Ailesine ve yakınlarına
karşı tutumu
Dünya
hayatına gözlerini açtıktan sonra kendisine senelerce bakan anne-babasının
yaratılışı, mümin için üzerinde düşünülüp Allah'a şükredilecek konulardan
biridir. Anne ve babası onu yetiştirmek için çok çaba harcamıştır. Bununla
birlikte Kuran ahlakını yaşayan bir insan her zaman bir gerçeğin bilincindedir:
Anne ve babasını yaratan, onlara merhameti, şefkati ve çocuk sevgisini
veren Allah'tır. Allah, aciz bir canlı olarak doğan insanın yetişip kendi
kendine yetebilir bir hale gelmesi için anne-babası ile arasında bir sevgi
bağı kılmıştır. Bu sevgi bağı ile anne-babası yıllarca bıkmadan, büyük
bir zevkle onu büyütmüştür. Ailenin insan yaşamındaki önemini Allah bir
ayette şöyle vurgulamaktadır:
Biz insana anne
ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk
üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl
içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır."
(Lokman Suresi, 14)
Rabbimiz, anne ve
babaya karşı gösterilmesi gereken davranışı da Kuran'da tarif etmektedir.
Allah onlara karşı iyilikle davranılmasını emretmiştir:
De ki: "Gelin
size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak
koşmayın, anne-babaya iyilik edin... (En'am Suresi, 151)
Biz insana, 'anne
ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik… (Ahkaf Suresi, 15)
Mümin, işte bu ayetlerdeki
hüküm doğrultusunda, anne-babasına karşı hürmet ve saygı gösterir, büyük
sevgi besler, hoşnut edici davranışlarda bulunur, her fırsatta güzel sözlerle
onların gönüllerini alır. Allah aynı zamanda onlara karşı nasıl bir hassasiyet
gösterilmesi gerektiğini de şöyle açıklamıştır:
Rabbin,
O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı
emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa,
onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. (İsra
Suresi, 23)
Allah bu ayetle bize
anne babaya karşı gösterilecek olan merhametin ölçüsünü de vermektedir.
Allah "onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle" ifadesiyle
müminlere, bu konuda yapılabilecek en ufak bir saygısızlığı ya da merhametsizliği
yasaklamıştır. Bu nedenle müminler her dönemde anne ve babalarına karşı
son derece hürmetkar, ince düşünceli, hoşgörülü ve itinalı bir tavır içinde
olurlar.
Onları rahat ettirmek
için ellerinden geleni yaparlar. Saygıda ve merhamette kusur etmemeye
çalışırlar. Yaşlılığın getirdiği zorluk ve sıkıntıları göz önünde bulundurur
ve onlar henüz dile dahi getirmeden tüm ihtiyaçlarını anlayışla ve şefkatle
gidermeye gayret ederler. Hem maddi hem de manevi açıdan bir eksiklik
çekmemeleri ve rahatlarının sağlanması için tüm imkanlarını seferber ederler.
Ayrıca her ne olursa olsun gönül alıcı ve hürmetkar üsluplarından taviz
vermezler.
Ancak tüm bunların
yanında müminlerin anne babalarıyla ilgili olarak karşılaşabilecekleri
bir başka durum daha söz konusudur. İman eden kimselerin anne babaları
kimi zaman inkar yolunu benimsemiş olabilirler. Böyle bir inanç farklılığında
müminin göstereceği tavır ise, yine en güzel sözle ve gönül alıcı bir
üslupla onları doğru yola davet etmesi olacaktır. Hz. İbrahim'in putlara
tapan babasıyla yaptığı konuşmalar bize böyle bir durumda kullanılacak
üslup ve gösterilecek tavır konusunda yol göstermektedir:
"Babacığım, gerçek
şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün
bir yola ulaştırayım. Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan,
Rahman (olan Allah)a başkaldırandır. Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman
tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi
olursun." (Meryem Suresi, 43-45)
Diğer taraftan bazı
insanlar ebeveynlerinin yaşlanarak kuvvetten düştükleri dönemde, yardıma
ve ilgiye muhtaç oldukları anlarda onlardan yüz çevirirler. Günümüzde
bu kötü tutumun örneklerini yaygın olarak görmek mümkündür. Maddi ve manevi
açıdan çok zor durumda olan, evlerinde tek başlarına yaşamaya terk edilen
yaşlılar sık sık karşımıza çıkar. Bu konu üzende düşünen bir insan görecektir
ki, bu sorunun nedeni Kuran ahlakının yaşanmamasıdır.
Kuran'ı rehber edinen
bir kişi anne ve babasının yanı sıra diğer aile bireyleri ve çevresindeki
insanlara da merhametli ve şefkatli davranır. Akrabalarını, arkadaşlarını
ve diğer yakınlarını Allah'ın dinini ve Kuran ahlakını yaşamaya davet
eder. Çünkü Allah "(Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar"
(Şuara Suresi, 214) ayetiyle iman edenlere dini anlatmaya yakınlarından
başlamalarını emretmiştir.
Kuran
ahlakının tam anlamıyla yaşandığı bir aile ortamında sürekli bir huzur
ve sevinç hakimdir. Günümüzün dejenere olmuş bazı ailelerinde görülen
bağırma, çağırma, saygısız üslup ve konuşmalar mümin topluluğunun arasında
asla olmaz. Herkes aile bireyleriyle birarada bulunmaktan büyük zevk alır.
Çocuklar anne babalarına saygı duyar ve onları gönülden severler. Aileler
çocuklarını Allah'ın bir emaneti olarak görür ve korurlar. Aile denilince
akla sıcaklık, sevgi, güven, dayanışma gelir. Ama tekrar belirtmekte yarar
var ki, bu mükemmel ortama ancak din ahlakının tam, eksiksiz ve samimi
olarak yaşanmasıyla, Allah korkusu ve sevgisine sahip olmakla ulaşılabilir.

Nimetler karşısındaki
tutumu
Alışkanlığın getirdiği
bakış açısını bir kenara koyarak, hikmetli bir biçimde çevrelerini gözlemleyen
müminler, algıladıkları herşeyin Allah'tan gelen bir nimet olduğunu kavrarlar.
Gözlerinin, kulaklarının, bedenlerinin, yedikleri tüm besinlerin, soludukları
temiz havanın, evlerinin, mallarının, imkanlarının, sahip olduklarının,
mikroorganizmalardan yıldızlara kadar herşeyin hizmetlerine verildiğini
anlarlar. Öyle ki, bu nimetler sayılamayacak kadar çokturlar. "Eğer
Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak
bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl
Suresi, 18) ayetinde Rabbimizin bildirdiği gibi, nimetleri sınıflara
ayırarak saymak bile mümkün değildir.
 |
Mümin, meşru ölçülerde
kendisine sunulan tüm dünya nimetlerinden yararlanır, ama bunlara aldanarak
asla Allah'ı, ahireti ve Kuran ahlakına göre yaşamayı unutmaz. Eline ne
kadar iyi imkanlar geçerse geçsin (lüks, ihtişam, para, iktidar gibi),
bu durum onun gevşemesine, şımarmasına, kibirlenmesine, kısacası Kuran
ahlakını terk etmesine sebep olmaz. Çünkü bunların tamamının Allah'tan
gelen birer nimet olduğunun ve Allah dilerse bunları geri alabileceğinin
farkındadır. Dünyadaki nimetlerin geçici ve sınırlı olduğunu, bu nimetlerle
denendiğini, asıllarının ise cennette olduğunu aklından çıkarmaz.
Kuran ahlakını yaşayan
bir insan için mal, mülk, mevki gibi dünya nimetleri yalnızca Allah'a
yakınlaşması ve şükretmesi için birer vesiledir. Ona göre, geçici bir
süre yararlandırıldığını bildiği dünya nimetlerine sahip olmak hiçbir
zaman bir amaç değildir. Örneğin, dünya hayatında kullanılabilecek en
uzun süreli nimetlerden biri olan bir evin sağlayacağı fayda, insanın
ortalama 60-70 yıllık ömrü süresince olacaktır. İnsan, dünya hayatı sona
erince, sahip olabilmek için hayatı boyunca çalıştığı, çok sevdiği, değer
verdiği evini dünyada bırakıp gidecektir. Açıktır ki ölüm, dünya nimetleri
ile insanın arasında kesin bir ayrılık demektir.
Mümin kendisine verilen
nimetlerin gerçek ve tek sahibinin Allah olduğunu, bunların yalnızca O'ndan
geldiğini bilir. Bu nimetleri var eden Rabbimize gereği gibi şükretmek,
memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek için elinden geleni yapar.
Sayısız nimete karşılık sözlü ve fiili olarak sürekli bir şükür halinde
bulunmaya, Allah'ın nimetlerini anmaya, hatırda tutmaya ve anlatmaya çaba
harcar. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:
Elbette Rabbin
sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup
da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi
mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi
üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın
anlat. (Duha Suresi, 5-11)
"Sizi uyarmak
için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikr'in gelmesine
mi şaşırdınız? (Allah'ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını
ve sizin yaratılışta gelişiminizi arttırdığını (veya üstün kıldığını)
hatırlayın. Öyleyse Allah'ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız."
(Araf Suresi, 69)
Bazı kimseler şükretmek
için kendilerine çok büyük, çok özel bir nimetin gelmesini ya da çok büyük
sorunlarının hallolmasını beklerler. Oysa biraz dikkat edildiğinde, insanın
her anının nimet içinde geçtiği görülür. Hayatı, sağlığı, aklı, şuuru,
beş duyusu, nefes aldığı hava ve bunlara benzer sayısız nimet kesintisiz
bir şekilde her an kendisine sunulmaktadır. Bu nimetlerin ise her biri
ayrı bir şükrü gerektirir. Allah'ı anmasında, yaratılış delillerini düşünmesinde
eksiklik olan kimseler gaflet içinde oldukları için, bu nimetlerin değerini
onlara sahipken bilmez, bunların şükrünü yapmaz, ancak bu nimetler ellerinden
alındığı zaman değerlerini anlarlar.
Müminler ise, sahip
oldukları her nimet için ne kadar aciz ve muhtaç olduklarını düşünerek
daima Allah'a şükrederler. Müminlerin Allah'a şükrettikleri tek nimet
zenginlik, mal, mülk değildir. Herşeyin sahibinin ve hakiminin Allah olduğunu
bilen müminler sağlıkları, güzellikleri, bilgileri, akılları, imanı sevmeleri,
inkarı çirkin görmeleri, hidayet ehli olmaları, tertemiz müminlerle birlikte
bulunmaları, anlayış, basiret ve feraset sahibi olmaları, fiziksel ve
manevi güçleri dolayısıyla Rabbimize şükrederler. Güzel bir manzara gördüklerinde
veya işleri kolay hallolduğunda, istedikleri bir şey gerçekleştiğinde,
güzel bir söz işittiklerinde, sevgi ve saygı gördüklerinde ve daha saymakla
bitiremeyeceğimiz kadar çok nimetle karşılaştıklarında hemen Allah'a şükreder;
O'nun merhametini, şefkatini, Rahman ve Rahim olduğunu düşünürler.
 |
Eğer mümin, kendisine
verilen nimetlerden dolayı azgınlaşmayacağını, kibirlenip şımarmayacağını
yaptığı şükürle, tüm tavır ve konuşmalarıyla Allah'a gösterirse, Allah
ona daha fazla nimet verir. Allah'ın Kuran'da verdiği "Andolsun, eğer
şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz,
şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir" (İbrahim Suresi, 7) hükmü
bunu ifade etmektedir.
Bütün nimetler aynı
zamanda insanın dünyadaki imtihanının bir parçasıdır. İman edenler bu
nedenle şükretmenin yanında kendilerine verilen nimetleri, mümkün olduğu
kadar hayırlı işlerde kullanır, cimrilik ederek yığıp biriktirme arzusu
duymazlar. Çünkü, cimrilik ederek yığıp biriktirmek cehennem ehlinin bir
özelliğidir. Rabbimiz buna Kuran'da şöyle dikkat çekmektedir:
Hayır; (hiçbiri
kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:
Başın derisini kavurup-soyar. Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.
(Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üst üste) yığmakta olanı.
Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. Kendisine bir şer
(kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici
olur (veya cimrilik eder). (Mearic Suresi, 15-21)
Allah
"ihtiyaçtan arta kalanı"nın (Bakara Suresi, 219) infak edilmesini emretmektedir.
Kuran ahlakının bir gereği olarak, müminler kazançlarından ihtiyaçlarının
dışında olan kısmını hayırlı işlerde, Allah yolunda kullanırlar.
Elbette nimetlere
karşılık şükür, O'nun verdiği tüm nimetleri yine Allah rızası için kullanmakla
olur. Mümin, kendisine verilen herşeyi, Allah'ın emrettiği hayırlı işlerde
kullanmakla yükümlüdür. Allah'ın kendisine verdiği maddi imkanların yanı
sıra, bedenini de O'nun rızası için, O'nun yolunda çaba göstermek için
kullanır ve Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve sürekli nimetlerle donatılmış
olan cenneti kazanmayı umut eder:
Hiç şüphesiz Allah,
müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını
ve mallarını satın almıştır… (Tevbe Suresi, 111)
Kuran ahlakını yaşayan
fertlerden oluşan bir toplumda, yoksulluk, açlık, sefalet ve bu gibi zorlukların
ortaya çıkardığı şiddet, kavga, hırsızlık, cinayet gibi çirkin fiiller
ortadan kalkar. Böylece Allah'ın izniyle huzur ve refah en üst seviyeye
ulaşır.

Güzellikler karşısındaki
tutumu
Zenginlik, ihtişam
ve güzellik cennetin özelliklerinden olduğu için, Allah cenneti hatırlatacak,
müminin cennete kavuşma arzusunu ve heyecanını artıracak nimetlerin benzerlerini
bu dünyada da onlara sunmaya başlar.
Durmaksızın akan
ırmaklardan görkemli mekanlara, çarpıcı güzellikteki bahçelerden insanların
fiziki güzelliğine, estetik yapılardan göz alıcı sanat eserlerine kadar
kadar bütün nimetler Allah'ın insanlara bir lütfudur. Dünya hayatında
bu nimetlerin her birinin yaratılışının hikmeti vardır. Müminler yeryüzündeki
bütün güzellikleri, asıllarının birer benzeri, numunesi ve müjdecisi olarak
değerlendirirler. Allah Kuran'da iman edenleri şu şekilde müjdeler:
(Ey Muhammed)
iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından
ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden
her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara,
(dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler
vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Her ne kadar ahiretteki
nimetler dünyadakilere benzer olsalar da, gerçeklik ve süreklilik bakımından
dünyadakilerle kıyaslanmayacak kadar üstündürler. Allah cenneti kusursuz
bir şekilde yaratmış ve güzellikleri kat kat artırılmış nimetlerle donatmıştır.
Kuran ahlakına sahip bir insan, gördüğü her güzelliğin cennetteki üstün
yaratılışını ve muhteşemliğini düşünür. Gökyüzüne baktığında, "eni
göklerle yer kadar olan" (Al-i İmran Suresi, 133) cennetin büyüklüğünü;
güzel meskenler gördüğünde, "altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşkleri"ni
(Ankebut Suresi, 58); göz kamaştıran mücevherler gördüğünde, "altından
bileziklerle ve incilerle" (Fatır Suresi, 33) oluşturulan cennet takılarını;
şık ve zarif giysilerle karşılaştığında, "hafif ipekten ve ağır işlenmiş
atlastan" (Kehf Suresi, 31) yapılmış cennet elbiselerini; lezzetli
yiyecek ve içecekler tattığında, cennette "içinde bozulmayan sudan ırmaklar,
tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar
ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed Suresi, 15) olduğunu; etkileyici bahçeler
gördüğünde, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) cennet bahçelerini;
estetik mobilyalar karşısında, cennetteki "özenle işlenmiş mücevher tahtları"
(Vakıa Suresi, 15) düşünür. Bu düşünceleri sebebiyle de sahip olsun ya
da olmasın dünyadaki bütün güzellikler iman eden bir insan için büyük
bir zevk kaynağı ve şükür vesilesidir. Aynı zamanda cennet özlemini ve
çabasını artıracak önemli bir şevk kaynağıdır.
 |
Kuran ahlakını yaşayan
bir mümin kendisinden daha güzel veya daha zengin olan birini kıskanmaz;
ona sahip olduklarından dolayı öfkelenmez. Söz gelimi, birçok insan gibi
gösterişli bir ev sahibi olamadığı için hayıflanmaz. Çünkü müminin hayatının
temel gayelerinden biri, geçici bir süre değil, sonsuza kadar bu güzelliklere
sahip olmaktır. Sürekli olan ise, asıl yurt olan ahirettedir. Buna Allah
Kuran'da, "Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar
için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler" (Tevbe
Suresi, 21) ayetiyle dikkat çekmektedir.
Kuran ahlakından
uzak yaşayan insanlar ise, ahiretin asıl yurt olduğunu göz ardı ederek,
dünya nimetlerine tutku ile bağlanırlar. Başlıca amaçları adlarından övgüyle
söz ettirmek, kendilerince "saygın" ve "önemli" biri olmak, maddi imkanlarını
genişletmek ve rahat bir hayat yaşamaktır. Hayatları boyunca geçici, önemsiz
ve aldatıcı dünya değerlerinin peşinde koşturup dururlar. Kendilerinin
sahip olamadığı güzellikleri görmek ise sadece kıskançlıklarını, hırslarını
ve üzüntülerini artırır. Örneğin kendilerine ait olmayan güzel ve gösterişli
bir evde bulunmaktan zevk alamazlar. Zihinlerini sürekli "Niye ben bu
kadar zengin değilim?", "Niye benim böyle güzel bir evim yok?" gibi sorularla
meşgul ederler. Dünya üzerindeki güzel olan şeyler bu insanlar için genelde
bir sıkıntı kaynağıdır; çünkü onlar güzelliklerden zevk alabilmek için
mutlaka onlara sahip olmaları gerektiğini düşünürler.
Oysa Kuran ahlakını
yaşayanlar, sahip olsalar da olmasalar da güzelliklerden zevk almayı bilirler.
Örneğin, imani şuura sahip bir insan imtihanı gereği zenginlere özgü ortamlarda
yaşamıyor, böyle ortamlarda bulunamıyor, hatta böyle ortamları hiç görmüyor
da olabilir. Ancak içinde bulunduğu bu durumun mutlaka bir hikmeti olduğunun
bilincindedir. Çünkü müminin Allah'ın yaratışındaki güzellikleri görmesi
ya da fark etmesi için mutlaka oralarda bulunması gerekmez. Mümin, feraseti
ve basireti ile Allah'ın eşsiz yaratış güzelliklerini her yerde ve her
an fark eder. Geceleri gökyüzünde yıldızların oluşturduğu ihtişam, bir
gülün rengindeki, tasarımındaki, kokusundaki eşsiz güzellik, gün içinde
herkesin rastlayabileceği ve takdir edebileceği birkaç örnektir.
 |
Daha önce de belirttiğimiz
gibi, müminlerin cennete duydukları özlem, onların çevrelerini cenneti
andırır mekanlara dönüştürmelerine neden olur. Cennet, elbette ki her
insanın hayal edebildiğinin çok üzerinde sanat eserlerine, dünyada hiçbir
insanın erişemeyeceği kusursuzlukta görüntülere, güzelliklere sahip olan
bir mekandır. Ancak Kuran ahlakını yaşayan bir Müslüman, dünyada sahip
olduğu tüm imkanları kullanarak, çevresini elden geldiğince güzelleştirmeye
çalışır. Allah Kuran'da Hz. Süleyman'ın çok üstün bir sanat anlayışına
sahip olduğuna dikkat çekmektedir. Hz. Süleyman'ın köşkünde gerçek bir
sanat, estetik ve güzellik hakimdir. Süleyman Peygamberin, Allah'ın bir
nimeti olan zenginlikten ve ihtişamdan çok zevk aldığına Rabbimiz bir
ayette şöyle dikkat çeker:
O da demişti ki:
"Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih
ettim..." (Sad Suresi, 32)
Kendisine büyük makam,
büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Süleyman, sahip olduğu tüm nimetleri
Allah'ın yolunda ve O'nun istediği biçimde kullanmıştır. Bu nedenle de
Kuran'da övülmüştür. Müminler de Hz. Süleyman ve diğer peygamberleri kendilerine
örnek alır, ellerine geçen her türlü nimeti -aynı bu kutlu insanlar gibi-
Allah'ın rızasını kazanmak için sarf ederler.
|