Olumsuz
gibi görünen olaylar karşısındaki tutumu
Her
insan gün boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşabilir. Ancak müminler karşılaştıkları
zorluklar ne olursa olsun Allah'a teslim olur, O'nu kendilerine vekil
edinerek (tevekkül ederek) şöyle düşünürler: "Allah bizi bu dünya hayatında
her yaptığımızla ve her düşündüğümüzle denemektedir. Bu, bir an bile aklımızdan
çıkarmamamız gereken çok önemli bir gerçektir. Öyle ise, yaptığımız herhangi
bir işte bir zorlukla karşılaştığımızda veya işlerin yolunda gitmediğini
düşündüğümüzde, Rabbimizin bu olayların hepsini bizim tavrımızı denemek
için karşımıza çıkarttığını kesinlikle unutmamalıyız."
Allah insanların
karşılaştıkları her türlü olayın Kendisinden olduğunu bir ayette şöyle
bildirir:
De ki: "Allah'ın
bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez.
O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler."
(Tevbe Suresi, 51)
Yaşanan
ve karşılaşılan her olayın Allah'ın kontrolünde geliştiği, dünya ya da
ahiret için mutlaka bir hayır taşıdığı, imani bir şuurla bakan herkes
için açıktır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Herşeyde Hayır Görmek)
Örneğin insanın sevdiği bir eşyasını kaybetmesinde birçok hayır vardır.
Dıştan bakıldığında kötü gibi görünen bu olay, müminin yanlışlarını görmesine,
dikkatinin açılmasına, bazı konularda daha çok tedbir alması gerektiğini
düşünmesine vesile olur. Bunun yanında insanın hiçbir şeyi sahiplenmemesi
gerektiği; çünkü herşeyin tek sahibinin Allah olduğunun hatırlanması da
bu tip olayların bir diğer hayırlı yönüdür.
 |
Söz konusu durum,
günlük yaşantı içerisinde karşılaşılan büyük veya küçük her olay için
geçerlidir. Örneğin bir iş yerinde bir yanlış anlamadan dolayı veya birinin
ihmali yüzünden yanlış yere ödeme yapılabilir; saatlerce bilgisayarda
üzerinde çalışılan bir ödev elektriklerin kesilmesi yüzünden bir anda
yok olabilir; genç bir öğrenci çok fazla çalışmasına rağmen o gün hastalandığı
için üniversite sınavına giremeyebilir; takip edilen bir işte birçok bürokratik
işlemden dolayı bir insanın günleri kuyruklarda beklemekle geçebilir,
sürekli eksik bir belgesi çıkabilir ve bu nedenle işleri aksayabilir;
bir insan çok acil yetişmesi gereken bir yere giderken uçağını, otobüsünü
kaçırabilir… Herkesin kendi yaşantısı içinde karşılaşabileceği bu tür
zor ve ters gibi görünen olaylar vardır.
Ancak bu olayların
her birinde iman sahibi bir insan için pek çok güzellik vardır. Herşeyden
önce mümin, Allah'ın, tavrını ve sabrını denediğini, öleceği ve ahirette
hesap verecek olan bir insanın bu olaylara dalıp bunlara üzülüp vakit
kaybetmesinin yersiz olduğunu düşünür. Her olayın arkasında bir hayır
olduğunu bilir. Hiçbir olay karşısında "Eyvah!" demez. Allah'a işlerini
kolaylaştırması ve herşeyi faydalı hale çevirmesi için dua eder. Ve bir
zorluğun ardından kolaylık geldiğinde bunun hemen Allah'a ettiği duanın
bir karşılığı olduğunu, Allah'ın duaları işiten ve onlara icabet eden
olduğunu düşünür ve Allah'a şükreder.
 |
Bunları düşünerek
gününe devam eden kişi, neyle karşılaşırsa karşılaşsın, asla ümitsizliğe
kapılmaz, endişelenmez, korkup üzülmez, çaresiz durumda kalmaz. Mutlaka
Allah'ın bunları bir hayır ve güzellik üzerine yarattığını bilir. Üstelik
bunu sadece başına gelebilecek büyük olaylarda değil, biraz önce söz ettiğimiz
gibi, günlük hayatı içinde, küçük büyük karşılaştığı her detayda düşünür.
Örneğin planladığı
önemli bir işi istediği gibi gitmeyen, tam başarı elde etmek üzereyken
son anda ciddi bir sorunla karşılaşan bir insan düşünün. Bu insan aniden
kızar, sıkıntıya düşer, üzülür, kısacası her türlü olumsuzluğu yaşar.
Oysa herşeyde bir hayır olduğunu düşünen bir insan Allah'ın bu olayla
kendisine gösterdiği hikmetleri düşünüp bulmaya çalışır. Bu konuda daha
kesin önlemler alması gerektiğine Allah'ın dikkat çekmiş olabileceğini
düşünür. Teknik açıdan gerekli tüm önlemleri alır ve "belki de bu şekilde
daha önemli zararların oluşması önlenmiştir" diyerek Allah'a şükreder.
Bir yere yetişmeye
çalışırken bineceği otobüsü kaçırırsa, "Belki gecikmem veya bu otobüse
binmemem beni bir kazadan veya başka bir kötülükten korumuştur." diye
düşünür. Bunlar sadece birkaç örnektir. "Bunun gibi daha birçok hikmeti
olabilir." diye de düşünür. Bu örnekler insanın günlük yaşamı içerisinde
çok fazla çoğaltılabilir. Ancak önemli olan şudur: İnsanın yaptığı planlar
her zaman istediği gibi sonuç vermeyebilir. Kişi kendini bir anda planladığından
çok farklı bir ortamda bulabilir. İşte böyle bir durumda tevekküllü davranan,
karşılaştığı olayda hayır arayan kişi kazançlıdır. Çünkü Allah ayetinde
insanlara şöyle bildirir:
… Olur ki hoşunuza
gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de
sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi,
216)
Allah'ın bildirdiği
gibi biz neyin hayırlı, neyin kötü olduğunu bilemeyiz, ancak Allah bilir.
İnsana tek düşen sonsuz merhamet sahibi ve esirgeyen olan Rabbimizi dost
edinmek ve O'na tam bir teslimiyetle teslim olmaktır.
İnsan dünya hayatında,
bir anda sahip olduğu herşeyini yitirebilir. Bir yangın evini, ekonomik
kriz tüm yatırımlarını ya da bir olay sevdiği, değer verdiği eşyalarını
kaybetmesine sebep olabilir. Allah Kuran'da insanların bu şekilde denemeden
geçirildiğinden şöyle bahsetmektedir:
Andolsun, Biz
sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden
eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi,
155)
Allah insanlara çeşitli
şekillerde denemelerden geçirileceklerini haber verirken, karşılaştıkları
bu zor durumlara karşı sabredenlere ise güzel bir müjde vermiştir. Allah'ın
ayette tarif ettiği sabır, örneğin kaybedilen eşyasını bulamayınca, mecburiyetten
durumu kabullenerek tahammül etmek değildir. Sabır, kaybedilen şey ne
kadar büyük ve önemli olursa olsun, bunu haber aldığı ya da durumu fark
ettiği andan itibaren insanın son derece tevekküllü, teslimiyetli davranmasıdır.
Herşeyi yapanın Allah olduğunu aklından çıkarmadan, dengeli tutum ve davranışlarını
devam ettirmesidir.
 |
İnsan gün içinde
daha önemli kayıplarla da karşılaşabilir. Örneğin ihtiyaçlarını karşılamak
için günün önemli bir bölümünü geçirdiği işini kaybetmek, tüm geleceğinin
yalnızca ona bağlı olduğuna inanan insanlar için çok önemlidir. Öyle ki,
cahiliye ahlakına sahip insanlar çocukluklarından itibaren iyi bir iş
sahibi olmak için yetiştirilmişlerdir. Hayatlarının her anında daha iyi
bir işte çalışmayı ya da işlerinde yükselmeyi arzularlar. Bu nedenle de
sahip oldukları işi kaybetmek bunalım ve sıkıntı dolu günler geçirmelerine,
kendi deyimleriyle "hayatlarının alt üst olmasına" sebep olur.
Diğer taraftan, mümin
kendisine rızkı verenin Allah olduğunu ve işin yalnızca bir sebep olduğunu
bilir. Bir diğer deyişle iş, mümin için Allah'ın sunduğu nimetlerin kendisine
ulaşmasında yalnızca bir aracıdır. Bu nedenle işinden ayrılmak gibi olaylar,
iman edenlerin sabırla ve tevekkülle karşıladığı olaylardır. Böyle bir
durumda güzel bir şekilde sabreder, Allah'a dua ve tevekkül ederler. Rızkı
verenin ve onu dilediği zaman alacak olanın Allah olduğunu hiçbir zaman
unutmazlar.
Kuran'ı kendine rehber
edinen bir insan, işini kaybetmek, zarara uğramak, istediği bir okulda
okuyamamak gibi bir durumla karşılaştığında hemen davranışlarını ve düşüncelerini
kontrol eder. Allah'ın hoşnut olup olmadığı bir davranışının olup olmadığını
düşünür ve aklından aşağıdaki ihtimaller geçer:
"Kaybettiğim mal,
mülk ya da eşya için yeterince şükretmemiş olabilir miyim?"
"Hizmetime verilen
nimetlerde cimrilik ya da nankörlük etmiş olabilir miyim?"
"Allah'ı ve ahireti
unutarak, malımı-mülkümü tutkuyla sahiplenmiş olabilir miyim?"
"Sahip olduklarım
dolayısıyla büyüklenmiş, şımarmış, Allah'ın yolundan ve Kuran ahlakından
uzaklaşmış olabilir miyim?"
"Allah rızası için
değil de, başkalarının hoşnutluğunu, beğenisini, takdirini kazanmak ya
da kendi nefsimin istek ve arzularının tatmini için çalışmış olabilir
miyim?"
Mümin kendi içinde
vicdanlı ve samimi bir şekilde bu sorulara cevap verir. Verdiği cevaplar
doğrultusunda da, Allah'ın hoşnut olmadığı davranışlarını düzeltmeye çalışır
ve bu davranışlarını düzeltmek için Allah'a dua eder. Samimi bir şekilde
Allah'a yönelir. Yanılarak ya da farkında olmadan yaptığı veya düşündüğü
her yanlış şeyden Allah'a sığınır. Allah Kuran'da iman edenlerin şöyle
dua ettiklerini haber verir:
... "Rabbimiz,
unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz,
bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine
güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi
esirge, Sen bizim Mevlamızsın..." (Bakara Suresi, 286)
İnsan imtihanı gereği
art arda kayıplarla da karşılaşabilir. Ancak, imani derinliğe sahip bir
insan, bunda da hikmetler olduğunu bilir. Bu hikmetlerin en önemlilerinden
birisi ise, insanın zorluklarla manevi yönde eğitilmesidir:
… (Allah) Elinizden
kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere
uğrattı. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Al-i İmran Suresi, 153)
Yeryüzünde olan
ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki,
Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a
göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız
ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah,
büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
Mümin için, gün içinde
üst üste gelen zorlu durumlar onun bir imtihan ortamında olduğunu hatırlamasına,
Allah'a yakınlığının artmasına, olgunlaşmasına ve Kuran ahlakına sarılmasına
vesile olur. Mümin, Allah'ın kendisini bu şekilde eğittiğinin, ahiretteki
sonsuz nimetlere hazırladığının bilincindedir.
 
Hastalandığı
zaman
İmani şuura sahip
olan bir insan herhangi bir hastalık durumunda da son derece sabırlı ve
tevekküllüdür. Hastalığın da Allah'ın bir imtihanı olduğunu bilir. Bu
nedenle rahatsızlığı ne kadar şiddetli olursa olsun sabreder ve Allah'a
samimiyetle dua etmeyi sürdürür. Çünkü hastalığı yaratanın ve şifayı verecek
olanın Allah olduğunu bilir. Müminin hastalık döneminde gösterdiği sabrı,
Allah Kuran'da "iyilik" olarak isimlendirmekte ve övmektedir:
... Ama iyilik,
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden;
mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı
dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler
ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum
ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar
da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Mümin güzel bir şekilde
sabrederken, sağlığına kavuşmak için gerekli tedavileri eksiksiz şekilde
uygular. Duygusallığa kapılmaz, çocukça davranarak etrafından ilgi toplamaya
çalışmaz. Rahatsızlığının tedavisi için önerilen ilaçları ve tedavileri
bilinçli bir şekilde ve titizlikle kullanır. Bu davranış, onun Allah'a
olan fiili duasıdır. Aynı zamanda Kuran ahlakını yaşamasının bir sonucu
olarak, Allah'ın kendisine yardım etmesi ve şifa vermesi için sürekli
dua eder. Allah Kuran'da iman edenlerin bu tutumuna Hz. Eyüb'ü örnek göstermiştir.
Hz. Eyüp rahatsızlığında Allah'ın merhametine şöyle sığınmıştır:
Eyüp de; hani
o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi.
Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83)
Şunu da özellikle
belirtmek gerekir ki, kullanılan ilaçların hepsi, hastalığın iyileşmesi
için birer vesiledir. Eğer Allah dilerse uygulanan tedaviyi vesile kılarak
kişinin iyileşmesine izin verir. Hastalığın tedavisinde kullanılan tıbbi
imkanları, ilaçların yapımında kulanılan mikroorganizmaları, hayvanları
ve bitkileri yaratan Allah'tır. Kısacası, şifayı yaratan yalnız Allah'tır.
Allah Kuran'da bu gerçeğe Hz. İbrahim'in, "Hastalandığım zaman bana
şifa veren O'dur" (Şuara Suresi, 80) ifadesiyle dikkat çeker.
Cahiliye toplumunu
oluşturan fertler ise, hastalandıklarında hemen isyankar bir tutum içine
girerler. "Niye benim başıma böyle bir olay geldi?" gibi kader gerçeğine
son derece ters bir davranış gösterirler. Bu yanlış mantıkla hareket eden
insanlar için bir hastalık anında tevekkül etmek ya da karşılaştıkları
olaya hayır gözüyle bakmak mümkün değildir.
Oysa müminler hastalıkları
Allah'a yakınlaşmak için çok önemli bir fırsat olarak değerlendirir ve
hastalıkların ardındaki gizli hikmetleri düşünürler. Sağlığın ne kadar
büyük bir nimet olduğunu ve insanın ne kadar aciz olduğunu bir kez daha
anlarlar. Sıradan bir rahatsızlık sayılan grip mikrobu bile insanın yatağa
düşmesine sebep olabilir. Böyle bir durumda, insan ne kadar güçlü, onurlu
ve zengin olursa olsun acizdir, ilaç almak ve dinlenmek zorundadır. Bu
durum insana Allah'a muhtaç olduğunu hatırlatır; içtenlikle Allah'ın adını
anmasına ve O'na yakınlaşmasına bir yol olur. Ayrıca mümin için her hastalık,
dünyanın geçiciliğini, ölümün ve ahiretin yakınlığını hatırlatan bir uyarı
niteliğindedir.

Kötü ve
sıkıntılı ortamlarda gösterdiği tutum
İnsanlar zaman zaman
kasvetli ve rahatsızlık verici ortamlarda bulunabilirler. Çöp yığınlarıyla
kaplı bir yol kenarı, rahatsız edici kokuların hakim olduğu bir mutfak,
dar, karanlık ve izbe yerler gibi... Müminler için herşey gibi pis ve
sıkıcı ortamların yaratılışının da hikmetleri vardır. Bu tip yerler mümine
cehennemi, dünyadakilerle kıyaslaması mümkün olmayacak derecede pis bir
ortamda sürdürülecek olan azabı hatırlatır. Nitekim, Allah Kuran'da cehennemin
kötü bir yer olduğunu, "Şüphesiz o, ne kötü bir karargah ve ne kötü
bir konaklama yeridir" (Furkan Suresi, 66) ayetiyle bildirmekte; cehennemdeki
çirkin görüntüleri, karanlığı, pisliği pek çok ayette haber vermektedir:
"Ashab-ı Şimal",
ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal." Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık
ve kaynar su ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir,
ne ferahlatıcı. (Vakıa Suresi, 41-44)
Elleri boyunlarına
bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yokoluşu isteyip-çağırırlar.
Bugün bir yokoluşu çağırmayın, bir çok (kere) yokoluşu isteyip-çağırın.
(Furkan Suresi, 13-14)
Allah'ın bu ayetlerini
hatırlayan kişi, hemen kendisini cehennem azabından koruması için Rabbimize
dua eder, yaptığı hatalardan dolayı bağışlanma diler.
Allah'ın Kuran'da
bildirdiği tasvirlere göre cehennem, pis kokan, dar, gürültülü, karanlık,
isli, dumanlı, izbe bir yerdir. Güvenli olmayan ortamları, hücrelere işleyen
kavurucu bir sıcaklığı vardır. En iğrenç yiyecek ve içecekler cehennemdedir.
Ateşten elbiseler vardır ve cehennemdeki bütün azaplar kesintisiz sürecektir.
Derilerin ateşte kavrulacağı, insanların çıkmak için yalvaracakları hatta
acıdan dolayı ölmek isteyecekleri cehennemi bazı yönleriyle nükleer savaş
sonrasındaki dünyayı tasvir eden filmlerdeki ortamlara benzetebilir. Ancak
bu filmlerdeki karanlık, alabildiğine pis, bunaltıcı yerleri cehennemdeki
ortamla kıyaslamak mümkün değildir. Bu sadece bir benzetmedir. Cehennem,
bizim dünya hayatına bakarak düşünebildiğimiz en kötü ortamlardan çok
daha kötü, çok daha korkutucu bir yerdir.
 |
Dünyada dar, pis,
karanlık ve sıcak ortamlar insan nefsini çok zorlayıcı ortamlardır. Cehennemde
ise, bu boğucu atmosfer çok yoğun bir biçimde hakimdir. Dünyada sıcağa
karşı birçok önlem geliştirmiş olan insan cehennemde çaresizdir. Ortam
en sıcak çölden daha sıcak, en karanlık, izbe hücrelerden daha sıkıntı
verici ve pistir. Sıcak, Rabbimizin bir ayetinde bildirdiği gibi, insanın
en küçük parçası olan hücrelerine dek işler. İnkar edenler için kavurucu
sıcağa karşı bir koruyucu, ferahlama veya serinleme imkanı yoktur. Bunların
yanı sıra cehennemde, algıların dünya hayatındakinden daha kuvvetli olduğu
bir hayat vardır. Dünyada hissedilen acıların birçoğu kısa bir süre sonra
hafiflemeye başlar, yaralar iyileşir hatta çok şiddetli acı veren yanıkların
yaraları bile zamanla kapanır. Cehennemde ise insan acıyı olabilecek her
zaman, en şiddetli hisseder ve bu acı -Allah'ın dilemesi dışında- hiç
bitmez.
Dünyada insanın karşılaştığı
pis ve bakımsız mekanların diğer bir hikmetini ise şu örnekle anlatabiliriz:
İnsan unutkanlık ya da ihmal nedeniyle bir yeri temizlememiş olabilir.
Ancak söz konusu pisliği görür görmez, aslında Allah'ın kendisine ne kadar
büyük bir lütufta bulunduğunun ve bunun karşılığında da kendisinin ne
kadar yanlış davrandığının farkına varır. Çünkü Allah ona yaşayabileceği
ideal bir yer sunmuştur ve bu yerde o bir misafirdir. Bundan dolayı kendisine
sunulan her nimeti titizlikle korumalı ve Allah'a karşı şükrünü yaptığı
fiillerle de göstermelidir. Aksi halde Allah'ın hoşnut olmayacağı şekilde
hareket etmiş olur. Bunun bilincinde olan mümin, hemen yanlışını anlayarak
Allah'a sığınır, gerekli temizliği yaparak hatasını telafi eder ve bir
daha böyle bir hataya düşmemeye çaba harcar.
|