Şeytanın
telkinlerine karşı dikkat ve uyanıklık
Allah'ın Kuran'da bildirdiğine
göre, şeytan insanları sürekli olarak doğru yoldan saptırmaya, Allah'ın
dininden ve Kuran ahlakından uzaklaştırmaya çalışır. Şeytan günün 24
saati sürekli bu faaliyetine devam eder; zengin, fakir, genç, yaşlı,
güzel, çirkin ayrımı yapmadan her insanı yoldan çıkarmak için çaba harcar.
Çünkü her kim olursa olsun bütün insanlara büyük bir kin duyar.
Şeytanın bu kini ilk insanın yaratılışıyla
başlamıştır. Allah Hz. Adem'i yarattıktan sonra şeytandan ona secde
etmesini istemiş; ancak şeytan kibirinden, kıskançlığından dolayı Allah'a
itaat etmemiş ve Hz.Adem'e secde etmeyi reddetmiştir. Bu isyanı ve küstahlığı
yüzünden Allah'ın huzurundan kovulmuştur. Rabbimiz bu olayı bizlere
şu şekilde haber verir:
Andolsun, Biz sizi yarattık,
sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde
edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden
olmadı.
(Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde,
seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım;
beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."
(Allah:) "Öyleyse oradan in,
orada büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük
düşenlerdensin." (Araf Suresi, 11-13)
Şeytanın, bu duruma düşmesine neden
olan insanları saptırmak için Allah'tan süre istemesini ve kıyamet gününe
kadar bu saptırma faaliyetine başlamasını ise, Allah Kuran'da şöyle
haber vermektedir:
O da: "(İnsanların) dirilecekleri
güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi.
(Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin"
dedi.
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından
dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda
(pusu kurup) oturacağım."
"Sonra muhakkak önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu
şükredici bulmayacaksın."
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış
ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse,
cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 14-18)
Şeytanın hedefi, başta Allah'ın
dinine sımsıkı sarılan müminler olmak üzere bütün insanlardır. Arzusu,
kendisiyle beraber olabildiği kadar çok insanı cehenneme sürüklemektir.
İnsanların samimi bir şekilde, kalpten Allah'a ibadet etmelerini engellemeye,
Allah'ın dininden ve Kuran'dan uzak durmalarını ve bunun sonucunda sonsuz
azap çekmelerini sağlamaya çalışır.
İman edenler ise, kendilerinin
en büyük düşmanı olan şeytanın her an iş başında olduğunun bilincindedirler.
Allah'ın emirlerine titizlikle uymaya dikkat ederken, şeytanın hile
ve oyunlarına karşı her an tetiktedirler. Ondan gelebilecek vesveselere,
boş vaatlere, kuruntulara, kuşkulara, olumsuz veya Kuran ahlakına aykırı
kışkırtmalara, erteleme, unutturma veya Allah'ın yolundan alıkoymaya
yönelik telkinlere karşı uyanıktırlar. (Detaylı bilgi için bkz. Harun
Yahya, İnsanın Apaçık Düşmanı Şeytan) Şeytanın insana verdiği telkinlere
Allah Bakara Suresi'nde şöyle bir örnek verir:
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor
ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisinden bağışlama
ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
(Bakara Suresi, 268)
Örneğin şeytan, yukarıdaki ayette
bildirildiği gibi, işini kaybeden bir insana her canlının rızkını Allah'ın
verdiğini unutturmaya ve insanı para bulamayacağı, aç kalacağı korkusuna
kaptırmaya çalışır. Bu şekilde korku verdiği gibi, çeşitli telkinlerle
insanları kendi yanına çekmek için çabalar. Allah Kuran'da şeytanın
vesveselerine karşı insanlara şöyle yol göstermektedir:
Eğer
sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen
Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan
bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar),
sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)
Şeytanın telkinlerinden korunmak
için yapılması gereken en önemli şey Allah'a sığınmaktır. Unutulmaması
gerekir ki, şeytan da Allah'ın kontrolündedir ve Allah dilemedikçe hiçbir
şeye güç yetiremez. Allah Kuran'da insanlara şeytandan Kendisine sığınmaları
için şöyle dua etmelerini emreder:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.
İnsanların malikine, insanların (gerçek) ilahına; sinsice, kalplere
vesvese ve şüphe düşürüp duran" vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların
göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek
cinlerden, gerekse insanlardan. (Nas Suresi, 1-6)
 |
Kuran ahlakına sahip bir insan
sürekli olarak şeytandan Allah'a sığınır ve kendi düşüncesiymiş gibi
zihninden geçen şeytanın telkinlerini, Kuran ahlakına uygun düşüncelerinden
ayırır. Her an uyanık davranarak şeytanın söylediklerinin hiçbirini
önemsemez. Yaptığı veya düşündüğü hiçbir işe şeytanın karışmasına izin
vermez. Örneğin bir işle meşgulken, yalnız başınayken, biriyle konuşurken,
bir olayla karşılaştığında, karşısına bir zorluk çıktığında şeytanın
pusuda beklediğinin ve Allah'ın hoşnut olmayacağı davranış ve sözleri
telkin ettiğinin bilinciyle hareket eder. Her durumda, her ortamda Kuran'a
göre konuşur ve hareket eder. Müminin şeytanın faaliyetlerinden etkilenmemesinin
nedeni işte budur. Söz konusu gerçeği Rabbimiz Kuran'da şu şekilde haber
verir:
Gerçek şu ki, iman edenler ve
Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü
yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na
(Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)
Anlayış, hoşgörü
ve bağışlayıcılık
Müminler Allah'ın "Anne-babaya,
yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya,
yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına
güzellikle davranın." (Nisa Suresi, 36) hükmü gereği, çevrelerindeki
insanlara karşı güzel tavırlar gösterirler. Hiçbir zaman kavgacı, ters,
bozucu bir yapı sergilemezler ve etraflarındaki insanları da bu konuda
doğruya yönlendirirler. Kuran ahlakını yaşamaları nedeniyle en başta
kendileri her zaman için barışçı, uzlaşmacı ve yapıcı bir karakter gösterirler.
Dinden uzak yaşayan kimselerin sık sık yaşadıkları "darılma", "kavga
etme", "tartışma" gibi tavır bozukluklarının Kuran ahlakında yeri olmadığını
bilirler. Bu nedenle de ne olursa olsun affetme, hoşgörme ve karşı tarafı
güzel olana çekme yoluna giderler. Allah bir ayette, "Kim sabreder ve
bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir" (Şura Suresi, 43) ifadesiyle
bunun üstün bir ahlak özelliği olduğuna dikkat çekmektedir.
 |
Allah insanlara birbirlerine karşı
anlayışlı, hoşgörülü ve bağışlayıcı olmalarını emreder. Buna dikkat
çekilen ayetlerden birinde şöyle buyrulmaktadır:
Sizden, faziletli ve varlıklı
olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte
eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoş görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını
sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)
Bu nedenle mümin, gün içinde muhatap
olduğu insanlara karşı son derece anlayışlı ve hoşgörülü davranmaya
dikkat eder. Örneğin sabah uyurken gürültü yaparak kendisini uyandıran
birine anlayışlı davranır. O insanın yalnızca Allah'ın kontrolünde hareket
edebildiğini bilir. O anda uyanmasını isteyen Allah'tır ve o insanı
buna vesile kılmıştır. Oysa böyle bir durum bazı insanlar için sinirlenmek,
tartışma çıkarmak için geçerli bir sebeptir. Kendisine yanlışlıkla zarar
veren, dikkatsizliği sonucu bir kazaya sebep olan insanlara karşı dahi,
mümin güzellikle davranmaya özen gösterir. Karşılaştığı durum ne kadar
ani ve ne kadar önemli olursa olsun kızıp öfkelenmez, kendini kaybetmez,
çevresindekileri kırmaz. Kendisinin de hata yaptığını ve böyle durumlarda
aynı anlayışı karşı taraftan beklediğini düşünür. Rabbimizin biraz önce
belirttiğimiz Nur Suresi'nin 22. ayetinde dikkat çektiği gibi, sonsuz
şefkat ve merhamet sahibi olan Allah'ın, kendisinin işlediği günahları
bağışlamasını umar. Eğer Allah'ın "Bağışlayan" sıfatının kendi ahlakında
görülmesi yönünde bir çaba harcamazsa, bu yaptığının Kuran ahlakına
aykırı bir tutum olacağını bilir.
 |
Kuran ahlakını yaşayan bir insan,
en güzel ahlakın sahibidir. Onun evde, işte, yolda, gün içerisinde gösterdiği
olgun davranışlar sayesinde, olası gerginlik ve sıkıntılar önlenir.
Ayrıca, mümin gösterdiği bu erdemli tutumla karşısındaki insanlara da
örnek olur. En önemlisi ise, Kuran'da övülen bir davranışı yerine getirmiş,
Allah'ın beğendiği şekilde hareket etmiş olur.
İslam büyüğü İmam Gazali, hadis
alimlerinden derlediği bilgiler ile Peygamber Efendimizin, çevresindekilere
karşı gösterdiği örnek tutumu şöyle bildirmiştir:
"... Huzurunda oturan herkese
mübarek yüzünden nasibini verir, iltifat buyururdu. Bu yüzden huzurundaki
herkes onun nezdinde kendisinden daha değerlisi olmadığı düşüncesine
kapılırdı. Evet onun oturuşu, dinleyişi, sözleri, güzel latifeleri ve
teveccühü hep nezdinde oturanlar içindi. Bununla birlikte onun meclisi
haya, tevazu ve emniyet meclisiydi... Kendilerine ikram ve gönüllerini
hoş tutmak için sahabelerini künyeleri ile çağırır, künyesi olmayanlara
künye bularak onunla hitap ederdi. Öfkelenmekten son derece uzak ve
bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi.
Öyle ya, insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların
en yararlısı da insanlara faydalı olandır." (Huccetü'l İslam İmam Gazali,
İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayın Evi,
1998, s.798)
Elbette bizlerin de kendimize örnek
almamız gereken, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in bu en güzel tutumudur.
Kuran ahlakına uyan ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini uygulayan insanlar,
Allah'ın izniyle dünyada güzel bir hayat yaşamayı, ahirette de Allah'tan
büyük bir rahmetle karşılık görmeyi umabilirler.



Sabırlı
olmak
 |
Hemen her toplumda Allah'ın Kuran'da
tarif ettiği güzel ahlakın bazı yönlerini yaşayan insanlar vardır. Bu
insanlar yeri geldiğinde fedakar, yumuşak huylu, merhametli, adaletli,
yardımsever davranabilirler. Ancak söz konusu kişiler her ne kadar güzel
ahlaklı olduklarını iddia etseler de, bu ahlakta sabır gösteremedikleri
anlar mutlaka oluşur. Örneğin acil bir sınava yetişmesi gereken bir
insan sabah, saati bozulduğu için uyuyakalabilir. Ardından uyanıp büyük
bir telaşla okula yetişmeye çalışırken çok sıkışık bir trafiğe girebilir.
Okula geç kaldığını haber vermek için telefon etmek isterken bir türlü
telefon hattını düşüremeyebilir. İşte tam bu sırada yanındaki arkadaşı
kendisine bir soru sorduğunda, o kişiye karşı ters bir ses tonuyla cevap
verebilir. Hatta hiç cevap vermeden ters bir bakışla bakabilir. Söz
edilen bu kişi kendince her zaman yardımsever ve anlayışlı bir insan
olduğunu iddia ettiği halde, böyle bir ortamda artık "sabrının tükendiğini"
söyleyerek aksi ve anlayışsız bir tavır gösterebilir.
Mümin
ise her şart ve ortamda Kuran ahlakını yaşama konusunda kararlılık gösterir.
Karşısına çıkan insanların yanlış, hoş olmayan sözlerine ya da davranışlarına
dahi güzel bir sabırla karşılık verir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun
Yahya, Kuran'da Sabrın Önemi) Örneğin yolda giderken birisi otobüse
önce binmek için kendisini kenara itebilir. Bir arkadaşı kendisine kızgınlıkla
kötü sözler söyleyebilir. Veya yolda yürürken yanından geçen aracın
sürücüsünün dikkatsizliği sonucu baştan aşağı her yeri çamur olabilir.
Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak Kuran ahlakını benimseyen
bir insan tüm bu olayların, kaderinde bu şekilde yaratıldığının farkında
olarak güzel bir şekilde sabır gösterir ve asla aksi, sinirli, ters
bir tavır göstermez. Elbette bir yandan da bu tarz olaylarla tekrar
karşılaşmamak için her türlü tedbiri alır ve elinden gelen bütün gücü
kullanarak sıkıntı oluşturan konuları ortadan kaldırmaya çalışır. Kuran
ahlakının gereği, insanın kendisine zarar veren bir olayda bile karşı
tarafa sabır göstermesi; kötülüklere güzellikle cevap vermesidir. Allah
Kuran'da müminlerin gösterdikleri sabır sayesinde kötülükleri en güzel
şekilde uzaklaştırdıklarına şöyle dikkat çeker:
İyilikle kötülük eşit olmaz.
Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün
ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un)
oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna,
büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. (Fussilet
Suresi, 34-35)



Güzel sözlülük
Bazı insanlar, vicdanları onlara
hata yapan birine karşı affedici olmayı, kötü söz söyleyene karşı güzel
bir söz söylemeyi bildirse bile, onlar nefislerine uyup, affetmemeyi
veya kötü söze daha kötüsüyle karşılık vermeyi tercih ederler. Bu çarpık
anlayış içinde ters konuşmak, alaycı ifadeler kullanmak, kibir ve hakaret
dolu sözler söylemek, saygısızca veya küstahça cevap vermek adeta bir
üstünlük işareti olarak görülür.
Elbette bunlar Kuran ahlakıyla
taban tabana zıttır. Allah Kuran'da güzel sözün ne kadar bereketli olduğunu
ve her zaman insanlara hayır getireceğini şu örnekle bildirir:
Görmedin mi ki, Allah nasıl
bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun
kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir.
Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler.
Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden
koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı) kalmamıştır. Allah,
iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde
kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar. (İbrahim
Suresi, 24-27)
Bu ayetlerde de gördüğümüz gibi,
güzel söz söyleyen ve ona uyan kişi hem dünya hem de ahiret hayatında
çok büyük güzelliklerle, eşsiz nimetlerle karşılık bulacaktır. Ancak
buna karşılık kötü sözü söyleyen de, ona uyan da sonu cehenneme varan
karanlık bir yola girmiş olacaktır.
Mümin gün boyunca karşılaştığı
insanlara güzel bir üslupla hitap eder. Bulunduğu her ortamda Allah'ın
dinini anlatır, Kuran ile öğüt verir, Allah'ın ayetlerini hatırlatıcı
sözler söyler, insanları güzel sözlerle onurlandırır. Arkadaşlarını
teşvik etmek için Kuran ahlakına uygun yönlerini dile getirir. Etrafındaki
insanların daha canlı ve neşeli bir şekilde güne devam etmelerini sağlayacak
şekilde konuşur. Müminin bu tavırlarını, yukarıdaki ayette geçen meyve
veren güzel ağaca benzetebiliriz.
Oysa
bazı insanlar diğerlerinin güzel özelliklerini değil, küçük düşürmek
amacıyla eksikliklerini ve kusurlarını dile getirmeyi tercih ederler.
Yukarıda belirttiğimiz İbrahim Suresi'ndeki ayetlerde Rabbimiz buna
da dikkat çekerek, bu tür sözleri fayda vermeyen kötü bir ağaca benzetmiştir.
Çünkü kötü söz, var olan güzel ilişkileri bozduğu gibi karşı tarafın
şevkini kıracak, sıkılmasına, üzülmesine neden olacaktır.
Diğer taraftan mümin, bir kişiyle
konuşurken, ona eksikliklerini düzeltmesi yönünde öğütte bulunurken
veya yanlışları konusunda hatırlatma yaparken sözün en güzel olanını
seçmeye özen gösterir. Böylece Allah'ın aşağıdaki hükmünü yerine getirmiş
olur:
Kullarıma,
sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp
bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi,
53)
Allah'ın bu ayette de belirttiği
gibi, şeytan insanları güzel söz söylemekten uzaklaştırmaya ve bu yolla
aralarına düşmanlık sokmaya çalışmaktadır. Kötü bir söz söylendiğinde
şeytan hemen iki tarafın arasını açmak için çeşitli kuruntular vermeye
başlar. Kötü söze maruz kaldığından dolayı sıkıntı duyan insan, şeytanın
verdiği telkinlerin de etkisiyle karşı tarafa aynı şekilde karşılık
verir. Bu da insanların dostluklarının bozulmasına, hatta son bulmasına
neden olur. Ancak güzel bir söz şeytanın insanları yanıltma ihtimalini
ortadan kaldırır. Bu nedenle, şeytana imkan vermemek ve uygun ortam
sağlamamak için, müminler birbirlerine en güzel şekilde hitap etmeye
çaba gösterirler. Böyle bir tutum ise, onların birbirlerine olan bağlılıklarının
ve yakınlıklarının artmasına vesile olur. Peygamber Efendimiz de müminlere
hep güzel ahlakı ve güzel sözü emretmiştir:
"Sana zulmedeni affet. Sana
küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle."
(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan,
16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 317)
"İnsanlara güzel ahlakla muamelede
bulun." (Salih Suruç, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Yeni
Asya Yayınları, İstanbul, 1998, s. 507 (İbni Kesir, Sire, 4:194-195)
İnce düşünceli
olmak
Cahiliye toplumunda bazı insanlar
kaba, görgüsüz, düşüncesiz ve saygısızdır. Müminler ise böyle üslup
ve tavırlardan şiddetle kaçınırlar; onlar nezih, nazik, duyarlı ve ince
düşünceli bir kişiliğe sahiptirler. Bunlar aynı zamanda Allah'ın elçilerinin
de özellikleridir. Kuran'da Hz. Musa'nın ince düşünceli bir davranışına
şöyle dikkat çekilir:
Medyen suyuna vardığı zaman,
su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları
su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz
ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız;
babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler. Hemencecik onların
sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu
bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 23-24)
Hz. Musa duyarlı bir insan olarak
karşılaştığı hanımların yardıma ihtiyacı olduğunu hemen fark etmiş ve
vakit kaybetmeden onlara yardım etmiştir. İman edenler de Hz. Musa'nın
Kuran ayetlerinde övülen bu özelliğini gün boyu kendilerine örnek alırlar.
Çevrelerindeki insanların zor ya da sıkıntılı bir durumda olduğunu gördüklerinde
onlara hemen ve ellerinden gelenin en fazlasıyla yardımcı olmaya çalışırlar.
Bunun yanında, onların neşelenmeleri ve güzel bir ortam oluşması için
hoşlarına gidecek güzel davranışlarda bulunurlar.
Çevredeki insanlara rahatsızlık
vermemeye çalışmak da ince düşünceli bir harekettir. Bir insanın aile
içinde ortak kullanılan eşyaları veya yerleri temiz ve düzenli tutması,
birinin rahatsız olma ihtimali olan durumlarda yüksek sesle konuşmaktan
veya müzik dinlemekten kaçınması, konuşmaya çalıştığı insanın işinin
olup olmadığını, o anda kendisini dinlemeye müsait olup olmadığını gözlemlemesi,
acele eden, bir şey yetiştirmeye çalışan insanlara engel olmaması, günlük
hayatta sık karşılaşılan ince düşünceli davranışlara örnek verilebilir.
İnce düşünceli olmanın önemli göstergelerinden
biri de başkalarına öncelik tanımaktır. Yapılan sohbetlerde, iki kişinin
de bildiği bir konuyu anlatmayı birinin diğerine bırakması, bitmek üzere
olan bir yiyecekten almak için önceliğin karşı tarafa bırakılması bu
konuya verilebilecek örneklerdendir. Ayrıca, toplu taşıma araçlarında
oturma ihtiyacı olan birine yer teklif edilmesi, alış veriş sırasında
aynı anda kasaya gelen iki kişiden birinin diğerine öncelik tanıması
insanların yakınlaşmalarına ve güzel diyaloglar kurmalarına vesile olacaktır.
Birbirlerine ince düşüncelerle yaklaşan insanların aralarındaki ilişkiler
sağlam, sevgi ve saygıya dayalı olur. Ayrıca bu insanlar birlikte yaşamaktan
hoşnut olur, tekrar karşılaşmaktan büyük zevk alırlar.
Buna karşın sadece kendi menfaatleri
için herkesin birbirine bir şeyler yaptırmaya, birbirinden yararlanmaya
çalıştığı ortamlarda ise insanlar arasında gerçek dostluğun yaşanması
mümkün olmaz. Hava atmaya yönelik konuşmalar, yapmacık tavırlar dostluğu
engeller. Boş konuşmalardan oluşan sohbetler, iğneleyici konuşmalar
sıkıntılı ortamlar oluşturur. Allah'ın anılmadığı böyle ortamlarda elbette
ki hiç kimse bulunmak istemez.



Konukseverlik
Hz. İbrahim'in konuklarını ağırlama
konusunda gösterdiği titizliğin anlatıldığı ayetler, Kuran ahlakına
uygun misafir ağırlama yöntemi hakkında fikir vermektedir:
Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının
haberi geldi mi?
Hani, yanına girdiklerinde:
"Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bilgim olmayan)
Yabancı bir topluluk."
Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine
gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi.
Derken onlara yaklaştırıp (ikram
etti); "Yemez misiniz?" dedi. (Zariyat Suresi, 24-27)
İbrahim Peygamberin konukseverliğini
örnek alan müminler, öncelikle misafirlerini selamlayarak güzel bir
şekilde karşılar; onlara saygı, sevgi, huzur ve güleryüz sunarlar. Daha
sonra, olabilecek tüm ihtiyaçlarını düşünerek onların söylemesine ve
hissettirmesine gerek kalmadan bu ihtiyaçlarını karşılamaya, onları
hoşnut etmeye çabalarlar. Ayrıca söz konusu ikramı gecikmeden yapmaya
çalışırlar. Kuran ahlakının bir gereği de, misafirlere evde bulunan
yiyeceklerin en güzellerinden ikram edilmesidir.
Oysa cahiliye toplumunda yaşayan
bazı insanlar, kendilerine gelen kişiler bazen tanıdıkları dahi olsa
kapıyı açmazlar. Konuk etmek zorunda kaldıkları misafirlerini ise, çoğu
zaman istemeye istemeye ağırlarlar. Bu ağırlamayı geleneklere bağlılık
veya sosyal bir zorunluluk adına yerine getirirler. Ayrıca bu insanların
misafirlerin durumuna göre davranışları da değişir. Yoksul bir insanı
ağırlarken ikramdan sakınıp gelişigüzel bir şekilde geçiştirmeye çalışırlar.
Ancak, eğer misafir zengin, gösterişli, sözü geçen biri ise, bu defa
ne ikram edeceklerini bilemezler; en güzel yiyeceklerini, en güzel şekilde
sunmaya büyük çaba harcarlar.
Ev sahibinin gösterdiği samimiyetsiz
ve gönülsüz davranışlar, elbette konukları rahatsız eder, misafirliği
sıkıcı bir hale getirir. Bu da her iki taraf için bir an önce bitmesi
beklenen bir ortamın oluşmasına sebep olur. Misafir geldiğine pişman
olur, ev sahibi ise ikram ettiklerine ve kaybettiği zamana üzülür.
Sonuç olarak, insanlar arasında
güzel sohbetlerin ve karşılıklı güzel misafirliklerin, dayanışmanın,
birlik ve beraberliğin artması ancak Kuran ahlakının uygulanmasıyla
gerçekleşir.

Karşılıklı
selam ve saygı
Müminler, gün içinde karşılaştıklarında
birbirlerine en güzel dilek ve temennilerini sunar; diğer bir deyişle
selam verirler. Bu şekilde Allah'ın "Bir selamla selamlandığınızda,
siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin…"
(Nisa Suresi, 86) ayetindeki emrini yerine getirirler. Bir başka
ayette iseAllah, inananlara evlere girerken selam vermelerini öğütler:
... Evlere girdiğiniz vakit,
Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam
verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız.
(Nur Suresi, 61)
Mümin, evinden çıktığında karşılaştığı
komşularına güler yüzlü bir şekilde hayırlı bir gün, Allah'tan bir rahmet
ve esenlik diler. Sokakta rastladığı kişilerle, iş yerindeki arkadaşlarıyla
ve diğer insanlarla da aynı şekilde selamlaşır. Kendisine selam veren
her kim olursa olsun selamı alır ve ona daha güzel bir şekilde karşılık
verir. Müminin bu tutumu, Kuran ahlakının sosyal ilişkilere getirdiği
güzelliklerden biridir. Selam ile, birbirini tanımayan insanlar arasındaki
soğuk ve sıkıcı ortam ortadan kalkar. İnsanlar birbirlerine yakınlaşır,
birbirlerini tanımasalar dahi aralarında sıcak bir hava oluşur.
Cahiliye toplumunda ise, selamlaşma
genellikle "adet yerini bulsun" diye yapılır. Bazı insanlar sadece çıkar
ilişkisi içinde oldukları veya kendilerinden menfaat umdukları kimselere
selam verirler. Bazen kendilerinden daha küçük gördükleri kimseleri
aşağılamak amacıyla, verilen bir selamı almazlar veya duymazdan gelirler.
Daha da önemlisi, cahiliyenin ahlak modelinde böyle kötü davranışların
olağan karşılanmasıdır.