DÜNYA

Bu
bölümde, Dünya gezegenini daha yakından tanıyacaksınız. Dünyamız'ın
şeklinin ve gökyüzündeki mavi boşluğun hayatımız için ne kadar önemli
olduğunu öğreneceksiniz. Ayrıca, sürekli gördüğünüz mükemmel sistemlerin,
aslında Allah tarafından bizim yaşamımız için en uygun şekilde yaratılmış
olduğunu anlayacaksınız.
Dünyamız'da
Özenle Hazırlanmış Dengeler
Çocuklar,
onaltıncı yüzyıla yani bundan 500 sene öncesine kadar Dünya'nın bir
gezegen olduğu bilinmiyordu. Ancak bu tarihte yapılan gözlemler sonucu
insanlar bu gerçeğin farkına vardılar. Geçtiğimiz 20. yüzyılda ise
Dünya'nın Güneş Sistemi içindeki yeri kesinleşti. Bu bulgulara göre
Dünya, Güneş'e olan uzaklık bakımından üçüncü, büyüklük bakımından
ise beşinci büyük gezegendir.
Dünya'nın demirden bir çekirdeğinin bulunduğu
düşünülmektedir. Merkezdeki sıcaklığın ise 7500 dereceye kadar çıktığı
tahmin edilmektedir. Bu, Güneş'in yüzeyinden bile daha büyük bir sıcaklıktır.
Oysa siz bu sıcaklığı hiç hissetmeden sınıfta öğretmeninizi dinler
ya da geceleri rahat rahat yatağınızda uyursunuz. Çünkü yer kabuğu
bu sıcaklığı geçirmez. Allah, çok şefkatlidir ve üzerinde yaşadığımız
yer kabuğunu, sıcaklığın bize gelmesini engelleyecek kadar kalın yaratmıştır.
Dahası Allah, Dünya'nın atmosferini de insanların yaşamasına en uygun
şekilde yaratmıştır. Ayrıca bitkilere bu denge içindeki oksijen ve
karbondioksit oranını sabit tutmalarını sağlayan özellikler vermiştir.
İşte bunlar ve diğer hassas dengeler Dünya'nın
insanların yaşamı için en uygun şekilde tasarlandığını gösterir.
Akvaryumdaki
balıkların yaşayabilmeleri için özenli bir bakım gerekir. Atmosfer
de, Dünyamız'ın bu bakımını üstlenmiştir.
|
Dünya, atmosferinden yeryüzü şekillerine,
Güneş'e olan mesafesine kadar, her türlü dengesiyle, tamamen yaşam için
özel olarak yaratılmıştır. Örneğin, Dünyamız'ı bir akvaryuma benzetebiliriz.
Akvaryum, içindeki balıkların yaşamına en uygun şartları sağlar. Suyun
ısısını sağlayan termostat ve havalanmasını sağlayan bir motor, dibe
konan kum, suya atılan ilaçlar, akvaryumun koruyucu kapağı, suyu sürekli
olarak süzen filtre sistemi, eksildikçe takviye edilen besinler... Tüm
bunlar, akvaryumdaki balıkların hayatta kalmasını sağlar.
Ama akvaryumun içindeki balıkların bu yapay
ortamdan haberi yoktur. Onlar "doğal", yani kendiliğinden oluşan bir
ortamda yaşadıklarını sanırlar. Birinin ısıtıcıyı, suyun seviyesini,
hava motorunu ayarladığını bilmezler. Suyun üzerinde aniden beliren
yemlerinin kaynağını da bilmezler. Oysa kaynak açıktır; akvaryumun sahipleri
onlar için gerekli olan herşeyi sağlamaktadır.
Elbette Dünya'daki hayat akvaryumdaki hayattan
çok daha detaylı ve çok daha hassas sistemlere sahiptir.
Akıllı
bir insan, akvaryumdaki balıklar gibi hiçbir şeyin farkında olmadan
yaşayamaz. Kendisi için "dayanıp-döşenmiş" olan Dünya'nın bir Yaratıcısı
ve düzenleyicisi olduğunu anlar. Hiç şüphesiz, Dünya üzerindeki yaşamı
sağlayan bu hassas dengeler ve düzen, Allah tarafından kurulmuştur.
İşte, akıllı bir insan kendisine tüm bu nimetleri veren Rabbimiz'i tanımak,
O'nun bizden neler istediğini öğrenmek ister. Allah tüm insanlara gönderdiği
kitabı Kuran'da, bize Kendini tanıtmakta ve bizden neler istediğini
bildirmektedir.
Hiç şüphesiz, Dünya üzerindeki yaşamı sağlayan
bu hassas dengeler ve düzen, Allah tarafından kurulmuştur. Allah, bu
gerçeği Kuran'da şöyle bildirir:
Yeryüzünde, onları sarsmasın
diye, sabit dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye geniş yollar
açtık. Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık... (Enbiya Suresi, 31-32)
Dünya bizim yaşamamız için
oldukça hassas dengelerle yaratılmıştır. Bunu fark eden insanın Allah'a
iman etmesi, O'nun sonsuz gücünü görebilmesi ve kendisine verdiği herşeye
şükretmesi gerekmektedir.
Şimdi, bizleri ve canlı-cansız herşeyi yaratan
Allah'ın, gezegenimizde var ettiği dengelerin bazılarını daha detaylı
olarak inceleyelim ve böylece Allah'ın gücüne daha yakından şahit olalım.
Dünya'nın
Evrendeki Yeri
Eğer Dünyamız Güneş'e şu anda olduğu mesafeden
biraz daha yakın olsaydı neler olurdu? Aslında, bu sorunun cevabı,
hepiniz için çok kolay olmalıdır. Çünkü, herkes, Güneş'in sıcaklığının
kavurucu olduğunu bilir. İşte çocuklar, bu sıcaklık nedeniyle ne şu
anki atmosfere sahip olurduk ne de okyanuslara ve denizlere... Sıcaklık
o kadar yüksek olurdu ki, yeryüzündeki suyun çoğu buharlaşırdı. Tabii,
o zaman da yeryüzünde hiç su kalmazdı. Yeryüzü, bütünüyle bir çöl
gibi kuru olurdu.
Örneğin, önceki bölümde anlattığımız Venüs
gezegeni, bildiğiniz gibi Güneş'e Dünyamız'dan daha yakındır. Bu sebeple,
Venüs gezegeninde sıcaklık Dünya gezegeninkinden kat kat fazladır.
Bu sıcaklık 475 dereceye kadar çıkabilir. Bu sıcaklığın ne kadar yüksek
olduğunu zihninizde canlandırabilmek için şunu bir düşünün! Ocağa
kaynaması için su koysanız, suyun sıcaklığı 100 dereceye ulaştığında,
fokurdamaya başlar.
Güneş'in
gezegenimize biraz daha yakın olması Dünyamız'ın tıpkı yukarıdaki
resimdeki gibi tamamen çöl olup kavrulmasına sebep olacaktı. Eğer
Güneş bugünkü uzaklığından biraz daha fazla mesafede yer alsaydı
o zaman da sağdaki resimde olduğu gibi Dünyamız tamamen buzullarla
kaplanmış olacaktı.
|
Bir de tam tersini düşünelim. Ya
Dünyamız Güneş'e şu anda bulunduğu mesafeden biraz daha uzak olsaydı?
Tabii ki çocuklar, böyle bir durumda da tam tersine, Dünyamız daha az
ısınırdı. Daha az ısınınca ne olurdu dersiniz? Yeryüzündeki suyun çoğu
donarak buza dönüşürdü. Böyle bir durumda ise Dünyamız'ın yüzeyi, Güneş'e
bizden biraz daha uzak olan Mars'ın buzlarla kaplı kuru yüzeyine benzerdi.
Bu iki durumdan şu sonucu çıkarabiliriz: Dünyamız tam olması gereken
yerde duruyor. Peki sizce bu nasıl olabilir? Dünyamız'ın böyle tam yerinde
durması bir tesadüf olabilir mi? Tabii ki olamaz. Dünya cansız ve şuursuz
bir gezegendir. Uzayda kendine en uygun yeri belirlemesi ve tesadüfen
yerleşmesi mümkün değildir. Dünya'nın şu an bulunduğu en uygun yerde
olması, eksiksiz ve kusursuz yaratmaya güç yetiren Allah'ın
yaratmasıdır.
Bilimin elde ettiği son bilgiler, Güneş Sistemi'ndeki
diğer gezegenlerin varlığının da, Dünya'nın güvenliği için büyük önem
taşıdığını göstermiştir. Jüpiter'in konumu buna bir örnektir. Güneş
Sistemi'nin en büyük gezegeni olan Jüpiter, varlığıyla aslında Dünya'nın
dengesini sağlamaktadır.
Jüpiter'in bulunduğu yerde eğer bu büyüklükte
bir gezegen var olmasaydı, Dünya, uzay boşluğunda gezinen meteor taşlarına
ve kuyruklu yıldızlara hedef olurdu. Kısaca Jüpiter, adeta Dünya'yı
koruyan bir kalkan gibidir. Eğer Jüpiter şu anda bulunduğu yörüngeden
başka bir yörüngede olsaydı, üzerinde yaşadığımız gezegen ve tabii bizler
de var olamazdık.
Tüm bunları bilen akıllı bir insan, evrende
hiçbir şeyin amaçsız ve başıboş yaratılmadığını anlar. Bu anlayış, bir
Kuran ayetinde şöyle tarif edilmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri
için gerçekten deliller vardır. (Al-i İmran Suresi, 190)
Bu ayetten de anlaşıldığı
gibi yerlerin ve göklerin yaratılışı konusunda düşünmelisiniz. Bu kitaptan
öğrendikleriniz, Allah'ın evreni yaratmasındaki üstün gücünü göstermektedir.
Bu bilgileri düşündüğünüzde Allah'ın gücünü daha iyi kavrayacaksınız.
Kuran'da
Dünyamız'ın Şekli
Çocuklar Dünyamız, bildiğiniz
gibi yuvarlaktır. Gelişen teknoloji sayesinde, Dünya'nın uzaydan
çekilen fotoğraflarında da bu görülmektedir. Ancak 20. yüzyılda
öğrenilebilmiş bu gerçek, 1400 yıl önce Allah tarafından
indirilen Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Gökleri ve yeri
hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü
de gecenin üstüne sarıp örtüyor... (Zümer Suresi,
5)
Ayette geçen "sarıp
örtmek" Arapça'daki "tekvir" kelimesinin Türkçesidir. "Tekvir"
kelimesinin tam olarak Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine
bir cisim sarmak"tır. Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin
üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen
bilgi, aynı zamanda Dünya'nın yuvarlak olduğu konusunda kesin
bir bilgi içermektedir. Yani 1400 yıl önce indirilen Kuran'da
Dünya'nın yuvarlak olduğu bildirilmiştir.
Oysa o dönemde insanlar, Dünya'nın
yuvarlak değil, düz olduğu düşünüyorlardı. Bütün bilimsel hesaplar
ve açıklamalar da buna göre yapılıyordu. Hatta insanlar, o dönemde
uzay konusunda o kadar bilgisizlerdi ki, Dünya'nın büyük bir öküzün
boynuzları arasında durduğu gibi komik bir inanca sahip olanlar
bile vardı.
Çocuklar gördüğünüz gibi, bilim adamlarının
Kuran'ın indirilmesinden yüzyıllar sonra öğrendikleri bilgiler,
Allah tarafından ayetlerde çok önceden haber verilmiştir. Bu da,
Kuran'ın tüm evreni yaratan, herşeyi bilenAllah'ın sözü olduğunun
apaçık delillerinden biridir.
|
Dünya'nın
Isısı
Çocuklar uzayın ortalama ısısını biliyor
musunuz? Eksi 270 derece! Bu soğukta bizim ya da herhangi bir canlının
yaşaması imkansızdır. Bizim Dünyamız'ın ortalama ısısı ise 15-20 derece
arasındadır. Bu ısı atmosfer tabakalarından yukarı doğru çıkarken çok
büyük faklılıklar gösterir.
Dünyamız'daki
yükseklik farklılıklarından dolayı Dünya'nın aynı yerinde insanlar
aynı anda denize girip güneşlenirken, atmosferin yüksek kısımlarında
kartopu oynayıp, kayak yapabilirler.
|
Örneğin, Afrika kıtası oldukça sıcak
bir kıtadır. Size "Afrika'da kartopu oynayabilir miydiniz?" diye sorsak
ne cevap verirsiniz? Aslında cevabınızı biliyoruz. Muhtemelen çoğunuz
soruya şu şekilde cevap verecektir: "Kartopu oynamak için önce kar gerekir.
Bu yüzden, o kadar sıcak bir yerde kar olamayacağı için kartopu oynamak
mümkün değildir". Fakat bu cevap yanlıştır. Çünkü, oldukça sıcak olduğu
bilinen Afrika kıtasında isterseniz kartopu da oynayabilirsiniz. Ama
bunun için bu kıtanın en yüksek dağı olan Klimanjaro'nun zirvesine doğru
tırmanmanız gerekir. Yerden çok yüksek olan bu dağın tepesi karlarla
kaplıdır. Çünkü, yerden yukarı doğru çıktıkça hava soğur. Soğuyan hava
atmosferin "Stratosfer" ismi verilen tabakasında eksi 50'lere kadar
düşer. Fakat, daha da yükselince hava tekrar ısınır. Ama Allah'ın koruması
sayesinde yeryüzünde bu kadar büyük ısı farklılıklarına rastlanmaz.
Dünya'da bu en uygun ısının korunması, elbette
Güneş ile Dünya arasındaki mesafeyle ve Güneş'in yaydığı sıcaklıkla
yakından ilişkilidir. Daha önceki bölümlerde bu konudan biraz söz etmiştik.
Burada biraz daha detaylı bilgi verelim. Yapılan hesaplara göre, Dünya'ya
ulaşan güneş enerjisindeki yüzde 10'luk bir azalmada, yeryüzünü metrelerce
kalınlıkta bir buzul tabakası kaplar. Enerjinin biraz artması halinde
ise bütün canlılar kavrularak ölür.
Dünya'nın kendi etrafındaki yüksek dönüş
hızı da ısının dengeli dağılımına yardımcı olur. Dünya sadece 24 saatlik
bir süre içinde kendi etrafında döner. Bu nedenle, geceler ve gündüzler
kısa sürer. Kısa sürdükleri için de gece ile gündüz arasındaki ısı farkı
çok azdır.
Merkür gezegenini hatırlayalım. Bu gezegenin bir günü yaklaşık bir yıl
sürer. Bu yüzden Merkür'de gece-gündüz arasındaki ısı farkı 1000 dereceyi
bulur.
Dünyamızı
çevreleyen sıradağlar, kutuplarda oluşan büyük fırtınaların Dünya'yı
allak bullak etmesini engeller ve Dünyamız'ın ısısını dengede
tutmaya yardımcı olur. Allah yarattığı bu sistemlerle bizim için
yaşanabilecek çok güzel ortamlar var etmiştir.
|
Yeryüzünün şekilleri de ısının dengeli
dağılımına yardımcı olur. Dünya'nın ekvatoru ile kutupları arasında
yaklaşık 100°C'lik bir ısı farkı vardır. Eğer böyle bir ısı farkı dağların
olmadığı bir yüzeyde gerçekleşseydi büyük fırtınalar Dünya'yı allak
bullak ederdi. Oysa ki yeryüzü, ısı farkından dolayı ortaya çıkması
muhtemel kuvvetli rüzgarları engelleyecek sıradağlarla donatılmıştır.
Bu sıradağlar, Çin'de Himalaya sıradağları ile başlar, Anadolu'da Toros
dağları ile devam eder ve Avrupa'da Alp dağlarına kadar uzanır.
Dünyamız'ın uzaydaki eksi 270 derecelik ısıya
rağmen nasıl tam bizim yaşayabileceğimiz derecede ve sürekli aynı kalarak
ısındığını öğrendik. Dünya bizim vücudumuzun dayanamayacağı kadar sıcak
ya da soğuk olsaydı yaşamamız ya çok zor ya da imkansız olurdu. Demek
ki, Dünya'nın sıcaklığının bize uygun oluşu da Allah'ın bize büyük bir
nimetidir. Bizim üzerimize düşen ise en güzel şartlarda bizim yaşamamızı
sağlayan Allah'a şükretmektir. Bunu sakın unutmayın çocuklar.
Bu kadar mükemmel şekilde yaratılmış olan Dünyamız ne kadar büyük ve
uzaydaki diğer cisimlere karşı Allah Dünya'yı nasıl koruyor?
Şimdi, yolculuğumuza bu soruların cevaplarını
öğrenerek devam edelim...
Dünya'nın
Büyüklüğü Ve Diğer Gök Cisimlerinden Korunması
Hatırlarsanız daha önce gezegenlerin çok
farklı büyüklüklerde olduklarından bahsetmiştik.
Şimdi Dünyamız'ı diğer gezegenlerle bir de
büyüklükleri bakımından karşılaştıralım. Hatta şöyle bir benzetme yapalım:
Dünyamız'ı küçük bir bezelye tanesi olarak düşünelim. Bu durumda sırasıyla;
Merkür bir susam tanesi, Venüs yine Dünyamız gibi bir bezelye, Mars
bir karpuz çekirdeği, Jüpiter bir portakal, Satürn bir mandalina, Uranüs
ve Neptün iri birer kiraz tanesi, Plüton ise yine bir susam tanesi kadardır.
Bunların yanında Güneş ise bir basket topundan daha büyük, kocaman bir
küre olarak kalacaktır.
Peki bu kadar farklı büyüklükteki gezegenler
içinde, Dünyamız'ın büyüklüğü tesadüfen mi belirlenmiştir?
Hayır! Yerkürenin özelliklerini incelediğimizde,
üzerinde yaşadığımız bu gök cisminin tam olması gereken büyüklükte olduğunu
görürüz.
Dünya, daha küçük olsaydı, yerçekimi
çok zayıflayacak ve atmosferi Dünya'nın etrafında tutamayacaktı. Atmosferin
olmaması ise bildiğiniz gibi uzaydaki meteorların, zararlı ışınların
sürekli Dünya'ya gelmesi, oksijenin yok olması kısacası canlıların
yaşayamaması demektir. Eğer Dünya daha büyük olsaydı, bu kez de yerçekimi
çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutarak atmosferi öldürücü
hale getirecekti.
 
Ayakkabıcı, marangoz veya bakır işleme
ustasının ürettiği her ürün bu ustaların tasarımlarının sonucunda
ortaya çıkar. Ustalar işlerinin her aşamasında planlayarak, ölçüp
biçerek çalışırlar. Ortaya çıkan bu sanat eserlerinin düşünülmeden,
planlanmadan, tesadüfen kendiliğinden oluştuğunu söylemek ne kadar
komikse, koskocaman evrenin içinde yer alan milyarlarca galaksinin,
gezegenin ve yıldızın da kendi kendine tesadüfen oluştuğunu söylemek
de o kadar komik ve saçmadır.
|
Dünya'nın kütlesinin yanı sıra,
iç yapısı da özel olarak tasarlanmıştır. Bu iç yapıdaki tabakalar birbiri
etrafında hareket eder. Bu hareket, Dünya çevresinde büyük bir manyetik
alan oluşturur. Bu manyetik alan ise yeryüzündeki yaşamın korunması
açısından çok önemlidir. Manyetik alanı koruyucu bir zırha benzetebiliriz.
Dünya'ya yönelen zararlı ışınlar bu zırha çarparak geri püskürürler.
Bu koruyucu zırh sayesinde Dünya, uzaydan
gelebilecek tehlikelere karşı korunur. Güneş'ten ve Güneş dışındaki
yıldızlardan gelen öldürücü ışınlar, Dünya'nın etrafındaki bu koruyucu
kalkanı geçemezler.
Bilimin ortaya koyduğu diğer gerçekler,
bizlere evrenin başıboş olmadığını göstermektedir. Elbette ki, bütün
evrene hakim olan, onu dilediği gibi şekillendiren, galaksileri, yıldızları
ve gezegenleri kudreti altında tutan, O üstün Yaratıcı, bütün evrenin
Rabbi olan Allah'tır.
Üzerinde yaşadığımız mavi gezegen de, Allah
tarafından özel olarak düzenlenmiştir. Allah Kuran'da bu mükemmel
yaratmayı Naziat Suresinin 30. ayetinde "serilip-döşenmiştir" ifadesiyle
tarif etmektedir. Bu ifade Dünya'nın düzenli bir şekilde ve insanın
ihtiyaçlarına göre Allah tarafından yaratıldığını anlatmaktadır.
Çocuklar yolcuğumuzun bundan sonraki bölümüne
Dünya üzerinde devam edeceğiz. Muhteşem maviliklere, yani okyanuslara
ve denizlere konuk olacağız. Şimdi Rabbimiz'in bütün bunları hangi
amaçlarla yarattığını ve bize nasıl bir nimet olarak sunduğunu inceleyelim.
Okyanuslar
- Denizler
Dünya yüzeyinin yüzde 71'i sularla kaplıdır.
Dünya ayrıca suyun sıvı halde olduğu tek gezegendir. Bu su, büyük
çukurlarda birikerek okyanusları oluşturur. Bu okyanuslar, Dünya'daki
canlılığın devam edebilmesi için çok önemli görevler üstlenirler.
Lezzetli
deniz ürünleri de Allah'ın bizler için denizlerde yarattığı nimetlerdendir.
|
Örneğin atmosfer sıcaklığındaki
ani değişmeleri önlerler. Böylece, canlıların sabit bir ısıda yaşamlarını
sürdürebilmelerine yardımcı olurlar ve iklimleri yumuşatırlar. Ayrıca
okyanuslar, karaları erozyon ve aşındırma yoluyla şekillendirerek yeryüzü
şekillerini oluştururlar. Bu çeşit bir olaya Güneş Sistemi'ndeki başka
hiçbir gezegende rastlanmaz.
Ayrıca çok sevdiğimiz balıklar ve birçok
deniz ürünü de bu denizlerden çıkar. Çok lezzetli olan bu deniz ürünlerini
yemek, denize girmek ve deniz üzerinde zevkli bir yolculuk yapmak da
Allah'ın bizlere sunduğu nimetlerdendir.
Evet çocuklar, Allah herşeyi bizim ihtiyaçlarımıza
göre kusursuz bir şekilde yaratmıştır. Tabi, bu güzelliklerin yanında
bir de dışarıya bazen ateş püskürten ama genelde sessiz görünen dağlar
vardır. Dilerseniz, yolculuğumuza büyük ateş püskürten bu dağları ziyaret
ederek devam edelim.
Ateş
Püskürten Dağlar
Çocuklar, az önce bahsettiğimiz yer kabuğunun
altındaki magma akıcı olduğu için, bir geçit bulabilirse zaman zaman
yer kabuğunu yararak büyük bir patlamayla yeryüzüne çıkar. Bu ürkütücü
olaya, volkan ya da yanardağ patlaması denir. Kuran'da da bu dehşetli
olay şöyle haber verilir:
Dönüşlü olan göğe andolsun,
"yarılan yere" de. (Tarık Suresi, 11-12)
Volkanik
patlamalar Dünyamız'ın içinin nasıl bir ateş topu ile dolu olduğunu
gösteriyor. Eğer Dünyamız Allah'ın koruması altında olmasaydı
bizler her gün bu volkanik patlamalarla karşı karşıya kalabilirdik.
|
Bu şekilde yerin yarılması ile
meydana gelen bir patlamada, volkan önce gökyüzüne tonlarca toz ve kül
püskürtür. Böylece, kapkara dev bir bulut oluşmasına sebep olur. Ardından
da magma yeryüzüne çıkmaya başlar ve önüne çıkan herşeyi, ormanları,
şehirleri silip süpürür.
Volkanlardan yeryüzüne akan magmaya "lav" da denir. Lavlar bir süre
sonra yerin üstünde soğuyarak kayalara dönüşür.
Tarih boyunca bu tür felaketlerle ortadan
yok olan birçok şehir olmuştur. Mesela milattan sonra birinci yüzyılda,
İtalya'nın o zamanlar en zengin şehirlerinden biri olan Pompei, ansızın
patlayan Vezüv yanardağının lavları altında kalarak yok olmuştur. Üstelik
bu, öyle ani olmuştur ki, şehir halkının yerlerinden kıpırdamaya bile
fırsatları olmamıştır. Yanardağ lavları hızla Pompei şehrine ulaşmış
ve şehirde yaşayanların tamamı lavların altında kalarak ölmüştür.
Azgınlıkları, ahlaksızlıkları ve Allah'ın
emirlerine karşı gelmesiyle tanınan Pompei şehrinin halkından geriye
kimse kalmamıştır. Bu ve benzeri toplulukların uğradıkları kaçınılmaz
son Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:
… Böylece onlardan kiminin
üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi,
kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk… (Ankebut Suresi,
40)
Çocuklar bu ayetlerden anlaşıldığı
gibi Allah herşeye güç yetirendir ve isterse yeryüzündeki herşeyi yok
edebilir. Allah'ın azabından kimse emin olamaz. Ancak Allah kullarına
karşı aynı zamanda çok şefkatli ve merhametlidir. Bu kitap boyunca da
Allah'ın sonsuz şefkatinin pek çok delilini gördük. Bu bölümde söz ettiğimiz
tarzda yanardağ patlamalarının çok ender olması da Allah'ın nimetlerinden
biridir.
Atmosfer
Çocuklar,
gökyüzüne baktığımızda orada neler olup bittiğini merak ediyor musunuz?
Sanırız hepiniz merak ediyorsunuzdur. O halde gökyüzündeki mavi yolculuğumuza
başlayalım.
Yerküreyi çepeçevre saran hava katmanına
"atmosfer" denir. Atmosfer 7 katmandan oluşur. Atmosferin katmanlarından
her biri değişik gazlar içerir ve birbiriyle tam bir uyum içindedir.
Atmosferin 7 katmandan oluştuğu Kuran'ın
bir ayetinde şöyle bildirir:
Böylelikle onları iki
gün içinde yedi gök olarak tamamladı… (Fussilet Suresi, 12)
Kuran'da pek çok ayette kullanılan
gök kelimesi, bütün evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, Dünya
göğünü ifade etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı alındığında
ayette, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu
bildirilmektedir.
Bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş
farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir. Üstelik aynen ayette
bildirildiği gibi, tam yedi ana katmandan...
Şimdi ayette bildirilen katmanları sırasıyla
inceleyelim:
- Troposfer:
Yeryüzüne en yakın olan ve en aşağıda olan bölümdür. Bu katmanın kalınlığı,
iklimlere göre değişir. Troposferde yükseklik arttıkça sıcaklık düşer,
en yüksek seviyesinde ise ısı eksi 51 ile eksi 79 derece arasındadır.
- Stratosfer:
Troposferin üzerindedir. Bu katmanda yukarı çıkıldıkça sıcaklık da artar.
- Mezosfer: Stratosferin
üstünde yer alır. Burada sıcaklık eksi 73 dereceye kadar düşer.
- Termosfer:
Mezosferin üst katındadır. Burada sıcaklığın tekrar arttığı görülür.
Gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkları 100 dereceden fazladır.
- İyonosfer:
Yerden 80-40 kilometre arası yükseklikte, iyon adı verilen elektrik
yüklü parçacıklar vardır. İşte, bu parçacıkların bulunduğu atmosfer
katmanına İyonosfer adı verilir.
- Eksosfer:
Yeryüzünün 500 kilometre yukarısından başlayan katmandır.
- Manyetosfer:
Bu katman, manyetik gücü nedeniyle Manyetosfer olarak adlandırılmıştır.
Koruyucu zırh görevi gören bu katman, 3.000 ile 30.000 kilometre arasındadır.
Daha önce de anlattığımız gibi, Dünyamız'ı uzaydan gelen tehlikeli ışınlara
karşı koruyan bu kuşağa Van Allen kuşağı da denir.
Atmosferin bizim için ne kadar önemli olduğunu
anlamanız için bir de diğer gezegenlere bakalım. Örneğin, Merkür gezegeninde
olduğumuzu düşünelim. Burada atmosfer yoktur. Ancak atmosferin varlığı
birçok açıdan son derece önemlidir. Buraya kadar atmosferdeki oksijen
gibi gazların, atmosferin koruyucu özelliğinin öneminden kısmen söz
ettik. Ama bir de insan yaşamı için son derece önemli olan, atmosferin
ağırlığı vardır.
Atmosfer, çok hafif olan havadan yaratılmıştır.
Ama bu, atmosferin hiç ağırlığı olmadığı
anlamına gelmez. Aslında, üzerimizde yükselen kilometrelerce kalınlıktaki
hava katmanının ağırlığı oldukça fazladır.
Araştırmalara göre atmosfer her birimizin
üzerine tonlarca ağırlık uygulamaktadır. İşte buna "hava basıncı" denir.
Şimdi aklınıza "O halde nasıl ezilmiyoruz?" diye bir soru gelebilir.
Çocuklar, bunun nedeni, vücudumuzun atmosferin ağırlığını kaldırabilecek
bir sağlamlıkta yaratılmış olmasıdır. Daha farklı basınçtaki bir ortamda
ise hayatımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Çünkü bu basınç olmadığında
vücudumuzun içinde hızla hareket eden kanın dışarı doğru yaptığı basınç
devreye girer. Ve kan basıncı, atmosferin basıncı ile dengelenmezse
damarlarımız yüksek basıncın etkisi ile patlar.
İşte bu yüzden, Merkür gibi atmosfer olmayan
bir ortamda insanın yaşamını sürdürmesi mümkün değildir.
Venüs gezegeninde ise atmosfer vardır. Ama
oradaki basınç da Dünya'daki atmosferden tam doksan kat daha fazla olduğu
için insanın yaşamasına uygun ortamı sağlamaz. Buradan anladığımız;
Venüs gezegeninde yaşam olamaz, çünkü insan bu sefer de yoğun basınç
altında ezilir ve ölür.
Buraya kadar anlattıklarımızı tekrar kısaca
özetleyelim: Atmosfer, Dünya'daki canlılığın devam etmesinin en önemli
şartlarından biridir. Atmosferin, bir kısmından kısaca söz ettiğimiz
birçok görevi vardır. Hatırlarsanız bunlardan biri atmosferdeki gazların
insan yaşamı için gerekli olmasıdır. Eğer atmosfer olmasaydı canlılar
nefes alamazdı ve yeryüzünde hayat olmazdı.
Göktaşları
ve Güneş'in zararlı ışınlarından da yine atmosferimiz sayesinde
korunuyoruz.
|
Atmosferin görevlerinden biri de
Dünyamız'ı uzaydan gelen birçok tehlikeye karşı korumaktır. Dünyamız'ı
bekleyen tehlikelerden biri, daha önce de anlattığımız gibi uzayda dolaşan
göktaşlarıdır. İşte, atmosferin görevlerinden biri de bu göktaşlarının
Dünyamız'a düşüp zarar vermesine engel olmaktır.
Atmosferin bir diğer görevi de uzaydan gelen
zararlı ışınları engellemektir. Atmosfer sayesinde bu zararlı ışınların
yalnızca yüzde 7'si Dünya'ya ulaşır.
İşte çocuklar, size üzerinde düşünmeniz gereken
yeni bir konu... Dünyamız'a ulaşan ışınların oranı, tam da yaşamımızı
sürdürebilmemiz için gerekli olan miktardadır. Hatırlarsanız, Dünyamız'ın
Güneş'e olan uzaklığı da tam olması gerektiği kadardı, ne daha uzak
ne daha yakın...
Yediğiniz
lezzetli kurabiyelerin kendi kendine tesadüfen oluşabileceği size
söylense inanır mıydınız? Tabii ki kurabiyeleri annenizin yaptığını
bildiğiniz için bu saçma fikrine inanmazdınız. İşte aynı şekilde
evren de tesadüfen oluşamaz ve onun da bir tasarlayanı ve Yaratanı
vardır.
|
Peki çocuklar, bizim için son derece
önemli olan atmosfer kendi kendine, tesadüfen meydana gelmiş olabilir
mi?
Böyle bir şeyin asla olamayacağını anlatmak
için size küçük bir örnek verelim: Annenizin yaptığı kurabiyelerin lezzetini
düşünün. Bu kurabiyelere lezzet veren nedir? Elbette annenizin bunların
hamurunu gereken malzemeleri tam gerektiği miktarda ekleyerek hazırlaması
ve yine tam gerektiği şekilde pişirmesi en büyük etkendir. Biri çıkıp
size, "böyle lezzetli kurabiyeler yapmak için annene gerek yok, bunlar
tesadüfen de pişip senin önüne aynı lezzette gelebilirler" dese ona
inanır mısınız? Elbette inanmazsınız. Peki çocuklar küçücük bir kurabiye
bile kendi kendine oluşamazken, hiç koskocaman Dünyamız, üzerini saran
atmosfer ve tabii en önemlisi üzerinde yaşayan bizler tesadüfen oluşabilir
miyiz? Kesinlikle böyle bir şeyin mümkün olmayacağını artık hepimiz
biliyoruz.
Bütün bunları bilen birinin gökyüzüne baktığında
ne düşünebileceğine bir örnek verelim. Örneğin, "Allah atmosferi yaratmasaydı
Dünyamız'da yaşamak mümkün olmazdı" şeklinde düşünebilir. Ya da bu düşünce,
"Allah gerçekten çok güçlü. Eğer Rabbimiz Dünyamız'ı korumasaydı, dev
gök taşları Dünya'ya çarpar ve Dünyamız'ı minicik parçalara ayırırdı."
şeklinde olabilir. Öğrendiğiniz bütün bilgileri, bu örneklerdekine benzer
şekilde düşünebilirsiniz. Aynı zamanda Allah'a bu şekilde bizi koruduğu
için de şükreder, yani teşekkür edersiniz.
Atmosferin
Yaşam İçin Uygunluğu
Dünyamız'ın atmosferi, yaşam için gerekli
bütün özelliklere sahiptir. Şimdi, size atmosferimizin özel yapısını
anlatalım.
Dünya
atmosferi, yüzde 77 azot, yüzde 21 oksijen ve yüzde 1 oranında karbondioksit
ve argon gibi diğer gazların karışımından oluşur. Bu gazlardan ilk
önce oksijeni inceleyelim.
Oksijen canlılar için çok önemlidir. Çünkü
canlıların yaşaması için gereken enerji bazı kimyasal işlemlerle elde
edilir. Bu kimyasal işlemlerden çoğu da oksijen sayesinde gerçekleşir.
İşte biz de bu nedenle sürekli olarak oksijene ihtiyaç duyarız. Tabi
bu ihtiyacımızı karşılamak için sürekli nefes alırız.
Atmosferde bulunan oksijenin oranı yaşam
için gereken en uygun orandır. Bu oran, yüzde 21 yerine, örneğin yüzde
22 olsaydı, tek bir yıldırımla orman yangınları başlardı. Hele oran
yüzde 25'lere çıksaydı Dünyamız dev yangınlarla kavrulup yok olurdu.
Çünkü oksijen çok yanıcı bir gazdır.
Atmosferdeki
oksijen oranı yüzde 21 değil de yüzde 22 olsa atmosfer yanıcı
hale gelirdi ve bu durum Dünyamız için büyük bir tehlike oluştururdu.
|
Bunu öğrendiğinizde aklınıza şöyle
bir soru gelmiş olabilir: Ya bir gün oksijen biterse? Son yüzyıldaki
yoğun hava kirliliğine rağmen, böyle bir tehlike söz konusu değildir.
Çünkü Dünyamız'da üretilen oksijenin yüzde seksenden fazlası, okyanuslardaki
mikroskobik canlılar tarafından üretilmektedir. Yani yeryüzündeki bütün
ormanlar yok olsa dahi yaşamımızı sürdürebileceğimiz oksijen olacaktır.
Atmosferdeki oksijen oranının dengede kalması,
mükemmel bir sistem sayesinde gerçekleşir. Buna geri dönüşüm sistemi
denir. Hayvanlar ve insanlar oksijen tüketir, karbondioksit üretirler.
Bitkiler ise bu işlemin tam tersini gerçekleştirirler. Karbondioksiti
oksijene çevirerek canlılığın devamını sağlarlar. Her gün bitkiler tarafından
milyarlarca ton oksijen bu şekilde üretilerek atmosfere bırakılır.
Burada çok önemli bir gerçeğe dikkat
çekelim. Niçin yalnızca bitkiler oksijen üretirler? Tüm canlılar oksijen
üretselerdi yaşam daha kolay olmaz mıydı?
Hayır, kesinlikle yaşam daha
kolay olmazdı. Aksine hem insanlar hem hayvanlar hem de bitkiler oksijen
üretselerdi, atmosferdeki oksijen oranı çok artar ve atmosfer kısa sürede
"yanıcı" bir özellik kazanırdı. Bunun sonucunda en ufak bir kıvılcım
bile dev yangınlar çıkarırdı.
Atmosferdeki
oksijenin yüzde 80'i yukarıda resmi görülen okyanuslardaki mikroskobik
canlılar tarafından üretilmektedir.
|
Öte yandan, bunun tam tersini
de düşünebiliriz: Bitkiler oksijen değil de diğer canlılar gibi karbondioksit
üretseler ne olurdu?
Eğer tüm canlılar karbondioksit üretselerdi,
bu sefer de atmosferdeki oksijen hızla tükenir ve bir süre sonra canlılar
nefes almalarına rağmen, soludukları havada oksijen bulunmadığından
"boğularak" toplu halde ölmeye başlardı.
Çocuklar görüyorsunuz, atmosfer bizi korumanın
dışında aynı zamanda nefes almamız için gereken oksijeni de muhafaza
etmektedir. Ve Allah oksijen miktarını sabit tutacak pek çok sistemi
içiçe yaratmıştır. İşte Allah, Dünyamız'daki herşeyi böyle ince hesaplarla
ve dengelerle yaratmıştır. Bu Allah için çok kolaydır.
Sakın unutmayın, rahatlıkla her nefes alışınız
Allah'a şükretmeniz için bir sebeptir. Çünkü O dilemese atmosfer de
olmazdı, oksijen de…
Akıp
Giden Bulutlar
Gökyüzüne baktığımızda, havada beyaz veya
gri renkli pamuk kütlelerine benzer bulutları görürüz. Hatta kimi
zaman onları pek çok değişik şekilleriyle, bildiğimiz bir şeylere
de benzetiriz, değil mi? Peki ama bulutlar nasıl oluşmaktadır, hiç
düşündünüz mü? İsterseniz hep birlikte bu pamuk kütlelerinin nasıl
oluştuğunu görelim.
Ortalama
büyüklükteki bir yağmur bulutunda yaklaşık 300 bin ton (300 milyon
kg.) su bulunur.
|
Her gün yeryüzündeki suların bir
bölümü Güneş'in sıcaklığının etkisiyle buharlaşır. Yani su, çok küçük
damlacıklar biçiminde havaya karışır. Bu şekilde havaya karışan suya
"su buharı" denir. Yere yakınlaşan hava ısınır. Isınan hava ise yükselir
ve yükselirken bu su buharını da kendisiyle birlikte yukarılara götürür.
Yüksekteki soğuk hava ile karşılaşan sıcak havanın içindeki su buharı,
buz kristallerine dönüşür. Bunlar da bulutları oluşturur.
Tuzlu denizlerden, mineralli göllerden buharlaşan
su, beraberinde tuzları da yukarı taşır. Bu tuz taneleri gözle görülemeyecek
kadar küçüktür. Atmosfer, rüzgarın bu damlacıkları taşıması sayesinde,
günde 27 milyon ton tuz kazanır. Bu tuzlar sonradan oluşacak yağmur
damlasının çekirdeğini oluşturur.
Bulutlar, Dünyamız'dan bakınca pamuk gibi
görünürler. Bu nedenle bulutların çok hafif olduklarını düşünmüş olabilirsiniz.
Oysa, bu su kristalleri, yeterince büyüyüp yağmura dönüştüğünde tonlarca
su aktığını görürsünüz. Ortalama büyüklükte bir yağmur bulutunda 300
bin ton su bulunur. (1 ton 1000 kilograma eşittir. 300 bin ton ise,
300 milyon kilogramdır. Yetişkin bir insanın ortalama ağırlığının 60-70
kilogram olduğunu düşünürseniz bunun ne kadar büyük bir rakam olduğunu
anlarsınız.) Evet yanlış duymadınız havada asılı duran 300 bin ton…
İşte, Allah, bu dev bulutlardan yeryüzünü
canlandıracak yağmuru yağdırır. Bu şekilde her yere kolaylıkla su ulaşmasını
sağlar. Rabbimiz bize Kuran'da bulutların yağmura nasıl sebep olduğunu
ise şu ayetle bildirir:
Görmedin mi ki, Allah
bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları
üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını
görürsün... (Nur Suresi, 43)
Ayrıca, Allah Kuran'da gökten
indirdiği suyun temizliğine de dikkat çekmiştir:
... Biz, gökten tertemiz
su indirdik. (Furkan Suresi, 48)
Ayette belirtildiği gibi
su, gökten tertemiz bir şekilde iner. İçinde az oranda tuz ve bazı mineraller
vardır. Aslında, bu da Allah'ın büyük bir rahmetidir. Çünkü toprak,
yağmur suyundaki bu az miktardaki tuz ve mineraller sayesinde beslenir.
Eğer okyanuslardan buharlaşan sular, yağmur olarak yağdıkları zaman
yüksek oranlarda tuz içerselerdi, bu, yeryüzüne büyük zarar verebilirdi.
Çünkü yağmur suyu çok tuzlu olsaydı, toprağı ve bitkileri kavurabilirdi.
Bitkiler öleceği için de yiyecek bulamayan canlılar yok olurlardı. Kısacası
Dünya'daki yaşam kısa bir süre içinde sona ererdi. Ama böyle olmaz çünkü
Allah insanlara karşı büyük rahmet sahibidir. Kuran'da bu şöyle bildirilmektedir:
Şimdi siz, içmekte olduğunuz
suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren
Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez
mi? (Vakıa Suresi, 68-70)
Ayette anlatılanlar gayet
açık bir şekilde herşeyin insanların yaşamasına uygun bir şekilde yaratıldığını
haber vermektedir.
Çocuklar gördüğünüz gibi aslında hayatımız
için gerekli olan hiçbir şeyi yapmaya ya da denetlemeye yetecek gücümüz
yok. Allah dilemese yeryüzünde yaşamamız mümkün değil. Bu nedenle her
an herşeyi Allah'ın yarattığını hatırlayıp, sürekli O'na şükretmeliyiz.
Yeryüzündeki suyun nasıl
buharlaştığını, bulutların nasıl oluştuğunu ve nasıl yağmura dönüştüğünü
öğrendik. Peki yağmurun yeryüzüne belli bir ölçü ile indiğini öğrenmeye
ne dersiniz? O halde yolculuğumuza yağmurların nasıl ölçülü yağdığı
konusunu anlatarak devam edelim.
Yağmurdaki
Ölçü
Yağmur yeryüzüne belli bir miktarla yağar.
Yağmurdaki bu ölçü çağımızda yapılan araştırmalar sonucunda tespit edilmiştir.
Ölçümlere göre, yeryüzünden bir saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır.
Bir yılda bu miktar 505 trilyon tona ulaşır. Ve yine her yıl Dünya'ya
aynı miktarda yani 505 trilyon ton yağmur yağar. İşin ilginç yanı bu
miktar her yıl aynıdır, hiç değişmez. Daha bilim adamlarının yeni keşfettiği
bu gerçeği Allah bize bundan 1400 yıl önce gönderdiği Kuran'da şu şekilde
bildirir:
Ki O (Allah) belli bir
miktar ile gökten su indirdi… (Zuhruf Suresi, 11)

Dünyamız'a
her yıl ortalama olarak 505 trilyon ton yağmur yağar. Bu miktar
her yıl aynıdır ve hiç değişmez. Bu durum, Allah'ın herşeyi ölçülü
ve dengeli yarattığının örneklerinden biridir.
|
Unutmayın çocuklar! Bundan binlerce
yıl önce daha hiç kimsenin bilmediği böyle bir bilginin Kuran'da insanlara
bildirilmiş olması Kuran'ın bir mucizesidir. Ve bu, kutsal kitabın Allah
tarafından gönderildiğinin bir kanıtıdır. Kuran'da böyle daha pek çok
mucizeler vardır.
Yeryüzündeki hayatın devamı, bahsettiğimiz
suyun eşit miktarda buharlaşması ve tekrar yeryüzüne dönmesi yani "su
döngüsü" sayesinde sağlanır. İnsan sahip olduğu bütün teknolojik imkanları
kullansa dahi, böyle bir ölçüyü yapay olarak gerçekleştiremez.
Su döngüsünde küçük bir değişiklik olsa,
kısa zaman sonra doğada büyük bir dengesizlik ortaya çıkar. Bu da hayatın
sonunu getirir. Fakat hiçbir zaman böyle olmaz. Yağmur, Kuran'da bildirildiği
gibi, yeryüzüne her sene aynı miktarda inmeye devam eder.
Hepiniz yağmurun yağmasındaki ölçüyü Allah'ın
kontrol ettiğini anlamış olmalısınız. Yoksa yağmur, nasıl olur da her
yıl aynı ölçüde yağabilir? Hepimizin bildiği gibi böyle bir şey kesinlikle
mümkün değildir. Allah bütün evrenin sahibidir. Herşey ancak onun emriyle
olmaktadır.
Yağmur damlaları arasında biraz dolaştıktan
sonra, yağmur yağdıktan sonra oluşan muhteşem bir güzelliğin renkleri
arasında yolculuğumuza devam edelim.
Rengarenk
Gökkuşağı
Bu yolculuğumuz da rengarenk gökkuşağının
içinde olacak. Bugüne kadar bir gökkuşağı görmüş olmalısınız. En azından
kitaplarda veya televizyonda görmüşsünüzdür. Eminiz gökkuşağının renkleri
ve şekli hepinizin çok hoşuna gitmiştir. Peki bu rengarenk gök tacının
nasıl oluştuğunu hiç düşündünüz mü? Şu ana kadar düşünmedinizse bile
bu başlığı okuduğunuzda düşünmüş olmalısınız. Öyleyse siz daha fazla
merak etmeden hemen anlatmaya başlayalım.
Gökkuşağı,
güneş ışınlarının yağmur damlasının içinden geçerken 7 ayrı renge
ayrılmasıyla oluşur. Gökkuşağı aslında uzaydan bakıldığında tam
daire şeklindedir, ama biz Dünya'dan yarısını görürüz.
|
Gökkuşağı, yağmurdan sonra Güneş'in
görülmesiyle ortaya çıkar. Yedi renk, taç gibi yarım daire şeklinde
arka arkaya dizilir. Gökkuşağının bu hali çok etkileyicidir.
Gökkuşağı aslında bir ışık oyunudur. Gökkuşağı,
güneş ışığının temel renklerini taşır. Evet bizim beyaz olarak gördüğümüz
güneş ışınları aslında renklidir. Güneş'ten gelen bu renklere temel
renkler denir. Temel renkler, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, açık mavi,
koyu mavi ve mordur. Güneş ışınlarının beyaz rengi bu renklerin birleşmesiyle
ortaya çıkar. Ancak güneş ışını, bir yağmur damlasının içinden geçtiği
zaman gerçek renkleri ortaya çıkar. Çünkü, su ışığı kırar. Suyun ışığı
kırma etkisiyle renkler ayrışır. Ayrılan renkler yağmur damlasının arkasından
yansır ve dışarıya eğrilerek çıkarlar.
Karışık mı göründü? Eğer karışıksa kristal
bir bardak bulun ve üzerine güçlü bir ışık tutun. Burada su damlasının
görevini, cam yerine getirir. Göreceksiniz, bardağa güçlü bir ışık geldiğinde,
duvarda küçük bir gökkuşağı belirecek.
Bu arada çocuklar, gökkuşağından bahsederken
hep yarım daire diyoruz ama, bu doğru değildir. Çünkü, gökkuşağı aslında
tam bir çember biçimindedir. Fakat, yerden bu çemberin bütünü görülemez.
Bu nedenle gökkuşağını her zaman yarım daire olarak görürüz. Sadece
uçaktan tam daire olarak görülebilir.
Gökkuşağının
çemberinin merkezi, her zaman Güneş'in tam karşısına düşen bir noktadadır.
Güneş yükseğe çıktığında, gökkuşağı da tam Güneş'in karşısına gelecek
şekilde yukarı çıkar.
Gökkuşağının bu rengarenk, hayranlık uyandıran görüntüsü, Dünya'daki
güzelliklerden zevk almamız için Rabbimiz tarafından özel olarak yaratılmıştır.
Allah sınırsız sayıda benzersiz güzellik yaratmaya güç yetirendir. Bu
nedenle bu bizi şaşırtmaz, Allah'ı daha iyi tanımamızı ve O'na daha
çok şükretmemizi sağlar
Böyle renkli bir yolculuğa yine göz kamaştıran
bir güzellikle devam edelim. Bu defa, geceleri gökyüzünde gördüğümüz
ve güzelliğine hayran olduğumuz küçük bir gök cismini, Ay'ı inceleyelim.
Gecelerimizi
Aydınlatan Ay
Ay, Dünyamız'ın etrafında dönen
taştan bir top gibidir. Geceleri, hava bulutsuz olduğu zamanlarda Ay,
kapkaranlık gökyüzünde ışıl ışıl parıldar. Ancak bu ışık, Ay'ın kendi
ışığı değildir çünkü Ay'ın kendine ait bir ışığı yoktur. O, yalnızca
Güneş'ten gelen ışınları bir ayna gibi etrafına yansıtır. Böylece, gökyüzüne
asılı kocaman bir ışık gibi görünür. Ay'ın bu özelliği Kuran'da şöyle
haber verilmektedir.
"…
aydınlık ve nurlu bir Ay var eden Allah ne yücedir." (Furkan Suresi,
61)
Bizler Ay'ın hep aynı yüzünü görürüz.
Çünkü Ay, hem kendi etrafında hem de Dünya'nın etrafında 29 günde döner.
Her ikisinde de dönüş süresi aynı olduğu için bize hep aynı yüzü denk
gelir.
Öte yandan, gece gökyüzüne baktığımızda,
Ay'ı bazen yuvarlak bazen yarım daire şeklinde görürüz. Bunun sebebi,
Dünya çevresinde döndükçe, Ay'ın aydınlık olan yüzünün farklı biçimler
almasıdır.
Dünya
ve Ay, birbirini çeker. Ama Dünya'nın yerçekimi Ay'ın yerçekiminden
6 kat daha fazladır. Buna rağmen Ay'ın yerçekimi Dünya'yı etkiler. Bu
çekim, okyanuslarda
ve denizlerde "gel-git" denilen bir olaya neden olur. Su seviyesi kıyılarda
bir süre alçalıp sonra eski haline döner. Eğer Ay'ın çekim kuvveti daha
şiddetli olsaydı, gel-gitler su seviyesinin çok fazla alçalıp yükselmesine
neden olurdu. Böyle bir durum karşısında, denize yakın bölgeleri sürekli
su basardı.
Ama gel-git olaylarında sular genellikle aşırı
yükselmez. Çünkü, Rabbimiz Ay'ın ve Dünya'nın çekim kuvvetini bizim yaşamımız
için en uygun olacak şekilde yaratmıştır.
Gece-Gündüz
ve Mevsimler
Dünyamız'daki
mevsimler 23.5 derecelik eğimden kaynaklanır.
|
Dünyamız, kendi etrafında dönüşü
sırasında yörüngesine göre hafif eğik bir pozisyonda durur. Bu da; ilkbahar,
yaz, sonbahar ve kış olarak adlandırdığımız dört mevsimin oluşmasının
tek sebebidir.
Eğer Allah dileseydi, Dünyamız dik dururdu.
Ama Dünya yörüngesinde tam dik dursaydı, hiçbir mevsim olmazdı. Dünya'nın
her yerinde sıcaklıklar sabit olurdu. Sonuç olarak, yediğimiz yiyecekten,
soluduğumuz havaya kadar bambaşka bir ortamda yaşardık.
Peki çocuklar, gece ile gündüzün nasıl olduğunu
hiç düşündünüz mü? Uzayda her yer karanlıktır. Oysa, uzayın içindeki
Dünyamız'da gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder. Sabahları hava aydınlanır,
akşam olunca kararır. Peki kapkaranlık uzayda Dünyamız sabah olunca
nasıl aydınlanır?
Bunun nedeni, Dünyamız'ın, yörüngesinde ilerlerken
bir topaç gibi kendi etrafında da dönmesidir. Dünya kendi etrafında
döndükçe Güneş'e karşı gelen yüzü aydınlanır.
Oysa, gezegenlerden Uranüs, kendi yörüngesinde
yerde yuvarlanan bir top gibi ilerlemektedir. Bu olağanüstü bir duruma
neden olur: Uranüs'ün bir tarafı hep aydınlık, diğer tarafı ise hep
karanlıktır.
Peki, Dünya'nın bir tarafında sürekli gündüz,
diğer tarafında sürekli gece olsaydı ne olurdu? Kuşkusuz böyle bir durumda
insanların belirli bir uyku saati olmazdı. Herkes farklı zamanlarda
uyur, farklı zamanlarda uyanık olurdu. İnsanlar arasındaki ilişkilerde
aksaklıklar olurdu.
Uçakla
hep batıya doğru giden bir yolcu, Güneş batmadığı için devamlı
gündüzü yaşar. Eğer Dünyamız kendi ekseni etrafında dönmeseydi
biz de tıpkı bu uçaktaki yolcu gibi geceyi hiçbir zaman göremezdik.
|
Önce sürekli gündüzü yaşadığımızı
düşünelim: Rahat uyuyabilir miydik acaba? Ayrıca, sadece gece görebildiğimiz
Ay'ı ve yıldızları hiçbir zaman fark edemezdik.
Ya da sürekli karanlığı yaşasaydık?
Herşeyden önce Güneş'i, bulutları, gündüz gözüyle görebildiğimiz güzelliklerin
hiçbirini göremezdik. Uyuma saatlerimiz ile okul saatlerimiz kimbilir
nasıl olurdu? Gece karanlığında okula gider ve ders aralarında karanlık
havada bahçede oynamaya çalışırdık.
Ancak bunlardan daha da önemlisi, yaşayabilmek
için hem karanlığa hem de aydınlığa ihtiyaçları olan bitkiler kısa
zamanda yok olurlardı. Dolayısıyla bu da canlılığın sonu olurdu.
Ancak, Rabbimiz bizlerin hayatını kolaylaştırmak
için geceyi ve gündüzü yaratmıştır. O, bizim için geceyi ve gündüzü
yaratarak, yaşamımızı en güzel şekilde düzene koymuştur. Kuran'da
gece ile gündüzün yaratılış sebepleri şöyle bildirilmektedir.
O,
geceyi sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma
(zamanı) kılandır. (Furkan Suresi, 47)
Bir düşünün, çocuklar… Hergün, yeni
şeyler icad edilir ya da yeni şeyler keşfedilir. Oysa yapılanlar, var
olanı anlamaktan ya da var olanı taklit etmekten başka bir şey değildir.
Düşünün… İçlerinden hangisi koskocaman Dünya'yı kendi etrafında döndürebilir
ve böylece gece ile gündüzün oluşmasını sağlayabilir? Hiçbiri, değil
mi? Bunu yalnızca gökleri, yeri ve içindekilerin tümünü yaratan Rabbimiz
yapabilir.
Ancak, şunu sakın unutmayın çocuklar. Allah,
geceyi ve gündüzü yarattığı gibi, dilerse onları geri de alabilir. O
zaman binlerce zorluk yaşarız, hatta biraz önce de belirttiğimiz gibi
yeryüzünde yaşamımızı sürdüremeyiz. Bir Kuran ayetinde Allah'ın dilerse
geceyi veya gündüzü kesintisiz sürdüreceği şöyle bildirilmiştir:
…
Allah kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek
olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir?… (Kasas
Suresi, 71)
… Allah kıyamet gününe kadar gündüzü
sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size
içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir?… (Kasas
Suresi, 72)
Evet çocuklar, Allah'ın dilemesi
dışında, gecenin de gündüzün de olamayacağını bu ayetlerden açıkça
anlıyoruz. Evren ve içindeki herşey, onları yaratmış olan Allah'ındır.
Çocuklar sakın unutmayın! Siz dahil herşeyi
kusursuzca yaratan üstün ve güçlü olan Allah'tır.
|