur, bir başkası karma ekonominin yararlı olacağını düşünür. Benzer
şekilde, dış politikadan ülkenin bayındırlık meselelerine kadar her konuda
farklı görüşler olabilir. Dünya görüşü yönünden de toplumun bir kısmı
daha muhafazakar, bir kısmı daha liberal olacaktır. Ama önemli olan tüm
bu farklı siyasi ve kültürel akımların, devlete bağlılık konusunda ortak
bir tavır göstermeleridir.
Çünkü tüm bu gruplar, Türkiye Cumhuriyeti'nin unsurlarıdır ve ancak
Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü olduğu sürece, bağımsız bir millet olarak
yaşama şansına sahiptirler. Kendi aralarında siyasi mücadeleler yürütebilir,
farklı partiler kurabilirler. Ama hepsi devlete sadakat, devletin ve devletin
kurumlarının korunması konusunda aynı duyarlılıkta olmalıdır.
Devletin güçlü bir otoriteye sahip olmadığı
ülkelerde her türlü terör eylemleri, kargaşa ve kaos yaşanması olağandır.
|
Eğer bir siyasi grup bu temel ilkeyi terk eder ve devlete karşı tavır
almaya başlarsa, işte buna izin verilemez. Nitekim Türkiye'nin tarihinde
böyle denemeler olmuştur. Bir kısım gruplar, Sovyetler Birliği'nin ya
da Komünist Çin'in güdümüne girerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı
mücadele etmeye yeltenmişlerdir. "Beşinci kol" olarak faaliyet
göstermiş, Kızıl Ordu'nun Afganistan işgalini alkışlayan Babrak Karmal
hükümetine özenmişlerdir. Ancak tarih, bu gibi hareketlerin her zaman
için hüsranla sona erdiğini göstermektedir.
Bu gibi "beşinci kol" hareketleri, özel zamanlara ait ve nadir
görülen hareketlerdir. Dolayısıyla asıl önemli olan tehlike, bazı siyasi
hareketlerin, devletin bazı kurumlarını eleştirmekle başlayan bir süreç
sonunda "devlet aleyhtarı" bir siyasi çizgi benimsemeleridir.
Bunun son derece yanlış olacağı açıktır. Türkiye toprakları üzerinde gelişen
her türlü siyasi hareket, mutlaka devletine bağlılığı temel bir prensip
olarak benimsemeli ve bu prensibe göre faaliyet göstermelidir.
Sorunların Devletle Uzlaşarak Çözümü
Devletin toplumun genel yararı için izlediği politikalar, kimi zaman
toplumdaki bazı grupları rahatsız edebilir. Bunlar, kendilerinin devletin
politikaları nedeniyle mağdur edildiğini düşünebilirler. Ama bu gibi durumlarda
çözüm, devletle çatışmak, sokaklara dökülerek devleti protesto etmeye
kalkmak, hatta devletin güvenlik güçlerine karşı eyleme girişmek değildir.
Çözüm, sorunların ve taleplerin devlete bildirilmesi ve devletle birlikte
çözüm yolları aranmasıdır.
Nitekim devletin bu gibi talep ve sorunları çözüme kavuşturacak mekanizmaları
vardır. Devletimiz, başta komünist rejimler olmak üzere birtakım baskıcı
devletlerde olduğu gibi, toplumun taleplerini dinlemeyen bir kurum değildir.
Aksine, devlet; adalet sistemiyle, parlamentosuyla, bürokratik sistemiyle
toplumun taleplerini karşılamaya yönelik bir yapıdadır. İsteyen herkes
tek bir dilekçeyle devletin kurumlarına başvurabilir ve yardım isteyebilir.
İsteyen her sivil kuruluş, meclisteki parlamenterler aracılığıyla, taleplerini
TBMM gündemine taşıyabilir. Hatta isteyen herkes, devletten izin almak
kaydıyla, yürüyüş, gösteri gibi demokratik tepkilerini ifade edebilir.
Kaldı ki, Türk-Osmanlı kültüründe, devlet, vatandaşlarının taleplerini
her zaman için önemsemiştir. Osmanlı döneminde padişahlar "ayak divanı"
denen kabul günlerinde, sade vatandaşları kabul etmişler ve dertlerini
dinlemişlerdir. Cumhuriyetimiz de aynı güzel geleneği devam ettirmekte
ve vatandaşlarının taleplerine kulak vermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da bu hususları gözönünde bulundurmalı
ve her türlü sorun ve şikayetlerini, devletle çatışarak değil, devletin
resmi mercilerine müracaat ederek ve uzlaşma yoluyla çözmeye çalışmalıdır.
Aksi bir tavır, bu tavrı gösteren kimseye bir yarar sağlamayacağı gibi,
toplumumuza da sadece huzursuzluk ve tedirginlik verir.
Devlete Karşı İsyankar Davrananların Sonu
Devlete karşı isyankar davranmanın yanlış bir yol olduğunu görmek için,
tarihe bakmak yeterlidir. Tarih, bu yolu seçenlerin hepsinin sonunda hüsrana
uğradıklarını göstermektedir.
Türkiye'nin devlet geleneği, Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzanır.
Osmanlı İmparatorluğu, bilindiği gibi Cebel-i Tarık'tan Yemen'e kadar
uzanan dev bir coğrafyayı yüzyıllar boyu adalet ve istikrar içinde yöneten
güçlü bir devlet sistemi kurmuştur. Bu sisteme karşı çeşitli nedenlerle
isyan edenler ise, her zaman için hüsrana uğramışlardır. İmparatorluğun
çöküş dönemi sayılmazsa, 17. yüzyıldan itibaren başta Celali İsyanları
olmak üzere her türlü iç ayaklanmanın, ayaklananlara sadece yıkım getirdiği
görülebilir. Bu isyanlar, çoğu zaman Anadolu'daki birtakım menfaat çevreleri
tarafından kışkırtılmış, ancak hiçbir zaman hiçbir başarı elde edememiştir.
Ülkemizin bölünmez bütünlüğüne karşı girişilen
en büyük terör hareketinin başı olan APO'nun ele geçirilmesiyle,
örgütün gücü büyük ölçüde azaltılmıştır. PKK'ya karşı kazanılan
başarılar devlete isyankar bir tavır takınan kişilere ders olmuştur.
|
Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde de yine sonu hüsranla biten isyanlar
vardır. 1920'li ve 30'lu yıllarda, özellikle Güneydoğu bölgesinde birçok
isyan hareketi yaşanmış, ancak hepsi hüsranla bitmiştir. Bu isyanları
gerçekleştirenler, doğal olarak devletin sert önlemler almasına neden
olmuş ve böylece hem kendilerine hem de çevrelerine büyük zararlar vermişlerdir.
Ülkemiz 1960'lı yıllardan itibaren de Marksist ideolojiye kapılan bazı
sol örgütlerin isyan girişimlerine sahne olmuştur. "Devrim"
hayallerine kapılan bazı gençler, ellerine silah alıp dağa çıkmış ve kendilerince
devletin düzenini değiştirebileceklerini sanmışlardır. Devletimiz elbette
bu gibi anarşi girişimlerine taviz vermemiş ve söz kousu eylemleri örgütleyenler
cezalandırılmışlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik hiçbir isyan ve terör hareketinin
asla başarıya ulaşamayacağını ve Devletimiz'in bu gibi girişimleri her
ne olursa olsun bertaraf edeceğini gösteren en önemli örnek ise, bölücü
terör örgütü PKK'nın uğradığı hezimettir. Bilindiği gibi PKK, 1984
yılından itibaren Türkiye'nin Güneydoğusu'nda ayrı bir devlet kurma hayaline
dayalı bir terör kampanyası başlatmıştır. Binlerce polis ve askerimizi
şehit etmiş, on binlerce vatandaşımızın ölümüne neden olmuştur. PKK tüm
bu terör eylemleri için çok ciddi bir dış destek de görmüş, bazı ülkeler
bu örgüte para, silah ve lojistik imkan sağlamıştır. Ancak tüm bu çabalar
yine de netice vermemiş, başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, Devletimiz'in
ilgili kurumları terör örgütünü çökertmiştir. PKK'nın lider kadrosunun
da ele geçirilmesinin ardından, örgütün askeri gücü büyük ölçüde yok olmuştur.
Tüm bunlar, devlete karşı isyankar bir tavır takınan herkese ders olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlettir ve devleti hedef alan
hiçbir hareket başarıya ulaşamaz. Bölücü ideolojiler tarafından beyni
yıkanan ve devleti yıkmak, parçalamak ya da ele geçirmek gibi ham hayallere
kapılanların, bu açık gerçek üzerinde düşünmeleri ve içine girdikleri
yolun çıkmaz bir yol olduğunu görmeleri gereklidir. Aksi takdirde o çıkmaz
yol, Devletimiz'e hiçbir zarar veremeyecek, ancak kendilerini helaka sürükleyecektir.
|