Osmanlı ve İslam Medeniyeti
1299 yılında temeli atılan Osmanlı İmparatorluğu
İslam medeniyetinin en büyük ve en ihtişamlı imparatorluklarından
biridir. Adalet ve hoşgörüye dayalı devlet anlayışı; hakimiyeti
altındaki topraklarda izlerini bıraktığı üstün mimarisi; tekstil
alanında, hat sanatında, eğitimde geliştirdiği mükemmel yapısı ile
Batı dünyası için önemli bir örnek teşkil etmiştir. Osmanlı sultanlarının
nezaketi ve sanat zevki, Batılılar tarafından hayranlıkla anılıyor,
Osmanlı topraklarını gören Batılılar gördükleri ihtişamdan derinden
etkileniyorlardı.
Osmanlı sanatı birbirinden çok farklı alanlarda
birbirinden ihtişamlı eserler ortaya koymuştur. Mimaride, çinicilikte,
minyatür sahalarında, halıcılık, kumaşçılık, dericilik, ciltcilik,
kitapçılık, tezhipçilik, porselencilik, kehribarcılık, mobile gibi
farklı sanat dallarında muhteşem eserler verildi. Mimarlık sahasında
çok gösterişli sanat eserleri yapıldı. Bu eserleri başta İstanbul
olmak üzere, ülkemizin dört bir yanında görmek mümkündür. Topkapı,
Yıldız, Çırağan, Göksu Kasrı, Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları,
Selimiye Kışlası, Kuleli Askerî Lisesi, Anadolu ve Rumeli Hisarları,
Bursa Yeşil, Ulu camileri, Edirne'deki Selimiye Camii, İstanbul'daki
Fatih, Mahmud Paşa, Süleymaniye, Şehzadebaşı, Sultanahmed, Nuruosmaniye,
Valide Sultan; Manisa'da Muradiye, Hatuniye camileri; Mahmudpasa,
Sultan Süleyman, Sultanahmed, Fuadpaşa, Mahmud Şevket Pasa, Hürrem
Sultan, Nakşidil Sultan türbeleri; Nilüfer Hatun İmareti, Kapalıçarşı,
Sultanahmed Çesmesi, Mimar Sinan Sebili, Fatih, Süleymaniye medreseleri,
Haseki, Gureba Hastaneleri Osmanlı mimarî eserlerinin örnekleridir.
Osmanlı
İmparatorluğu, tarihte eşine az rastlanır genişlikte bir coğrafyaya
hükmetmiş, en uzun ömürlü imparatorluklardan biridir. (Yalnızca
en güçlü dönemindeki Roma İmparatorluğu'nun toprakları, Osmanlı
topraklarından daha geniş bir yüzölçümüne ulaşmış, ancak o da Osmanlı
kadar uzun bir süre bu kadar geniş bir coğrafyayı elinde tutamamıştır.)
Avrupa, Kuzey Afrika, Ön Asya, Mezopotamya ve Arabistan tarihinin
önemli bir parçası olan Osmanlı'nın mirası, bugün bu topraklarda
kurulmuş olan onlarca devletin şehirlerini süslemektedir. Pek çok
Avrupa şehrinde (Sofya, Belgrad, Saraybosna gibi) Osmanlı mimarisinin
ve şehirciliğinin örnekleri hala ayaktadır.
Osmanlı'nın, İslam ahlakını temel alarak kurmuş
olduğu devlet ve yönetim sistemi, günümüzde pek çok siyaset bilimci
tarafından, en ideal devlet yapılarından biri olarak gösterilmektedir.
Osmanlı devletinin diplomasi anlayışı, günümüzün çok taraflı diplomasi
anlayışının temelini oluşturmuştur.
Batı kültürü, Osmanlı medeniyetinden doğrudan etkilenmiştir.
Osmanlıların Macaristan'a pirinç tarımını götürmesi, lalenin Benelüks
ülkelerine, 16. yüzyılda Habsburg elçisi olarak İstanbul'a gelen
Busbecq tarafından tanıtılması, İtalyanların kumaş boyama ve dokuma
tekniklerini Osmanlı'dan almaları, Avrupa ordularındaki askeri bando
geleneğinin Osmanlılardan alınması bunun sadece birkaç örneğidir.
Tüm bu tarihi gerçekler, İslam ahlakının modern
dünyanın inşasında öncü rol üstlendiğini göstermektedir. İslam,
Hz. Peygamber (sav)'e vahyedildiği andan itibaren, insanlığı doğruya,
gerçeğe, güzele götüren en parlak ışık olmuştur. Kuran ahlakıyla
ahlaklanan Müslümanlar, gittikleri her yere hoşgörü, akıl, bilim,
sanat, estetik, temizlik ve refah götürmüşlerdir. Avrupa, koyu bir
bağnazlık ve barbarlık içinde iken, İslam dünyası, dünyanın en modern
ve en çağdaş uygarlığı olmuştur. Sonradan gelişecek olan Avrupa
medeniyetinin temelinde ise, İslam dünyasından öğrendikleri bütün
bu değerlerin çok büyük bir rolü vardır. Tarihçi Eugen Myers bu
gerçeği şöyle ifade etmektedir:
Dokuzuncu yüzyılın sonlarından on ikinci yüzyıla
kadar Batı'nın bilim ve kültürü üzerindeki İslam etkisi çok büyüktür.
İslam alimlerinin ve mütercimlerin, bilimlerin ve insanlığın gelişmesindeki
kültürel önemi kesinlikle küçümsenemez... Dolayısıyla Batı düşüncesinin
kökleri Greko-Arap ve İbrani düşüncesinin bir karışımıdır. (Eugene
A. Myers, Arabic Thought and the Western World in the Golden Age
of Islam, New York, Frederick Ungar, 1964, s. 10)
Öte yandan İslam dünyasının bir kısmında yaşanan
gerilemenin en önemli nedenlerinden biri ise, Kuran'da öğretilen
akılcılıktan, samimiyetten ve açık görüşlülükten uzaklaşılmasıdır.
Kuran, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran en büyük yol göstericidir.
Allah'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e bildirdiği gibi:
Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitaptır ki, Rabbinin izniyle
insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna
çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)
Günümüz Müslümanlarının, İslam medeniyetinin bu
görkemli geçmişini iyi bilmeleri, bunun hem onur hem de sorumluluğunu
taşımaları gerekmektedir. Unutmayalım ki Müslümanlar, dünyanın en
büyük medeniyetlerinden birini inşa eden kutsal, şanlı ve şerefli
bir mirasın temsilcileridir. Müslümanlar, diğer inançların ve medeniyetlerin
temsilcileri tarafından hep gıptayla ve hayranlıkla izlenmişlerdir.
Ünlü Ortadoğu uzmanı Daniel Pipes, bir makalesinde Müslümanların
kendilerine güvenlerinden bahsettikten sonra şu yorumu yapar:
Bu özgüveni sağlayan etkenlerden biri de, İslam'ın
ilk 6 yüzyılında ve daha da sonrasındaki olağanüstü başarıların
hatırasıdır. Bu dönemde İslam dünyanın en ileri kültürüydü; Müslümanlar
en iyi sağlık standartlarına, en uzun ortalama yaşam sürelerine,
en yüksek okuma-yazma oranlarında sahiptiler. Bilimsel ve teknik
araştırmaların çoğu onların kontrolündeydi ve genellikle muzaffer
ordular kuruyorlardı. Bu başarı trendi, ilk baştan beri açıkça ortadaydı.
MS 622 yılında Hz. Muhhammed Mekke'den göç etmiş, ancak 8 yıl sonra
kente onun yöneticisi olarak dönmüştü. Henüz daha 715 yılında, Müslüman
fatihler Batı'da İspanya'dan Doğu'da Hindistan'a kadar uzanan bir
imparatorluk kurmuşlardı. Müslüman olmak, kazanan bir medeniyete
ait olmak anlamına geliyordu. (Daniel Pipes, "Islam and Islamism",
The National Interest, Spring 2000, s. 87)
Kuşkusuz bugünün Müslümanlarının görevi sadece
bu görkemli geçmişle övünmek değil, günümüzde ve gelecekte de İslam'ı
yüceltmek için çalışmaktır. Nitekim geçmiştekine benzer bir ihtişamın
bugün de yeniden inşa edilmesi, Müslümanların yeniden dünyaya ışık
tutan bir kültür ve medeniyet önderleri olmaları mümkündür. Ancak
bu yönde yapılacak her türlü çalışmanın öncelikle, birlik ve beraberlik
ruhu içinde gerçekleştirilmesi gereklidir. Kişisel menfaat endişelerini
bir kenara bırakan, farklılıkları hoşgörü ile karşılayan, gücünü
ve enerjisini yalnızca İslam'ın, Müslümanların ve insanlığın hayrına
kullanan, çoğulculuktan yana olan, uzlaşmacı ve barışsever bir kültür
Müslümanlar arasında egemen olursa, İslam dünyası, 21. yüzyılın
en büyük medeniyetlerinden birini inşa edecektir. Sevgi, merhamet,
anlayış, tolerans gibi İslam ahlakının da temeli olan değerler sayesinde,
bugün bir kısım Müslüman ülkelerde hakim olan despot yönetimlerin
de sonu gelecek, kültürel ve ekonomik olarak kalkınma sağlanacak,
dünyanın çeşitli bölgelerinde baskı altına alınan, zulme uğrayan,
acımasızca katledilen Müslümanlar barışa ve güvenliğe kavuşacak
ve, Allah'ın izni ile, asr-ı saadet döneminin bir benzeri 21. yüzyılda
yeniden yaşanacaktır.

|