Sabah
Uyandığında
Kuran
ahlakına uygun bir şekilde yaşayan Müslümanlar ile Allah'ı inkar edenler
arasındaki temel farklardan biri, Allah'ın iman ederek Kendisinden korkup
sakınan ve vicdanlarını kullananlara verdiği akıldır. (Detaylı bilgi için
bkz. Harun Yahya, Kuran'a Göre Gerçek Akıl) Sahip oldukları akıl sayesinde
iman edenler, inkar edenlerin ya da gerçekleri kavrayamayan gaflet içindeki
insanların anlamsız veya tesadüf olarak değerlendirdikleri olayların ardındaki
hikmetleri hemen fark ederler.
Mümin sabah uyandığı
ilk andan itibaren gün içinde karşılaştığı ve yaşadığı her olayda Allah'ın
Kuran'da bildirdiği ifadeyle "ayetler" olduğunu bilir. "Ayetler", Kuran'da
Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının kesin delilleri olan olaylar
ve varlıklar anlamında kullanılır. Bu ifadeye benzer bir anlam taşıyan
diğer bir kavram ise, "iman hakikatleri"dir. İman hakikatleri de, "imana
götüren, imana vesile olan ve aynı zamanda imanın artmasını, gelişmesini
ve pekişmesini sağlayan gerçekler" olarak tanımlanabilir. Ancak bu ayetleri
ya da iman hakikatlerini fark edebilmek yalnızca samimi bir şekilde Allah'a
yönelen insanlara ait bir özelliktir. Al-i İmran Suresi'nin 190. ayeti
buna bir örnek olarak verilebilir: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında,
gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten
ayetler vardır." (Al-i İmran Suresi, 190)
İman sahibi ve Kuran
ahlakını benimsemiş kimseler için her yeni gün Allah'ın varlığının delilleri
ile, iman hakikatleri ile doludur. Örneğin gözlerini açarak güne başlamak,
Allah'ın insanlara sunduğu nimetlerden ve üzerinde düşünülmesi gereken
iman hakikatlerinden biridir. Öyle ki, insan tüm gece boyunca şuursuz
bir şekilde uyur. Uykuda geçen uzun saatlere dair hatırlanabilen tek şey
3-5 saniyelik belli belirsiz rüyalardır. İnsan bu süre içinde dünya ile
hiçbir bağlantısı olmadan yatar. Bedeni ve ruhu birbirinden ayrılmıştır
ve uyuduğunu sandığı bu süre boyunca aslında bir nevi ölüdür. Nitekim
insanların uykuda canlarının alındığını Allah Kuran'da şöyle haber verir:
Allah, ölecekleri
zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece,
kendisi hakkında ölüm
kararı verilmiş
olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir…
(Zümer Suresi, 42)
Sizi geceleyin
öldüren (uyutan) ve gündüzün 'güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta)
olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi
dirilten (uyandıran) O'dur... (Enam Suresi, 60)
Rabbimiz yukarıdaki
ayetlerde insanların uykuda canlarını aldığını, ancak daha sonra zamanı
belirlenmiş ölüm vakitleri gelinceye kadar tekrar geri verdiğini bildirmektedir.
Uyku süresi boyunca insan, bilincini ve dışarıyı algılama yeteneklerini
kısmen yitirir. "Ölüm benzeri" olarak belirtilen uykudan şuurlu ve bir
gün önceki haline kavuşmuş bir şekilde uyanmak, kusursuz bir şekilde görebilmek,
duymak ve hissetmek, üzerinde düşünülmesi gereken mucizevi olaylardır.
Gece uyumak için yatağına yatan insan bu eşsiz nimetlerin sabah kendisine
yeniden verileceğinden emin olamaz. Ayrıca insan herhangi bir felaketle
karşılaşmadan veya sağlık sorunu olmaksızın uyanacağından da asla emin
olamaz.
Güne
yeni başlayan mümin, bu gerçekleri düşünür; Allah'ın kendi üzerindeki
geniş rahmeti ve koruması için O'na şükreder; önündeki yeni günü, Allah'ın
hoşnutluğunu ve cenneti kazanmak için Allah'ın kendisine verdiği bir fırsat
olarak değerlendirir. Sabah gözünü açtığı anda hemen Allah'a yönelerek
samimi bir dua ile güne başlar. Gün içinde Allah'ın daima kendisini izlediği
bilinci ile hareket eder. O'nun rızasını kazanmaya, emir ve tavsiyelerini
yerine getirmeye titizlik gösterir. Allah ile yakın bir bağlantı kurarak
samimi bir dua ile güne başlar. Böylece gün içinde Allah'ın rızasını unutması
ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali azalır; gün boyunca Allah'ın
kendisini dünyada imtihan ettiğinin farkında olarak hareket eder.
Samimi bir şekilde
Allah'a yönelmiş bir insanın, kendisine sunulan nimetler üzerinde dikkatle
düşünmesi, ona bu nimetleri Allah'ın dışında hiç kimsenin vermeye güç
yetiremeyeceğini de görmesine yardımcı olur. İnsanların bu konu üzerinde
düşünmeleri gerektiğini Rabbimiz bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
De ki: "Düşündünüz
mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi
mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?"… (Enam
Suresi, 46)
Şüphesiz, uykuyu
dinlenme zamanı kılan ve sabah vakti insana sahip olduğu nimetleri yeniden
bağışlayan, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah'tır. Bu gerçeği kavrayanlar,
güne başladıkları ilk andan itibaren Allah'ın yakınlığını hisseder ve
bu benzersiz nimetlere sahip olmanın sevincini yaşarlar.
Allah'ın dininden
uzak yaşayan ve söz konusu gerçeği düşünmeyen insanlar ise, sahip oldukları
nimetlerin hiçbir zaman tam olarak farkına varamaz ve müminlerin yaşadığı
bu sevinci yaşayamazlar. Genelde sabahın ilk saatlerinde sıcak bir yataktan
kalkmanın zorluğunu, sıkıntısını ya da yeni başlayan güne ayak uydurmanın
telaşını hissederler. Bazıları, her sabah yapmak zorunda oldukları işlerden
dolayı bezgin ve sıkıntılıdır. Yataktan kalkmak istemez, bir dakika daha
fazla uyumakla yataktan kalkmak arasında mücadele ederler. Uyandığında
sinirli, gergin, asık yüzlü olmak bu gibi insanlarda çok sık rastlanan
bir ahlak bozukluğudur.
 |
Nimetlerin sevincini
yaşamayan inkarcılar, sabah uyandıkları andan itibaren her gün aynı şeyleri
yapmanın monotonluğana bir kez daha dönerler. Yaşayacakları günün belki
de Allah'ın kendilerine verdiği son bir fırsat olduğunun farkında olmayan
diğer bir kısım insan ise, sadece daha fazla para kazanmak, daha iyi yaşamak,
yalnızca insanlar tarafından ilgi görmek ya da beğenilmek arzusu ile güne
tutkulu ve hırslı bir şekilde başlar, acele ile hazırlanırlar.
Allah'ın Kuran'da
bildirdiği gerçekleri göz ardı eden insanlar güne farklı şekillerde başlayabilirler.
Ancak hepsinin davranışlarında ortak bir akılsızlık vardır: Allah'ın kendilerini
yarattığını, O'na kulluk etmek ve O'nun rızasını kazanmakla sorumlu olduklarını
ve önlerindeki günün bunun için yeni bir fırsat olduğunu düşünmemek. Allah
onların bu durumunu, "İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri
ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar" (Enbiya Suresi, 1) ayetiyle haber
vermektedir.
Büyük
bir gaflet içinde yaşayan bu insanların çok önemli bir hata yaptıkları
açıktır. Unutmamak gerekir ki, her sabah, insanın dünya hayatında kendisi
için belirlenmiş son gününün başlangıcı olabilir. İşe veya okula giderken
yaşanan bir trafik kazası, "beklenmedik" bir kalp krizi veya başka sayısız
nedenden ötürü ölüm her an kendisini yakalayabilir. O halde, yukarıda
da belirttiğimiz gibi insanın yapması gereken, önündeki günü Allah'ı razı
edecek biçimde geçirmek için neler yapabileceğini düşünmek olmalıdır.
  
Temizlik
Yaparken
İnsanın
sabah uyandığında vücudunda meydana gelen değişiklikler birçok hikmet
içerir. Hiç istememesine rağmen yüzü şişmiş, saçları kirlenmiş, vücudunda
ve ağzında istenmeyen kokular meydana gelmiştir. Aynada gördüğü şişmiş
yüzü, dağınık ve bakımsız hali ona ne kadar aciz olduğunu gösterir. Her
insan mutlaka sabahları yüzünü yıkamak, dişlerini fırçalamak ve bakım
yapmak zorundadır. Bu durum, Kuran ahlakını benimsemiş bir insana kendisini
diğer insanlardan üstün görecek bir yönünün olmadığını ve her türlü eksiklikten
uzak olanın sadece Allah olduğunu hatırlatır.
Ayrıca samimi bir
şekilde Allah'a yönelen bir insan, istemediği bu rahatsızlık veren halini
aynada görünce, güzel olan şeylere kendi gücü ve isteğiyle sahip olmasının
mümkün olmadığını çok daha iyi anlar.
Görüldüğü gibi Allah
kullarını, acizliklerini hatırlamaları ve Kendisine yönelmeleri için birtakım
eksikliklerle yaratmıştır. İnsanların bedenlerinin ve çevrelerinin kısa
süre içinde kirlenmesi buna bir örnektir. Ancak Allah, bu eksiklikleri
gidermenin yollarını da insanlara göstermiş ve su, sabun, deterjan gibi
çeşitli imkan ve nimetleri onların hizmetlerine sunmuştur. Allah, "Demek
ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber
kolaylık vardır" (İnşirah Suresi, 5-6) ayetleriyle bu gerçeğe de işaret
etmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, nimetlerin yaratılışındaki bu
sırrı fark etmek ve bundan dolayı Allah'a şükretmek, sadece üstün bir
anlama ve kavrama yeteneğine sahip olan müminlere verilmiş bir özelliktir.
Gerek
sabah gerekse gün içerisinde temizlik yapan bir mümin, Allah'ın kendisine
verdiği temizlik malzemelerinden dolayı şükreder. Allah'ın temizliği ve
temiz insanları sevdiğini bildiği için yaptığı işi bir ibadet olarak görür
ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı umar. Rabbimizin Müddessir Suresi'nin
4 ve 5. ayetlerindeki "Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş" şeklindeki
emrini severek yerine getirir.
Allah bir ayette,
insanların temizlenme ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaları için gökten
su indirdiğini şöyle bildirir:
... Sizi kendisiyle
tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin
üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı
(arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (Enfal
Suresi, 11)
 |
Su, insan vücudu,
eşya ve ev temizliğinde gerekli olan en temel maddedir. Suyun çıplak gözle
görülebilen kirleri ve görülemeyecek kadar küçük olan bakterileri temizleme
özelliğinin yanında insanı rahatlatan bir başka özelliği daha vardır.
Su, insanın üzerinde biriken, insana yorgunluk ve halsizlik hissi veren
statik elektriğin de vücuttan atılmasını sağlar. İnsanın, bedeninde oluşan
statik elektriği açık bir şekilde görmesi mümkün değildir. Ancak vücuttaki
bu elektrik bazen kazak çıkartırken çıtırtı şeklinde bir sesle, bir yere
dokunulduğunda küçük bir elektrik çarpması ile, bazen de saç tellerinin
farklı hareketleri ile varlığını hissettirir. İnsan yıkandığında ise üzerinde
biriken bu statik elektrikten kurtulur, bu nedenle de tüm vücudunda hafiflik
ve rahatlık hisseder. Yağmurdan sonra havada oluşan serinlik ve ferahlık
da, suyun havadaki statik elektriği temizlemesinden kaynaklanır.
Daima temiz ve bakımlı
olmak Allah'ın beğendiği bir tavırdır. Bu gerçeği cennetteki insanların
fiziksel temizliklerine dikkat çekilen bazı ayetlerde de görmek mümkündür.
Allah Kuran'da cennette
bulunan insanların "… sanki (her biri) 'sedefte saklı inci gibi tertemiz,
pırıl pırıl" olduklarını haber vermektedir. (Tur Suresi, 24) Ayrıca cennette
insanlar için "tertemiz eşler" bulunduğu da çeşitli ayetlerde müjdelenmiştir.
(Bakara Suresi, 25; Al-i İmran Suresi, 15; Nisa Suresi, 57)
Allah'a iman eden
insanlar, dünyada da cennet benzeri bir ortam oluşturmak isterler. İnananlar,
Allah'ın cennette olacağını vaat ettiği herşeyi dünyada da mümkün olduğu
kadar yaşamaya çalışır; bu nedenle de fiziksel temizliklerine büyük özen
gösterirler.
Burada üzerinde durulması
gereken önemli bir nokta daha vardır. Bazı insanlar sadece diğer insanlarla
birlikte olduklarında veya kendilerini beğendirmeleri gereken ortamlarda
bakımlı olmaya özen gösterir; yanlarında başkaları bulunmadığı sırada
görünüşlerine ve temizliklerine dikkat etmezler. Akşama kadar yıkanmamış
kirli bir yüzle, temiz kokmayan bir ağızla ve bakımsız bir bedenle, pijamalarla
dolaşmak, bütün gün dağınık kalan yatakları, bulaşık dolu mutfağı olağan
karşılamak, hep bu hatalı mantığın ürünleridir.
Bu mantıktaki insanlar
temizliği sadece dıştan bakıldığında pisliğin fark edilmeyeceği kadar
yüzeysel yaparlar. Kimi insanlar da banyo yapmayı, kirlenen giysilerini,
havlularını, çarşaflarını değiştirmeyi, ütü yapmayı ya da ortalığı toplamayı
bir vakit kaybı olarak görür ve belirgin bir kir oluşmadıkça temizlemeye
yanaşmazlar. Kirlendiklerinde çoğu zaman, özellikle de soğuk havalarda,
yıkanmaya üşenir, kimi zaman sadece saçlarını yıkamakla yetinirler. Bazı
kadınların bunun için buldukları bir başka yöntem de, kuaföre giderek
sadece saçlarını yıkatmak ve uygun bir şekil verdirmektir. Bu saç modeli
bozulana kadar da bir daha
yıkanmaya gerek duymazlar. Kirlenen vücutlarının rahatsızlık verici kokusunu,
sıktıkları bir parfüm ya da deodorantla fark ettirmemeye çalışırlar, ama
bu yöntem, kirli bedenlerini çok daha rahatsızlık verici bir hale getirmekten
başka bir işe yaramaz. Kıyafetler için önemsedikleri temizlik şekli ise,
sadece dış kıyafetlerinin görünümüdür. Kazaklarında, pantolonlarında ya
da paltolarında ciddi bir leke oluşmadığı sürece yıkamazlar. Bunun dışında
sigara, is, yemek ya da ter gibi ağır kokuların üzerlerine sinmiş olmasında
bir sakınca görmez ve bunu temizlenmek için yeterli bir sebep olarak düşünmezler.
Böylesine sağlıksız koşullarda bir hayat sürmek, bu mantığı benimseyen
genç, yaşlı her insana zarardan başka bir şey kazandırmaz. Sağlıksız beslenmekten
ve pislikten dolayı hastalıktan kurtulamazlar. Sigara
dumanıyla kaplı ortamlarda yaşamaktan renkleri sararır, ciltleri bozulur,
ciğerleri zarar görür. Bunlar sadece bedenlerinde gördükleri zararlardır.
Bunun yanında sürekli olarak dağınık ve pis ortamlarda, kendileri gibi
bakımsız ve kirli insanlarla iç içe yaşamak zorunda olmaları ruh sağlıklarını
da olumsuz yönde etkiler. Zamanla güzellikten, estetikten, temizlikten,
ince düşünceden zevk almayan duyarsız ve tepkisiz bir ahlaka sahip olurlar.
Bu durum elbette ki bilerek ve isteyerek yaptıkları akılsızca seçimin
sonucudur.
Oysa
Allah Müslümanları, en güzel ve en temiz ortamları hazırlamaları için
teşvik eder. Allah inananlara yiyeceklerinden, kıyafetlerinden, yaşadıkları
ortamlara kadar herşeylerinde mutlak bir temizliği emretmiştir:
Ey insanlar yeryüzünde
olan şeyleri temiz ve helal olarak yiyin... (Bakara Suresi, 168)
Sana, kendilerine
neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal
kılındı."... (Maide Suresi, 4)
... O (peygamber),
onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz
şeyleri helal, murdar (pis) şeyleri haram kılıyor... (Araf Suresi, 157)
Hani Evi (Kabe'yi)
insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını
namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi tavaf edenler, itikafa
çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik.
(Bakara Suresi, 125)
... Dediler ki:
"Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla
şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık
getirsin... (Kehf Suresi, 19)
Katımızdan ona
(Yahya) bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi
biriydi. (Meryem Suresi, 13)
Cahiliye insanlarının
oluşturduğu yaşam tarzı, kendi elleriyle kendilerine huzursuz ve sağlıksız
ortamlar hazırlarken, Müslümanlar Kuran ahlakına uyarak, ahiretten önce
dünyada da çok güzel bir hayat yaşarlar. Cahiliye insanları hem kendilerine
hem de çevrelerine sıkıntı verici ortamlar oluştururken, Müslümanlar her
insanın rahat ve huzur içinde yaşayacağı, sağlıklı ve dinç olacağı mekanlarda
hayatlarını sürdürürler.
Kısacası mümin, Kuran
ahlakının gereği olarak başkaları için değil, Allah'ın beğendiği bir tavır
olduğu ve kendisinin de doğal olarak en rahat ettiği tavır bu olduğu için
temiz ve bakımlı olur. Bulunduğu mekanı temizleyerek diğer insanlar için
de rahatlatıcı bir ortam oluşturmaktan büyük zevk duyar; temizlik konusunda
en ufak bir gevşeklik göstermez; her zaman temiz ve bakımlı olmak için
elinden geleni yapar.

Kıyafetlerini
Giyerken
Mümin gün içerisinde
giyeceği kıyafetleri belirler ve giyinirken önemli bir gerçeğin bilincindedir.
Bu gerçek, giysilerin Allah'ın sayısız nimetlerinden biri olduğu ve yaratılmasında
birçok hikmet olduğudur. Bütün insanlar bu nimetten faydalanırlar; ancak
sadece Kuran ahlakını yaşayan müminler kendilerine sunulan bu güzelliğin
Allah'ın bir lütfu olduğunu gereği gibi fark ederek O'na şükrederler.
Giysiler mümine hemen şunları hatırlatır: Yünlü, pamuklu veya ipekli giysilerin,
çeşit çeşit kıyafetlerin kaynağı canlılardır. Günlük yaşantının hemen
her anında kullanılan giyim eşyaları, yaratılış harikası bitki ve hayvanlardan
elde edilmektedir. Diğer bir ifadeyle Allah, insanların, en temelinden
en lüksüne kadar her türlü giyim gereksinimini karşılayacak özelliklerle
donatılmış canlıları yaratmasaydı, söz konusu ürünler de olmayacaktı.
  |
İnsanların bir çoğu,
bu gerçekleri bilmelerine rağmen, inkar etmeleri ya da gaflet içinde olmaları
nedeniyle sahip oldukları nimetleri takdir edemezler. Doğdukları andan
itibaren ihtiyaç duydukları giysiler kendilerine sunulduğu için, giyinmek
bu insanlar için bir alışkanlık olmuştur. Bu alışkanlık da kendilerini,
giyeceklerin bir nimet olduğunu hatırlamaktan ve şükretmekten alıkoyar.
Oysa Rabbimizin, dünya üzerindeki nimetleri yaratma sebeplerinden biri,
insanların bu nimetler için Kendisine şükretmeleridir. O halde Rabbimizin
bizim için yarattığı giyeceklerdeki hikmetleri, bize sağladığı faydalardan
başlayarak ele alalım.
Giyecekler insan
vücudunu soğuğa, güneşin zararlı ışınlarına, çevreden gelebilecek çarpma,
kesilme gibi küçük tehlikelere karşı koruyan bir kalkan niteliğindedir.
Eğer giyecekler olmasaydı, hassas bir deriyle kaplı olan insan bedeni,
saydığımız bu tür olumsuzluklardan dolayı sık sık zarar görürdü. Bu da
insana hem acı verir, hem sağlığını tehdit eder, hem de cildinin oldukça
kötü bir görünüm kazanmasına neden olurdu.
Koruyucu bir özelliğe
sahip olan giyeceklerin yaratılışındaki hikmetlerden bir diğerini Rabbimiz
Kuran'da şöyle bildirir:
Ey Ademoğulla
rı, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak
bir giyim' indirdik (var ettik)… (Araf Suresi, 26)
Yukarıdaki ayette
dikkat çekildiği gibi, giysiler insan için çok daha estetik bir yapı oluşmasına
sebep olur.
Açıktır ki, vazgeçilmez
bir ihtiyaç olan giyecekler Allah'ın bizim kullanımımıza verdiği son derece
önemli bir nimettir. Bunun bilincinde olan mümin, giysilerini kullanırken
son derece titiz ve özenli davranır. Bu, onun, Allah'ın kendisine sunduğu
nimetlere karşı şükredici olduğunu, fiili olarak da göstermesidir.
Kuran ahlakının getirdiği
bir özellik olarak her harcamasında dengeli davranan mümin, giysi alırken
de aynı tavrı gösterir. İhtiyacı olanı, kendisine yakışanı ve makul olanı
satın alır. Gereksiz harcama yaparak israf etmez. "Onlar, harcadıkları
zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta
bir yoldur." (Furkan Suresi, 67) ayetinin gereğini yerine getirir.
Kuran ahlakını yaşayan
bir insanın dikkat ettiği bir diğer konu ise giysilerini temiz tutmaktır.
Çünkü bu, Kuran'da "Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş." (Müddessir
Suresi, 4-5) ayetleriyle emredilmektedir. Mümin, Allah'ın bu emrini tüm
emirlerinde olduğu gibi titizlikle yerine getirir; imkanları ölçüsünde,
elinden geldiğince temiz giyinmeye özen gösterir.
Kuran ahlakını yaşayan
bir insanın giyinmeye gösterdiği önem bu kadarla sınırlı kalmaz. Örnek
bir ahlaka sahip mümin için temiz giyinmenin yanında, olabildiğince estetik
ve uyumlu giyinmek de önemlidir. Nitekim ayetteki, "'süs kazandıracak
bir giyim' indirdik" (Araf Suresi, 26) ifadesiyle giyinmenin estetiğe
yönelik bir amacının olduğuna da dikkat çekilmiştir. Peygamberimiz (sav)'in
kıyafet tarzının ve bu konudaki tavsiyelerinin aktarıldığı hadislerde
de bu konuda örnekler bulunmaktadır. Örneğin Peygamber Efendimizin torunu
Hz. Hasan, onun giyim konusu hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:
"Peygamber Efendimiz
bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları
sürmemizi emrederdi." (Buhari, et-Tarih'ul-Kebir, I, 382, no: 1222)
Peygamberimiz (sav)'in
giyim tarzı ile ilgili aktarılan bilgilerden bir tanesi ise şudur:
Ben Resulullah
aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm."
(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15.
cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s .68-69)
Peygamber Efendimiz,
ashabından biri dış görünümüne önem vermediğinde veya bakımsız olduğunda
onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir örnek şu şekilde nakledilmektedir:
Üzerimde sade bir
elbise olduğu halde Resulullah'ın yanına gelmiştim. Bana:
"Senin malın yok
mu?" diye sordu.
"Evet var" cevabıma:
"Hangi çeşit maldan?"
sorusunu yöneltti.
"Her çeşit maldan
Allah bana vermiştir" demem üzerine:
"Öyle ise Allah
Teala Hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin
eseri ve fazileti senin üzerinde
görülmelidir" buyurdular. (Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili,
Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 119)
Allah Kuran ayetlerinde
giysiler ve takılardan üstün bir cennet nimeti olarak bahsetmektedir.
Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Hiç şüphesiz Allah,
iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere
sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri
ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Hafif ipekten
ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar).
(Duhan Suresi, 53)
Onların üzerinde
hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten
bileziklerle bezenmişlerdir... (İnsan Suresi, 21)
Rabbimiz bu ayetlerde
ipek ve atlastan elbiselerden, gümüş, altın ve inciden yapılan süslerden
bahsetmiştir. Bu süsler dünya hayatında, cennettekilerin bir benzeridir.
İman eden bir insan için bu süsleri görmek -bu süslere sahip olsun ya
da olmasın- cenneti düşünmesi ve cennete duyduğu özlemin artması için
bir vesiledir. Mümin, bunların yaratılışındaki hikmeti görür ve bilir
ki dünya hayatında karşısına çıkan bütün nimetler geçicidir. Asıl olan
ve ebediyen varlığı sürecek olan nimetler ise ahiret yurdundadır:
Şüphesiz iman
edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta
bulunanın ecrini kayba uğratmayız. Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri
onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır
işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar.
(Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (Kehf Suresi, 30-31)
Kuran ahlakını yaşayan
bir insan için giyim konusunda düşünülmesi gereken noktalardan biri de,
dış görünüşün insanlarla kurulan ilişkilerde oldukça önemli olduğudur.
Bu nedenle mümin, insanları Kuran ahlakına davet ederken kıyafetine daha
fazla önem verir. Mümkün olduğu kadar güzel, temiz, uyumlu, abartısız
kıyafetler giymeye gayret eder. Bu durum, onun, Allah'ın emirlerine olan
titizliğini, diğer insanlara saygı duyduğunu gösterir.
Karşısındaki insanın
psikolojik durumunu, neyi nasıl algılayacağını düşünmek ve o insana sonsuz
kurtuluşu müjdelerken en fazla etkiyi sağlamak için -her alanda olduğu
gibi- giyim kuşam konusunda da ince düşünceli olmak yalnızca Kuran ahlakını
yaşayan insanlara has bir özelliktir.
Sonuç olarak, iman
eden bir kimse Peygamberimiz (sav)'i örnek alır ve gerek evinde gerekse
toplum içinde daima temiz, bakımlı, göze hoş gelen kıyafetlerle dolaşır;
bunu da büyük zevk alarak ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı umarak yapar.
  
Kahvaltı Ederken
Allah'ın kendisine
düşünme ve anlama yeteneği verdiği bir mümin, sabah kahvaltı yapmak için
mutfağa girdiğinde hizmetine sunulan nimetlerin ve yiyeceklerin tümünün
yaratılışında birçok iman hakikatinin gizli olduğunu bilir.
Örneğin yiyeceklerini
pişirmek için kullandığı ateş, aslında kendisi de dahil birçok şeye büyük
ölçüde zarar verebilecek; hatta yanıp yok olmasına yol açacak bir özelliğe
sahiptir. Ancak ateş, besin maddelerini yenebilecek bir duruma getirmek
(ısınmak, çok çeşitli sanayi ürünlerini üretmek...) için zorunludur ve
bu açıdan büyük bir nimettir. Diğer bir ifadeyle, yeryüzündeki herşey
gibi ateş de insanın hizmetine verilmiştir. Allah ayette şöyle bildirir:
"Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin
için boyun eğdirdi…" (Casiye Suresi, 13)
Bunun
yanında ateş, iman eden bir insan için dünya hayatında cehennem azabının
bir hatırlatmasıdır. Allah Kuran'da cehennemde yaşanacakları tasvir ederken,
şiddetli bir ateşten bahsetmektedir. Rabbimiz inkar edenler için yarattığı
ateş azabını bazı ayetlerde şöyle anlatmaktadır:
O gün onlar, ateşin
üstünde tutulup-eritilecekler. (Zariyat Suresi, 13) Ateş,
onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış
olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Mü'minun Suresi, 104)
Kim Allah'a ve
Resûlü'ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kafirler için çılgınca
yanan bir ateş hazırlamışızdır. (Fetih Suresi, 13)
İmani derinliğe sahip
olan müminin cehennemdeki bu şiddetli ateş azabını düşününce Allah korkusu
daha da artar. Allah'a dua eder ve cehennem ateşinden O'na sığınır.
Samimi ve ön yargısız
olarak düşünen bir insan için kahvaltı sofrasındaki besin maddelerinde
de birçok hikmet vardır. Ekmek, bal, süt, domates, biber, zeytin, yumurta,
çay, kahve gibi tatları, kokuları, besin değerleri, renkleri farklı gıdaların
her biri birer nimettir. Bunlar vücudun ihtiyaç duyduğu proteinleri, aminoasitleri,
karbonhidratları, yağları, vitaminleri, mineralleri ve sıvıları sağlarlar.
Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için düzenli olarak beslenmek gereklidir.
Ancak bu zor, sıkıcı veya külfetli değil, insanın hoşuna giden bir durumdur.
Yemekler, içecekler, meyveler, sebzeler, pastalar, tatlılar, şekerlemeler
hem insanın her türlü gıda gereksinimini karşılar, hem de ona büyük bir
zevk verirler.
 |
Aslında bu saydıklarımız
tüm insanların çok iyi bildikleri, dünyaya gelmelerinden bu yana 24 saat
iç içe oldukları küçük ayrıntılardır. Ancak insanların birçoğu Rabbimizin
günlük hayatta bizlerin emrine sunduğu bu güzellikler üzerinde gereği
gibi düşünmezler. Her birini alışkanlıkla değerlendirir, ne kadar değerli
olduklarının farkına varmazlar.
Oysa hepsi birbirinden
leziz yiyecek ve içecekler insan vücuduna farklı yararlar sağlayacak özelliklere
sahiptir ve hepsinin yaratılışında büyük harikalar vardır. Örneğin bal,
birkaç gramlık bir bedene sahip arılar tarafından adeta mucizevi bir şekilde
üretilir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Balarısı Mucizesi) Gerek
içinde barındırdığı vitaminler ve minerallerle, gerekse yapısal özellikleri
sebebiyle insanlar için tam bir şifa niteliğindedir. Rabbimiz balın bu
özelliğini ve arıya bal yapmayı ilham ettiğini Kuran'da şöyle bildirir:
Rabbin balarısına
vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine
evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı
yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler
çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk
için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Balın oluşumunu düşünen
bir mümin, ondaki yaratılış mucizesini fark eder; balın ana malzemesini
sağlayan çiçeklerin ve meyve tomurcuklarının, nektarı bala dönüştüren
arıların ve bal gibi benzersiz bir besinin tesadüfen var olamayacağını
hemen anlar. Tüm bunlar ise onun Allah'a olan yakınlığını artırır.
Ayrıca küçücük bir
arının Rabbimize olan katıksız itaati de bir iman hakikatidir. Mümin,
aklı ve şuuru olmadığı halde kusursuz bir disiplinle hiç durmadan çalışan
balarısının yaptığı kusursuz işleri Allah'ın ilhamıyla gerçekleştirdiğini
düşünüp anlar.
Allah, insana faydalanması
için sunduğu et, süt, peynir, tereyağı, yumurta gibi hayvansal besinlerin
birer nimet olarak önemini ise Mü'minun Suresi'nde şöyle bildirmektedir:
Gerçekten hayvanlarda
da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan
size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler
onlardan yemektesiniz. (Mü'minun Suresi, 21)
Bu ayette insanların
hayvanlardan sağladıkları faydalar bildirilirken "karınlarının içinde
olanlardan" bahsedilmektedir. Örneğin, bir ineğin karnında yediği besinler,
içtiği su damarlarında dolaşan kan, iç organları ve sindirilen besinlerden
arta kalanlar bulunur. Bu kadar karışık maddenin içinden bembeyaz bir
renkte, tertemiz ve güzel kokulu, insana faydalı bir sıvının, yani sütün
çıkması ise gerçekte büyük bir mucizedir. Üstelik içinde atık maddelerin
de bulunduğu bir yerde olmasına rağmen süt, en sağlıklı koşullarda üretilmektedir.
Allah'ın üstün ilminin
bir başka göstergesi ise, beyaz renkte olan sütün ham maddesinin yalnızca
yeşil ot olmasıdır. Ancak, süt veren hayvanlar Allah'ın vücutlarında yarattığı
mükemmel sistemlerle, katı ve yeşil bir maddeden sıvı ve beyaz bir madde
oluşturmaktadırlar. Rabbimiz sütün yapısını, Kuran'da şöyle bildirir:
Sizin için hayvanlarda
da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş
gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru
bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
Bilindiği gibi süt,
insan bünyesinin ihtiyaç duyduğu birçok maddeyi içeren çok zengin bir
besindir; hem çocukların hem de yetişkinlerin beslenmesinde hayati bir
rol oynar.
Hayvanlardan elde
ettiğimiz, kendisi küçük, ancak besleyici değeri yüksek bir gıda da yumurtadır.
Protein, vitamin ve mineral deposu olan yumurtanın oluşumu bir başka mucizedir.
Hiçbir bilince sahip olmayan tavuk, kendi ihtiyacı olmamasına rağmen her
gün yumurta üretmekte ve ürettiği yumurtayı mükemmel bir ambalajla koruma
altına almaktadır. Yumurtanın kabuğunun, içindeki sıvının etrafında nasıl
mükemmel bir şekilde oluştuğu ya da bir kapağı olmadığı halde sıvının
kabuğun içine nasıl yerleştirildiğini düşünmek, iman sahibi bir insanın
Allah'ın yaratma sanatına duyduğu hayranlığı artırır.
Yine kahvaltıların
vazgeçilmez içeceklerinden olan çay, bir bitkiden elde edilir. Bu bitkinin
yaprakları belirli işlemlerden geçirildikten sonra, güzel kokulu ve insanın
uykusunu açan özelliğe sahip bir içecek haline dönüştürülür. Çay da dahil
olmak üzere, aynı topraktan çıkan binlerce tür bitki, onları yaratan Allah'ın
sonsuz güç, ilim ve merhametini gözler önüne sermektedir. Rabbimizin En'am
Suresi'nin, 141. ayetinde belirttiği gibi; "Asmalı ve asmasız bahçeleri,
hurmaları ve tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine
benzer ve benzeşmez- yaratan O'dur…"
Şunu da belirtmek
gerekir ki, Allah yarattığı sınırsız nimetlerden insanları dilediği kadar
rızıklandırmaktadır. Allah insanları dünya hayatında zenginlikle ve fakirlikle
denemekte, bu denemeler karşısında güzel ahlak gösterenlerden hoşnut olmakta,
onların sonsuz cennet nimetlerine kavuşacaklarını Kuran'da bildirmektedir.
Örneğin, kimi insanların kahvaltı masaları türlü yiyeceklerle doluyken,
kimisi sadece birkaç çeşitle rızıklandırılır. Ancak mümin, imkanları ne
olursa olsun, her zaman Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranır ve O'na
tüm samimiyetiyle şükreder. Zenginse, bundan dolayı böbürlenmez, şımarmaz.
Eğer fakirse, bundan dolayı en ufak üzüntü duymaz ve bunun sıkıntısını
yaşamaz.
 |
Mümin, Allah'ın kendisini
denemeden geçirdiğini ve dünya hayatındaki herşeyin geçici olduğunun farkındadır.
Nitekim Kuran'da Allah, insanları hayırla ve şerle (kötülükle) deneyeceğini,
"... Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz
Bize döndürüleceksiniz" (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle bildirir. Bu
nedenle Kuran ahlakını yaşayan bir insan kendisine sunulan nimetlerin
değil, nimetlere karşı tutumunun Allah katında bir karşılığı olduğunu
bilir. Mümin, imkanları sınırlı olsa da içtenlikle Allah'a şükreder. Allah
Kuran'da, samimiyet ve kararlılıkla şükredenlere nimetlerini artıracağını
bildirmiş, nankörlük edenlere ise azabının şiddetli olduğunu hatırlatmıştır:
Rabbiniz şöyle
buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve
andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir."
(İbrahim Suresi, 7)
Çevresindeki kusursuz
yaratılış delilleri üzerinde düşünen kişi, yiyeceklerdeki hikmetlerin
yanı sıra, bunları kolay bir şekilde yiyebilmesi için yaratılmış olan
ağzının yapısındaki ve işlevlerindeki hikmetleri de görür. Öyle ki, insanın
yemek yiyebilmesi için dudakları, dişleri, dili, çene kemiği, tükürük
bezleri, milyarlarca hücresi kusursuz bir uyum içinde çalışır. Burada
öylesine mükemmel bir organizasyon söz konusudur ki, birçok işlem bir
anda hiçbir aksaklık olmadan yapılabilir. Dişler yiyeceği koparıp parçalarken,
dil hiç durmadan onu, dişlerin arasına tekrar tekrar çiğnenmesi için taşır.
Çene kemiği sahip olduğu güçlü kaslarla dişlerin çiğneme işini yapmasına
yardımcı olur ve dil ile uyumlu bir şekilde hareket eder. Dudaklar ise
yiyeceğin dışarıya çıkmasını önlemek için güvenli bir kapı niteliğindedir.
Ayrıca bu organların
her birini oluşturan parçaların kendi içlerinde de kusursuz bir iş birliği
vardır. Örneğin dişlerin her biri, bulundukları yere ve yapısına göre
koparma, çiğneme gibi görevler üstlenmiştir. Tüm dişler yerleri ve görevlerine
uygun ve düzenli bir şekilde sıralanmış; hepsi karşısındaki dişle ortak
bir şekilde çalışabilecekleri kadar uzamış ve sabit bir boyda kalmışlardır.
Elbette,
bu organlar akla ve şuura sahip değildir; kendi aralarında ortak karar
alıp iş birliği yapmaları söz konusu olamaz. Yukarıda kısaca bahsedilen
özel ve üstün düzenleme rastlantıların sonucu da oluşamaz. Çünkü her parça
belirli bir amaç doğrultusunda, tam olması gerektiği gibi planlanmıştır.
Şüphesiz bu muhteşem tasarım, "Herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş,
belli bir ölçüyle takdir etmiş" (Furkan Suresi, 2) olan Rabbimize
aittir. Allah, bunların tümünü insanın rahat ve zevk alacak şekilde yemek
yemesini sağlayacak şekilde yaratmıştır.
Müminin aklından
geçirdiği bir diğer önemli konu da, mutfaktaki yemeklerin kokularını ve
tatlarını hiçbir güçlük çekmeden algılamasıdır. Bu, sahip olduğu harikulade
sistemler sayesinde mümkün olmaktadır. Koku ve tat alma duyuları bir ömür
boyu durup dinlenmeksizin, tek bir hata yapmaksızın onun adına faaliyet
göstermektedir. Üstelik bunlar için herhangi bir bedel ödememiş; böyle
bir beceriyi elde etmek için hiçbir eğitim almamış, özel bir çaba harcamamıştır.
(Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Koku ve Tat Mucizesi)
İnsan eğer tat alma
sistemiyle donatılmış olmasaydı, çeşit çeşit yemeklerin, tatlıların, etlerin,
balıkların, sebzelerin, çorbaların, salataların, pastaların, böreklerin,
meyvelerin, içeceklerin, reçellerin, dondurmaların, şekerlemelerin hiçbir
anlamı kalmayacaktı. Dahası, bunların tatları lezzetli olmayabilir; tatsız,
yavan, nahoş, mide bulandırıcı veya rahatsız edici olabilirdi. Hiç şüphesiz
tatlar ve tat alma sistemi insan için özel olarak yaratılmıştır. Alışkanlığın
getirdiği bir vurdumduymazlıkla bu gerçeği göz ardı etmek büyük bir hata
olacaktır. Allah güzel ve temiz besinleri insanlar için yarattığını Kuran'da
şöyle bildirir:
Allah, yeryüzünü
sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi
de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden
rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne
yücedir. (Mümin Suresi, 64)
Şüphesiz, düşünen
ve akleden insanlar için her tat, Allah'ı gereği gibi takdir etmeye, O'nu
minnetle anmaya, O'nu yüceltmeye ve O'na şükretmeye bir vesiledir. Leziz
yiyecek ve içeceklerin tümünün Allah'tan olduğunu bilen mümin de her sofraya
oturuşunda bunlar üzerinde düşünür ve Rabbimize şükreder. Allah Kuran'da
şöyle bildirir:
Ölü toprak kendileri
için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle
ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler
kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin
yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı? (Yasin Suresi,
33-35)
Ellerimizin yaptıklarından
kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara
malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı
binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar. Onlarda kendileri için
daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin
Suresi, 71-73)
Bazı insanlar ise
hayatları boyunca mükemmel bir şekilde ihtiyaçlarını karşılayan, farklı
kokulara ve tatlara sahip lezzetli gıdaları tüketmelerine rağmen, son
derece önemli bazı gerçekleri düşünme gereği hissetmezler. Bu eşsiz nimetleri
Allah'ın kendileri için özel olarak yarattığını ve kendilerine sunduğunu,
bunlar için Allah'a şükretmeleri gerektiğini anlamazlıktan gelirler. Oysa
bu, son derece yanlış bir tutumdur. İnsanlar ahirette Allah'a karşı şükredici
olup olmadıkları konusunda sorguya çekileceklerini unutmamalıdırlar.
Burada üzerinde durulması
gereken bir nokta da şudur: Mümin, bedeninin kendisine Allah'ın bir emaneti
olduğunun, bu eşsiz nimete en iyi şekilde bakmakla sorumlu olduğunun ve
bunun için sağlıklı beslenmesi gerektiğinin bilincindedir. Salih ameller
yapabilmesi için sağlıklı olması, bunun için de yeterli ve dengeli beslenmesi
gerektiğinin farkındadır. Vücudundaki 100 trilyon hücrenin gelişmesi,
yenilenmesi ve düzenli çalışması için tüm besinlerden ihtiyacını karşılayacak
kadar almasının zorunlu olduğunu bilir. İşte bu yüzden, gerek kahvaltıda
gerekse gün boyu temiz, sağlıklı ve doğal gıdalar alır; ne kadar çekici
veya lezzetli görünürse görünsün zararlı besinlerden kaçınır. Bu konuda
tembellik ve umursamazlık da yapmaz. Örneğin organlarının faaliyetlerinin,
vücudunun toksit maddelerden arınmasının, bitkinliğin, yorgunluğun aşılmasının
(birçok insanın düzenli olarak içmeyi ihmal ettiği) suya bağlı olduğunu
bilir ve gün içinde düzenli olarak su içmeye itina eder. Peygamberimiz
(sav) de suyun önemine birçok kez dikkat çekmiştir.
Örneğin bir yolculuğu
sırasında, bir yerde durmuş ve yanındakilerden su istemiştir. Elini ve
yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiş ve yanındaki sahabelerine de "Siz
de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün" demiştir. (Tam Metni Sahih-i
Buhari, Konyalı Mehmed Vehbi, 4. cilt, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1993,
s. 64-65) Peygamberimiz (sav) su içtikten sonra şöyle dua etmiştir:
"Rahmetiyle suyu
tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah'a hamd olsun." (Huccetü'l
İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul
1998, s. 16)
|