Tartışmaktan ve
öfkelenmekten kaçınmak
Tartışmanın
insanları birbirine düşürdüğü, ayrılığa, kavgalara ve çatışmalara sebep
olduğu bilinen bir gerçektir. Çok yakın iki dostun arasında çıkan küçük
bir tartışmanın büyümesi ile bütün güzel duygular yerini öfkeye bırakabilir.
Allah Kehf Suresi'nin 54. ayetinde bu kötü ahlak vasfına dikkat çekmekte,
insanın "herşeyden çok tartışmacı" olduğu bildirmektedir. Bu nedenle,
müminler birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhunun zedelenmesine ya da
zayıflamasına yol açabilecek her türlü tartışma ve çekişmeden kesin
bir biçimde kaçınırlar. Zira Allah bu davranışı kesin olarak yasaklamıştır:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin
ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider...
(Enfal Suresi, 46)
Çekişme, ayette belirtildiği gibi,
inananların gücünü kıran, hiçbir konuda çözüm getirmeyen, fayda sağlamayan,
şeytanın kışkırtmasıyla içine düşülen bir tavırdır. İnsanın vicdanı
tartışmayı, kavgayı çirkin görüp kabul etmezken, nefsi ise onu çekişmeye,
çatışmaya itmeye çalışır. Bu yüzden Kuran'ı rehber edinen ve her zaman
vicdanına uyan bir kişi hiçbir şekilde bir tartışma ortamının oluşmasına
izin vermez. Bir anlık gaflet sonucu çekişme ortamına girse bile, hemen
dikkatini toplar, Allah'ın hükmünü hatırlar ve yaptığı işin Allah'ın
beğenmediği bir davranış olduğunu idrak ederek bu tavrını terk eder.
İman edenler gün boyunca türlü
türlü insanla karşılaşabilirler. Bununla birlikte koşullar ne olursa
olsun, tartışmadan kaçınırlar. Örneğin alış veriş sırasında uygulanan
fiyatlar karşısında satıcıyla, zamanında gelmeyen otobüsün şoförüyle,
sıra beklerken yavaş çalışan görevlilerle tartışmaya girmezler. Eğer
kendilerine haksızlık yapılan bir ortamla karşı karşıya iseler tartışıp
öfkelenmeyi değil, güzel bir üslupla ve akılcı bir yöntemle çözüm getirmeyi
seçerler. Müminin öfkelenmemesi gerektiğini Rabbimiz Al-i İmran Suresi'nde
şöyle buyurur:
Onlar,
bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar
(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları
sever. (Al-i İmran Suresi, 134)
Kuran ahlakını yaşayan bir insan
karşısındakilerin tavırlarına göre ahlak anlayışını değiştirmez. Karşı
taraf alaycı konuşabilir, çirkin sözler sarf edebilir, öfkelenebilir,
kötülükte bulunabilir ya da düşmanca tavırlar sergileyebilir. Ancak
müminin efendiliği, tevazusu, merhametli ve yumuşak başlı tavrı hiçbir
zaman değişmez. Kendisine söylenen kötü bir söze kötü sözle karşılık
vermez. Alay edene alayla, öfkeye öfkeyle cevap vermez. Öfkelenen bir
insana karşı sakin ve kontrollü olur. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde
müminlere şu şekilde öğütte bulunmuştur:
"Her
nerede olursan ol Allah'tan ittika et ve kötülüğün arkasından iyilik
yap, bu onu yok eder. İnsanlara iyi ahlakla muamele et." (Kütüb-i Sitte
Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ
Yayınları, Ankara, s. 328)
Mümin her an, herşeyin kendi imtihanı
için yaratıldığını bilir. Bu nedenle insanlarla tartışmak yerine güzel
sözlerle konuşmayı, onlara öfkelenmek yerine öfkesini yenerek sabır
göstermeyi tercih eder. Bunların Allah'ın hoşnut olduğu davranışlar
olduğunu bilir ve O'nun rızasını kazanmayı ümit eder.
Kıskançlık
yapmamak
İnsanların nefislerindeki olumsuz
ahlak özelliklerinden birinin kıskançlık duygusu olduğu ve bundan sakınılması
gerektiğini Allah Kuran'da şöyle bildirir:
... Nefisler ise 'kıskançlığa
ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar
ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa
Suresi, 128)
Bazı insanlar için, diğer insanların
kendilerine kıyasla maddi veya manevi bir üstünlüğe ya da kendilerinde
olmayan bir şeye sahip olmaları kıskançlık duymaları için yeterlidir.
Örneğin bir ortamda kendilerinden daha güzel veya yakışıklı bir insanın
olması, kimi insanların kıskançlık duygularının kabarması için bir sebeptir.
Bazıları da zengin, başarılı, bilgili, kültürlü, çalışkan, güzel evlere
sahip insanları kıskanırlar. İtibar, ün yada mevki de kıskançlık nedeni
olabilir. Ancak kıskanç insanların göz ardı ettikleri çok önemli bir
gerçek vardır. Allah insanlara bu gerçeği şu şekilde hatırlatmaktadır:
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi
fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?.. (Nisa Suresi, 54)
 |
Herşeyin sahibi, Rabbimiz olan
Allah'tır. Allah dilediğini dilediği kadar rızıklandırır. İnsanın kendisine
verilenin ne daha az ne de daha çok olmasına hiçbir etkisi yoktur. Güzelliğin,
malın mülkün, üstünlüğün mutlak sahibi Allah'tır. Mümin bu gerçeğin
farkındadır. Bu nedenle de gün boyunca kendisinin sahip olmadığı, ancak
nefsinin hoşuna giden ne ile karşılaşırsa karşılaşsın kıskançlık hissetmez.
Kendisinden daha güzel veya daha zengin birini görünce, güzelliğin ve
zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu düşünür. Allah'ın dilediğini
seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın
yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimizin herşeyi en güzel ve en
hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar
için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu,
Allah katında değer ölçüsünün takva olduğunu, kalbine yerleştirmiş bir
biçimde hareket eder.
Ayrıca sahip olduğu şeyleri diğer
insanlarla paylaşmaktan ya da onlara vermekten dolayı da kıskançlık
hissetmez. Örneğin kullanmaktan hoşlandığı bir eşyasını birine hediye
etmekten ya da bu eşyayı biriyle ortak kullanmaktan dolayı hiçbir sıkıntı
duymaz. Bu davranışı Allah iman edenlere şu şekilde emretmektedir:
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye
kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah
onu bilir. (Al-i İmran Suresi, 92)
Mümin tüm nimetlerin dünya hayatında
faydalanması ve denenmesi için kısa süreliğine kendisine verildiğinin;
kıskançlık, çekememezlik gibi kötü huyların yanlışlığının bilincindedir.



Zandan ve dedikodudan
uzak durmak
Cahiliye toplumunda birçok insan
günlük yaşamın ayrılmaz parçaları haline gelmiş bazı kötü alışkanlıklara
sahiptir. Bunlar, insanın başkaları hakkında çeşitli olumsuz zanlar
beslemesi; tecessüs etmesi, yani kendisini ilgilendirmeyen şeyleri gizlice
öğrenmeye çalışması; gıybet yapması, yani diğer kişiler hakkında dedikodu
yapması, onları çekiştirmesidir. Sözü edilen bu üç tavır genellikle
birbirleriyle bağlantılıdır. Çünkü gıybet eden, yani bir insanı arkasından
çekiştiren kişi, zaten onun hakkında birtakım kötü zanlara sahiptir.
Aynı şekilde tecessüs eden bir kişi de çeşitli zanlar üzerine böyle
bir davranışta bulunmaktadır.
Kuran ahlakında ise bu gibi çirkin
davranışlara yer yoktur. Allah müminlerin bunlardan kaçınmalarını buyurmuştur:
Ey iman edenler, zandan çok
kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin
gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın
(arkasından çekiştirmesin). Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi
sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz
Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Allah'ın ayetleri müminin her an
aklındadır, gün içinde O'nun sevmediğini bildirdiği davranışlardan titizlikle
kaçınır. Başka bir kişinin hakkında kötü niyetle araştırma yaparak bilgi
toplamaya çalışmaz. O ortamda bulunmayan bir kimse hakkında hoş olmayan,
doğruluğundan emin olmadığı, duyduğunda kişinin kalbini kıracak sözler
söylemez. Bilgisi olmadığı halde bir insan hakkında tahminlerde bulunup
zanna kapılmaz. Bir insan hakkında bilgisi olmayan bir konu ile ilgili
düşünceleri hep hayır yönündedir. O kişinin iyi ve güzel yönlerini düşünür,
konuşur. Nitekim müminlerin, doğruluğundan kesin olarak emin olmadıkları
bir konuda hayırlı yorumlar yapmaları gerektiğine Allah Kuran'da, mümin
kadınlara atılan iftiraya verdikleri karşılığı örnek göstererek, şöyle
işaret eder:
Onu işittiğiniz zaman, erkek
müminler ile kadın müminlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda
bulunup: "Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez
miydi? (Nur Suresi, 12)
Mümin, ailesi, arkadaşları ve çevresindeki
insanlarla ilgili sürekli olarak iyi olanı düşünmeye, hayırlı olanı
konuşmaya ve insanları da buna yönlendirmeye çalışır. Ancak insan dünya
hayatındaki imtihanı gereği unutkan yaratılmıştır ve hata yapabilir.
Ancak bu yanlış davranışını fark ettiğinde, hemen Allah'ın rahmetine
sığınarak bağışlanma diler.
Alaycılıktan
sakınmak
Kuran ahlakından uzak insanların
bir bölümünün günlük yaşamlarında alaycı tavırlar çok yaygındır. Cahiliye
toplumunda insanların eksiklikleri, hataları, fiziksel kusurları, kıyafetleri,
maddi yetersizlikleri, dikkatsizlikleri, her türlü davranışları, konuşma
tarzları, sözleri, kısacası hemen herşeyleri alay konusu yapılabilir.
Alay etmek için bazen sözler ve el hareketleri, bazen de bakışlar ve
mimikler kullanılır. Alay eden kişi için alay edilenin kalbinin kırılması,
üzülmesi, taciz olması, moralinin bozulması veya sıkılması önemli değildir.
Ona göre önemli olan, yalnızca kendi gururunu tatmin etmek ve alaya
alınanı kendince küçük düşürmektir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya,
Alay Denen Zulüm)
Oysa Allah Kuran'da, insanların
birbirleriyle alay etmelerini kesin olarak yasaklamıştır:
Ey iman edenler, bir kavim (bir
başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar;
kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar.
Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve
birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık
ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların
ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 11)
Rabbimiz bir ayette de "Arkadan
çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline"
(Hümeze Suresi, 1) şeklinde buyurarak, Kuran ahlakını yaşamayan, hesap
gününü ve ahireti düşünmeden böyle çirkin davranışlarda bulunan kişileri
uyarmaktadır.
Müminler arasında alaycılığın herhangi
bir şekline kesinlikle izin verilmez. Onlar güzellik, zeka, zenginlik,
yetenek gibi her türlü özelliği insanlara verenin Rabbimiz olduğunu
bilirler. Birbirlerinde gördükleri güzel özellikleri büyük bir hoşnutlukla
karşılarlar. Nefislerine değil, Allah'ın rızasına uydukları için, cahiliye
toplumu insanlarının içlerinde yaşadıkları kibir, haset gibi duyguları
yaşamazlar. Bu yüzden birbirlerine karşı her zaman hoşgörülü, olumlu,
alçak gönüllü bir yaklaşım içinde olurlar.
Aynı şekilde birbirlerinde gördükleri
eksikliklerin de Allah'ın bir denemesi olduğunu bilirler. Bu yüzden
bu eksiklikleri ortaya çıkarmaz, aksine bunları telafi edecek yönde
güzel davranışlar gösterirler. Alaycılığı çağrıştıracak en küçük bir
tavırdan, bakıştan, sözden şiddetle sakınırlar.



Fedakarlık
Hayatı sadece dünya hayatıyla sınırlı
sanan insanlar, ciddi bir çıkar elde etmeleri söz konusu olmadıkça fedakarlıkta
bulunmaya, ihtiyaç içinde olan insanlara yardım etmeye yanaşmazlar.
Çünkü dünyada yaptıkları iyiliklerin ve kötülüklerin, ahirette eksiksiz
bir şekilde karşılarına çıkacağını göz önüne almazlar. Allah onların
bu çarpık zihniyetlerine bazı ayetlerde şöyle dikkat çeker:
"Gerçekten, insan, 'bencil ve
haris' olarak yaratıldı" (Mearic Suresi, 19)
Şimdi, o yüz çevireni gördün
mü? Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu. (Necm Suresi,
33-34)
Onlar, cimrilikte bulunurlar,
insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine
verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır.
(Nisa Suresi, 37)
İnsanın, nefsindeki bencillik ve
cimrilik gibi kötü özelliklerden temizlenip arınması gerekmektedir.
Bu durumu Rabbimiz insanlara şöyle bildirmektedir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz
kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize
hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından
(ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.
(Tegabün Suresi, 16)
İşte bu yüzden, Kuran ahlakını
yaşayan bir insan gün boyunca nefsinin bencilliklerinden sakınarak sahip
olduğu şeyleri çevresindekilerle paylaşmaya çalışır. Örneğin yemeğini
aç olan biriyle paylaşmaktan büyük bir zevk alır. Çok sevdiği bir eşyasını
kendisinden daha fazla ihtiyacı olan birine gönül rahatlığıyla verir.
Kazancının "ihtiyaçtan arta kalanı"nı ihtiyaç içinde olanlara verir.
(Bakara Suresi, 219) Bunların kendisine ahirette daha güzel bir karşılıkla
döneceğini bilir. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav) dönemindeki Müslümanların
bu yöndeki örnek tavırlarını bizlere şöyle haber verir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi)
hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler
ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar.
Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine
tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa,
işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Müminler, yaptıkları fedakarlığın
karşı tarafı memnun etmesinden dolayı büyük bir mutluluk duyarlar. Vicdanen
doğru olanın bu tavır olduğunu ve Allah'ın da bundan razı olacağını
bilmenin verdiği iç huzurunu yaşarlar. Gerektiğinde kendileri de ihtiyaç
içinde oldukları halde, hiç düşünmeden haklarından vazgeçerler. Hiçbir
zaman yaptıkları fedakarlıkları dile getirerek, kendilerini övecek ya
da ön plana çıkaracak bir tavır göstermez ve hiçbir zaman fedakarlıklarından
dolayı karşı tarafı minnet altında bırakmaya çalışmazlar.
Adaletle
hareket etmek
Müminler şahit oldukları, duydukları,
hatta dolaylı yoldan haberdar oldukları adaletsiz hiçbir harekete karşı
duyarsız kalmazlar. Yaşadıkları Kuran ahlakı onları her türlü zulme
karşı tavır almaya, mazlumların hakkını korumaya, onlar için mücadele
etmeye yöneltir. Allah müminlerin üstün adalet anlayışlarını Nisa Suresi'nde
şu şekilde tarif eder:
Ey
iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa,
Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin
olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse
adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker
(sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan
haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
İnananlar bütün imkanlarını seferber
ederek adaletsizliği engellemeye çalışırlar. Aksi şekilde davranan insanlar
çoğunlukta da olsalar, onların vicdansızlıkları ve umursuzlukları inananları
gevşekliğe sürüklemez. Ahirette şahit oldukları her olayda haktan yana
nasıl bir çaba harcadıklarına dair sorguya çekileceklerini ve bu zulmü
engellemek için ne yaptıklarının kendilerine sorulacağını bilirler.
Dünyada pek çok insanın yaptığı gibi "görmedim, duymadım ya da fark
etmedim" diyerek sorumluluktan kaçmaya çalışmazlar. Umursuzluk yaptıkları
takdirde kaybedenin, vicdanlı davrandıklarında da kazanacak olanın sadece
kendileri olduğunu unutmazlar. İşte bu nedenle de hiçbir zaman bir haksızlığa
seyirci kalıp, ilgisiz bir tavır göstermezler. Herhangi bir şekilde
bir haksızlık söz konusuyken, kendi işlerine dalıp hiçbir şeye şahit
olmamış gibi bu olayı görmezden gelmezler.
Kuran ahlakı insanın nefsinin çıkarlarına
ters de olsa, gururuna ağır da gelse, anne, baba, tanıdık, tanımadık,
zengin, fakir ayrımı yapmadan adaletin gözetilmesini gerektirir. Bu
yüzden mümin gün içinde haksızlık yapmaktan, haksızlığa göz yummaktan
şiddetle kaçınır. Kim neyi hak ettiyse, ona onu vermeye çalışır.
Örneğin otobüse binmek için sıra
bekleyen insanların önüne geçmeye çalışarak saygısızlık yapmaz ve bunu
yapan birine de göz yummaz. Güzel ahlaka yakışır bir tarzda, gerginliğe
meydan vermeden olaya müdahale eder. Bir başarıda hakkı olan bütün insanların
hak ettikleri övgüyü ve ödülü almasına önem verir. Arkadaşları arasında
da ayırım yapmadan haklı olanı savunur. Haksızlığa karşı suskun kalmaz.
Örneğin kendisinin veya en yakın arkadaşının yaptığı bir hata, başka
birine zarar vermişse bunu gizlemez ve dürüstçe söyler. Ve oluşan zararı
telafi etmek için elinden geleni yapar.


Dürüstlük
Bazı insanlar yaptıkları hatayı
gizlemek, çıkar elde etmek, zor bir durumdan kendilerini kurtarmak veya
insanları kendi istedikleri doğrultuda yönlendirebilmek için yalan söylemekte
bir sakınca görmezler. Yaptıklarının yanlış olduğunu ve yalanlarının
her an açığa çıkabileceğini bilmelerine rağmen, bu çirkin yönteme başvururlar.
Hesap gününde her söyledikleri ve her yaptıklarından sorgulanacaklarını
düşünmezler.
 |
Müminler ise, doğruluk ve dürüstlükten
asla taviz vermezler. Allah'ın, "Ey iman edenler, Allah'tan sakının
ve sözü doğru söyleyin" (Ahzab Suresi, 70) ayetinde de bildirdiği
gibi, her zaman dürüst olmaları gerektiğini bilirler. Bu emre gün boyunca
titizlikle itaat ederler. Örneğin önceki konuda da belirttiğimiz gibi
yaptıkları bir yanlışı örtbas etmek amacıyla yalana baş vurmazlar. Hatalı
bir davranışta bulunduklarında hemen özür diler, hatalarını telafi etmeye
çalışırlar. İnsanlar tarafından daha çok saygı görmek veya sevilmek
için yalan söylemezler. Hangi nedene dayanırsa dayansın, yalanı bir
çözüm olarak görmezler.
Dolayısıyla Kuran ahlakını uygulayan
bir kişi gün boyunca ne yalan söylemenin ne de yalanının ortaya çıkmasının
sıkıntısını yaşamaz. Dürüstlük ve samimiyetin getirdiği güzel, güvenilir,
huzur dolu bir hayatı yaşar. Dünya hayatında söz konusu güzel tutumu
benimseyen birinin ahirette alacağı karşılık ise çok daha güzeldir.
Allah "doğruları" şöyle müjdelemektedir:
Allah dedi ki: "Bu, doğrulara,
doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan
razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve
mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)



Okuduğumuz bölümlerden
gördüğümüz gibi müminler Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakı,
günlerinin 24 saati boyunca en mükemmel şekilde yaşamayı kendilerine
ilke edinir; koşullar ve ortam ne olursa olsun güzel ahlak göstermekten
kesinlikle taviz vermezler. Onların ahlakı değişken değildir; her zaman
Allah'ın öğütleri ve emirleri doğrultusundadır. Rabbimizin Kuran'da
"Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi,
4) şeklinde övdüğü Hz. Muhammed (sav)'i kendilerine örnek alırlar.
Dünyada hüsrandan,
ahirette ise sonsuz azaptan kurtulmanın tek bir yolu vardır: Kuran ahlakını
yaşamak... Çünkü Allah insanlara "asıl şan ve şereflerini" bu ahlak
ile kazandırır. İnsanları içine hapsoldukları cahillikten, ilkel mantık
örgülerinden, sıkıntılı ortamlardan, olumsuz karakter özelliklerinden,
asılsız korkulardan, sapkın inançlardan ve tüm bunların sebep olacağı
cehennem azabından kurtarır. Bunların yerine temiz bir akıl, güzel bir
ahlak, cennet benzeri huzur dolu ortamlar ve en önemlisi de sonsuz nimetlerle
dolu sonsuz bir cennet hayatı kazandırır.
Dünya üzerinde
yaşanan tüm sıkıntıların, savaşların, kavgaların, dargınlıkların, yoksulluğun,
sefaletin, öfkenin ortadan kalkmasının da tek bir çözümü vardır: Kuran
ahlakını yaşamak... İnsanlara arzuladıkları mutluluğu, huzuru, refahı,
adaleti, sevgiyi ve barışı getirecek başka hiçbir kesin bir çözüm yolu
yoktur. Adaletsizlik, ihtilaf, eşitsizlik, çekişme, kavga, haksızlık,
israf, kuruntu, taassup, zulüm, şiddet, ahlaksızlık ve bunlar gibi sayısız
sorun hakkında Kuran ahlakının yaşanması, insanların yaşamlarını kolay,
rahat ve mutlu kılacak en temel, en adaletli, en mükemmel ve en köklü
çözümleri getirir.
 |
Bu gerçeklere rağmen
insan, küçük hesaplar, dünyevi çıkarlar, nefsani zaaflar nedeniyle hak
dinden yüz çevirdiği takdirde, en büyük zararı yine kendisi görecektir.
Çünkü insanın Kuran'dan yüz çevirmesi demek, onun, kendisi için gereken
en hayati gerçeklerden habersiz kalması anlamına gelir. Oysa ne kendisinin
ne de kendi gibi gelmiş geçmiş insanların taşıdıkları birikim bu dünyada
karşısına çıkacak şartlarla ve sorunlarla başa çıkmasına yetmeyecektir.
Tüm hayatı, sıkıntı, endişe, stres, kuruntu, terslik ve çözümsüzlüklerle
geçecektir. O da bir süre sonra bu durumu kabullenecek, dini yaşamamasının
cezası olan azaplarla dolu yaşantısını "hayatın bir gerçeği" sanarak
büyük bir aldanış içinde ömrünü tüketecektir.
Allah'ın Kuran'da
tarif ettiği üstün ahlak modelini benimseyen müminler ve yaşamlarının
her dakikasına hakim edenler ise en güzel şekilde yaşayacaklardır. Allah
bu müminleri şu şekilde müjdeler:
Bizim katımızda
sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır;
ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar
için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafat vardır ve onlar
yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
İman edip güzel
amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz
onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar
mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 277)
Onlar Allah'ın
ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar.
Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden
içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin
yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar,
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler
ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel)
sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Rad Suresi, 20-22)