PİJAMALI
ATLAR:ZEBRALAR
Köpekler,
birçok canlıdan çok daha zeki ve eğitilmeleri çok daha kolay olan hayvanlardır.
İyi eğitimli olanları kimi zaman bekçi köpeği olarak kullanılır. Bir
bekçi köpeği kendi vücudundan 5-6 kat büyük bir canlıyı etkisiz hale
getirebilir. Ancak, çok ilginçtir ki, tehlike anlarında böylesine vahşi
olabilen bu köpekler sahiplerine hiç zarar vermezler. Kendi canlarını
sahipleri için tehlikeye atabilirler ve ne olursa olsun sahiplerini
zorluk anlarında terk etmezler.
İnsana ilk bakışta atı hatırlatan zebralara,
pijamalı sevimli atlar da denebilir. Zebralar, tıpkı atlarda olduğu
gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer
şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar.
Yalnız ikisi arasında görünüm açısından bir
fark vardır. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu, zebranın başından tırnaklarına
kadar tüm bedenini kaplayan düzgün şeritlerdir. Şerit deyip geçmeyin,
çünkü bu düzenli çizgiler her zebrada farklıdır. Nasıl parmak izi her
insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır.
Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Zebraların dikey
çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları
zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden
dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı
zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur.
Zebraların yaşamlarında önemli iki şey vardır,
su ve ot...
Bazı
günler ot ve su bulabilmek için sürü halinde 50 km yol yürüyebilirler.
Fakat akşam tekrar yaşadıkları yere dönerler. Çünkü daha önce başka
hayvanlar için de anlattığımız gibi, her sürü kendi için belirlediği
bir bölgede yaşar.
Zebraların en hoşlandıkları
şeyin toz-banyosu olduğunu biliyor muydunuz? Evet, çok ilginç ama doğru,
zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki
asalak böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine
yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşu denilen bu kuşlar, zebraların
üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve kaşınmasına
yol açan asalak böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz
gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine
yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı
olarak görevlendirmiştir.
Küçük zebralar doğduktan yarım saat sonra
titreyerek de olsa kalkıp yürümeye başlarlar. Hemen annelerine yönelerek
onların sütlerini emerler. Süt onlar için çok faydalıdır. Allah'ın onlar
için özel olarak yarattığı pembe renkteki süt, onları doğdukları andan
itibaren hastalıklardan korur. Ayrıca bağırsaklarının da çalışmasını
sağlar...
Allah'ın
koruması altında olan tüm canlılar gibi zebralar da kendilerine öğretilen
savunma sistemleri sayesinde yaşayabilirler. Bu savunma sistemlerinin
birincisi, Allah'ın onlara doğuştan verdiği görme, işitme ve koku alma
duyularının çok hassas olması sayesinde açığa çıkar. Bu duyu organlarının
hassas olması zebraların düşmanlarını çok çabuk fark edip, kaçmalarına
yarar. Koşmaya başladıklarında ise inanılmaz bir hıza ulaşırlar. İkincisi,
sürü uykuya daldığında bir veya iki zebranın muhtemel tehlikeleri önceden
haber vermek amacıyla nöbetçi kalmalarıdır.
İşte, zebralar insanların kullandığı savunma
taktiklerine benzer savunma taktikleriyle hareket ederler. Ancak, bu
hayvanların sürüler halinde uyum içinde yaşamaları ve belirli bir iş
bölümü yapmaları ilginçtir. Çok açıktır ki, bunu onlara emreden, zebraları
yaratan, onları bir araya toplayan, onlara yiyeceklerini veren Allah'tır.
Eğer böyle olmasaydı zebraların uykularından vazgeçmelerini, gece boyu
nöbetçilik yapan zebranın bu fedakarlığı niçin yaptığını hiç kimse açıklayamazdı.
Öte yandan, dünyaya gözlerini yeni açmış
bir yavru zebra için, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha
basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır.
Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın dünyaya yeni açılmış gözleriyle ne sinsi
düşmanlarını görmesi, ne de görse bile titrek bacaklarıyla onlardan
kaçabilmesi mümkündür. İşte, Allah bu yavruya doğduğu andan büyüyünceye
kadar annesinin yanından ayrılmaması gerektiğini ilham etmiştir. Yoksa
zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan
korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu nereden bilebilir?
Zebraların
çoğu gizlenecek fazla yer olmayan açık otlaklarda yaşar. Bu nedenle
hayatta kalabilmek için çok hızlı hareket etmek zorundadırlar. Zebraların
tüm vücut yapıları bu ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır.
Örneğin bacakları çok uzundur, güçlü kasları ve geniş bir alana sahip
olan akciğerleri vardır. Bu yüzden hiç yorulmadan ve yavaşlamadan çok
uzun mesafeleri koşabilirler. Zebraların kemikleri de hafif olmasına
rağmen oldukça güçlüdür.
Bundan başka zebralar sık sık su içme ihtiyacı
hissederler. Suyun olmadığı bölgelerde ise koku duyularını kullanarak
çukur açacak bir yer bulurlar ve temiz suyu ortaya çıkarırlar. Herhangi
bir tehlike anında yetişkin zebralar, sürüdeki yavruları koruyabilmek
için onları sürünün içine doğru iterler. Tüm zebra sürüsü koşarken yavrular
daima kalabalığın iç kısmındadır ve daha iyi korunmak için annelerine
yakın hareket ederler.
BENEKLİ
KULE: ZÜRAFA
5-6
metrelik boylarıyla zürafaları benekli bir kuleye benzetebilirsiniz.
Zürafaların en uzun yerleri boyunlarıdır. Boyunlarının uzun olması,
ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri
yiyebilmelerini sağlar. Zürafaların, hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli
bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Daha sonra bunları sindirmek
için tekrar ağızlarına gönderir ve burada çiğnerler. En sonunda da tekrar
yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler.
Ancak, burada çok ilginç bir ayrıntı var.
Biraz evvel bahsettiğimiz gibi zürafalar midelerindeki dikenli bitkileri
çiğnemek için ağızlarına geri gönderirler. Fakat, bu çok uzun bir yolculuktur.
Besinin mideden ağza gidebilmesi için, beneklinin yaklaşık 3-4 metre
uzunluğunda olan boynundan yukarı doğru çıkması gerekir. Sizin de tahmin
edebileceğiniz gibi yemeklerin kendi kendine oraya çıkabilmesi mümkün
değildir. Peki, zürafaların bunu nasıl başardıklarını merak ettiniz
mi? Hemen söyleyelim. Zürafalar, besinleri yemek borusundan yukarı doğru
çıkaracak asansör benzeri bir sisteme sahiptir. Tabii ki zürafaların,
"yediklerimizi sindirmek için ağzımıza geri göndermeliyiz, bunu yapabilmek
için de asansör gibi bir sistem inşa etmemiz gerekir" diye düşünmeleri
mümkün değildir.
Öte
yandan bu sistemin tesadüfen oluşması ise hiç mümkün değildir. Bir insan,
"yıllar önce inşaat yapmak için gerekli malzemeleri koyduğum boş araziye
gittim bir baktım malzemelerin yerinde kocaman bir bina duruyor, herhalde
biraz yağmur biraz kar biraz da güneş, sonunda seneler için de bu binayı
oluşturdu" dese, her halde bu kişiye çok gülersiniz. Hatta belki de
aklını yitirmiş olduğunu düşünüp ona acırsınız. İşte, beneklinin asansör
sistemli boynu için de "tesadüfler sonucunda oluşmuştur" demek aynı
şeydir. Böyle bir sistem tesadüfen oluşamaz.
Üstelik bir zürafa, taş, toprak ve kerpiçten
oluşan cansız bir bina değildir. Bu, koşan, acıkan, çocukları olan bir
canlıdır. Hiç bunun tesadüfen oluşması, tesadüflerin ona sahip olduğu
uzun boynu ve içindeki sistemleri vermesi mümkün müdür? Tabii ki değil...
Çok açıktır ki, zürafaya ihtiyacı olan herşey,
doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Allah, zürafanın ağzını ve mide
yapısını bu iğneli ve dikenli bitkileri rahatça yiyebilmesi için özel
olarak yaratmıştır.
Boyun yapıları gibi, zürafaların uyuma şekilleri
de bize Allah'ın varlığını düşündürür. Zürafalar, boyunlarını arka gövdelerinin
yanına uzatarak uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde
ayakta geçirirler. Bir de zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar,
mutlaka aralarından biri nöbet tutar. İşte, bu nöbetçinin uykusundan
fedakarlık etmesi ve zürafaların bu konuda ortak karar alıp anlaşabilmeleri,
bize tüm canlılar gibi beneklinin de Allah'ın kontrolünde olduğunu gösterir.
Şimdi,
bu beneklilerin yemek yiyişlerini bir kenera bırakalım ve biraz da bu
sevimlilerin su içmeleri hakkında konuşalım. Eminiz, zürafaların metrelerce
eğilip nasıl rahatça su içebildiklerini öğrenince bu çok hoşunuza gidecek.
Bu konuyu çoğu insan bilmez ya da bilse bile üzerinde düşünmek aklına
gelmemiştir. Oysa, herşeyi yaratan Rabbimiz, bizlerin düşünen insanlar
olmamızı ister.
İlk olarak şunu söyleyelim, bu uzun benekli
kuleleri su içerken önemli bir sorun bekler.
Onları bekleyen sorunun ne olduğunu anlamanız için biraz insanlardan
bahsedelim. Bildiğiniz gibi bir insan baş aşağı durduğunda veya amuda
kalktığında yüzü kıpkırmızı kesilir. Bunun sebebi yerçekiminin etkisiyle
önemli miktarda kanın insanın başına toplanmasıdır. Böyle bir durumda
kan, başın içindeki damarlara bir basınç uygular ve bu kuvvete "kan
basıncı" denir.
İşte, bu kan basıncı zürafalar su içerken
de meydana gelir. Ancak ortada büyük bir problem vardır. Zürafaların
boyları 5-6 metre olduğu için, bu yükseklikten aşağı inen kafaya etki
eden kan basıncı da oldukça büyük olacaktır. Söz konusu kan basıncı
bir insana uygulansa insan hemen beyni parçalanarak ölür.
Peki, zürafalar nasıl olur da su içerken
beyin kanaması geçirmezler? Çünkü, uzayın, gökyüzünün, dünyamızın ve
içinde yaşayan tüm canlıların yaratıcısı olan Allah, zürafaların başlarının
içine çok özel bir mekanizma yerleştirmiştir. Zürafaların başlarındaki
damarların içinde kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar, zürafanın başının
yüksekliği değiştiğinde devreye girer ve kanın zürafanın başına basınç
yapmasına engel olurlar. Böylece, zürafa rahatlıkla su içebilir.
Peki, zürafaların neden benekli olduğunu
hiç düşündünüz mü? Çok estetik olan bu görüntü aslında onların saklanmalarını
sağlar. Yaşadıkları ortamın rengi ile böyle bir uyum içinde olmaları
düşmanları tarafından görülmelerini zorlaştırır. Çok büyük olmalarına
rağmen, tek düşmanları olan ormanlar kralı aslandan bu sayede saklanabilirler.
Ayrıca
zürafalar, bir tehlike anında koşarak 55-60 km. hıza ulaşabilirler.
Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve
kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar
gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha
sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar. Aslanların bu yüzden
zürafayı yakalaması çok zor olur.
Tabii bu durum yavru zürafalar için geçerli
değildir. Onlar, henüz tam gelişmemiş bacaklarıyla anneleri gibi hızlı
koşamazlar. Bu yüzden, aslanlar onları kolayca yakalayabilirler. Ancak,
ilk başta da belirtiğimiz gibi bu sevimli, minik yavrular, annelerinin
yanından hiç ayrılmazlar. Anneleri de öldürücü tekmeler atabilen uzun
bacaklarını onları korumak için kullanırlar. Burada biraz durup düşünün.
Zürafa dediğimiz canlı sonuçta bir hayvandır. Hayvanların aklı, zekası
yoktur. İnsanlar gibi duyguları da yoktur. Yani bir tehlike karşısında
annenizin sizi koruması çok doğaldır ve size olan sevgisinden kaynaklanır.
Ama bir insan gibi duygulara, akla ve vicdana sahip olmayan zürafanın
tehlike karşısında yavrusunu koruması son derece şaşırtıcıdır. İşte
zürafanın ve diğer tüm hayvanların yavrularını korumaları Allah'ın onlara
ilhametmesi sayesinde olur. Allah sonsuz şefkat sahibidir. Kuran'ın
bir ayetinde hepimizin yaratıcısı olan Allah'ın şefkati ve merhameti
şöyle haber verilir:
…Öyleyse
Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 47)
DEV
FİLLER
Karada
yaşayan hayvanların en büyüğü olan fillerin, Afrika ve Asya fili olmak
üzere iki türü vardır. Afrika filleri diğerlerine göre daha büyüktür.
Yüksekliği 3.5 metreye, ağırlığı da 6 tona ulaşabilir. Yelpaze gibi
olan kulaklarının uzunluğu 2 metreyi, genişliği ise 1.5 metreyi bulur.
3.5 metre olan boylarıyla bu dev gibi hayvanları yaşadığımız evlere
sokmamız, onları kedi köpek gibi beslememiz mümkün değildir.
Fillerin diğer hayvanlardan en büyük farkı
hortumlarının olmasıdır. Bahçe hortumuna benzeyen bu uzun hortumun içinde
50 bin kas vardır. Evet yanlış duymadınız "50 bin" kas... Burun delikleri
ise bu hortumun ucundadır. Filler, hortumlarını besinleri ve suyu ağızlarına
götürmek, eşyaları kaldırmak ve tabi bir de koku almak için kullanırlar.
Bu hortum, filin su içebilmesi veya vücudunun üstüne su püskürtebilmesi
için 4 litre suyu tutma kabiliyetine de sahiptir.
Öte yandan, filler kocaman eşyaları taşıyabilen
hortumlarıyla minicik bir bezelye tohumunu bile koparıp, ağızlarında
patlatarak içini yiyebilirler. Onların, kocaman cüsseleriyle böylesine
incelik isteyen bir işi başarabilmeleri gerçekten de hayranlık vericidir.
Birçok konuda işe yarayan bu hortum aynı zamanda hem uzun bir parmak,
hem bir borazan hem de hoparlör olarak kullanılır.
Ayrıca,
filler hortumlarını yıkanmak için su, toprak banyosu yapmak için de
toz püskürtmek amacıyla kullanırlar. Ancak, yavrular yeni doğduklarında
hortumlarını kullanmayı beceremezler. Hatta bazen hortumlarına basıp
düşerler. İnsanlar, onların bu hallerini çok komik ve sevimli bulurlar.
Fakat, minik yavruların hotrumlarına basıp düşmekten hoşlandıkları söylenemez.
Anne fil, 12 yıl boyunca yavrusunu hiç yanından ayırmaz. Altı ay boyunca
hiç bıkmadan, sıkılmadan yavrusuna hortumunu kullanmayı öğretir.
Filin ağzının iki kenarında iki sivri uzun
dişi vardır. Bu dişler, onların kendilerini savunmalarını kolaylaştırır.
Ayrıca, filler bu dişlerin birini yerde delik açıp su bulmak için kullanırlar.
Öte yandan, lifli bitkileri çiğneyen bu hayvanların
dişleri çok fazla aşınır. Bu yüzden Rabbimiz onlara çok önemli bir özellik
vermiştir. Her aşınan dişin yerine arka sıradaki dişlerden bir yenisi
gelir.
Yetişkin bir fil yiyecek olarak günde yaklaşık
330 kg. bitkiye ihtiyaç duyar. Bu miktar altı küçük balya samana denk
gelmektedir. Filler 24 saatlerinin yaklaşık 16 saatini yemek yemeye
harcamak zorundadırlar.
Şimdi size filler hakkında ilginç bir bilgi
daha verelim. Siz, bugüne kadar bu kalın derili, koca hayvanın nasıl
serinlediğini hiç düşündünüz mü? Aslında, sizin de tahmin edeceğiniz
gibi kalın derileri yüzünden terleyemeyen filler, doğal olarak etrafta
buldukları su ya da çamur birikintileriyle serinlemeye çalışırlar. Tabii,
fillerin serinlemek için kullandıkları başka yöntemler de vardır. Örneğin,
kulaklarını vücutlarını soğutmak için yelpaze gibi kullanırlar. Ayrıca,
kulaklarında bulunan ince kan damarları da bu hareket sırasında soğuyarak
vücudun serinlemesine yardımcı olur.
Fillerin
diğer bir özelliği ise büyük hayvan avcılarını ve hayvan bilimcilerini
uzun süre şaşırtmıştır. Bu özellik, fillerin karınlarının guruldamasıdır.
Fillerin karınları guruldarken çok yüksek sesler çıkarır. Ancak insanları
şaşırtan, fillerin karınlarından gelen seslerin yüksekliği değil, fillerin
bu gürültüleri kontrol edebilmesidir. Aslında fillerin çıkardığı bu
gürültülerin sindirimle hiçbir ilgisi yoktur. Bu sesler, fillerin arkadaşlarının
yerini anlamak için karınlarından çıkardıkları seslerdir. Ancak, daha
da ilginci, filler bir tehlikeyle karşılaştıkları zaman hemen sessizleşirler.
Tehlike geçtikten sonra ise sesler yeniden başlar. Böylece, filler 4
km uzaklıktan bile birbirleriyle haberleşebilirler.
Öte yandan, fillerin göç ediş hikayeleri
bilim adamlarını şaşırtan bir başka konudur. Bu koca kulaklı, dev cüsseli
hayvanlar kurak mevsimlerde göç ederler ve bu sırada hep aynı yolu izlerler.
Daha da ilginci, bu göç sırasında yolda gördükleri dal parçaları gibi
çöpleri de temizlerler.
Filler geniş alanlara yayılarak yaşayan hayvanlar
oldukları için aralarında sağlam bir "iletişim" olması çok önemlidir.
Bu iletişim yalnızca fillerin keskin koku alma duyuları sayesinde olmaz.
Bunun yanında, Allah filin alnında, insanların duyamayacağı boğuk bir
ses çıkartan bir organ yaratmıştır. İşte bu organ sayesinde filler kendi
aralarında, diğer canlıların anlayamayacağı gizli ve şifreli bir dil
kullanarak konuşurlar. Fillerin çıkardıkları bu boğuk sesler çok uzak
mesafelere ulaşabilir. Bundan dolayı fillerin çıkardıkları bu özel ses
uzun mesafeli görüşmeler için idealdir.
 |
|
|