SULARA GÖMÜLEN FİRAVUN

Firavun'a ve Yakın Çevresine Gelen Felaketler

Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Her yerde kan vardı.Ipuwer Papirüsü, 2.Bölüm : 5-6

Firavun ve yakın çevresi kendi çok tanrılı sistemlerine, putperest inanışlarına, yani "atalarının dini"ne öylesine koyu bir taassupla bağlanmışlardı ki, hiçbir şekilde bundan dönmeyi göze almıyorlardı. Hz. Musa'nın getirmiş olduğu iki mucize, yani elinin beyaz çıkması ve asasının yılana dönüşmesi bile, onları batıl inançlarından döndürmemişti. Üstelik bunu açıkça ifade ediyorlardı. Şöyle demişlerdi:

Onlar: Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz. (Araf Suresi, 132)

Bu tutumlarının karşılığında Allah, onlara dünyada da bir azap tattırmak için ayetin ifadesiyle "ayrı ayrı mucizeler" (Araf Suresi, 133) olarak felaketler yolladı. Bunlardan ilki kuraklık ve dolayısıyla elde edilen ürünlerin azalmasıydı. Konuyla ilgili Kuran ayeti şöyledir:

Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık. (Araf Suresi, 130)

Mısırlılar tarım sistemlerini Nil nehrine dayandırmışlardı ve bu sayede doğal şartların değişimi onları etkilemiyordu. Ancak Firavun ve yakın çevresinin Allah'a karşı büyüklenmesi ve Allah'ın peygamberini tanımaması sebebiyle kendilerine beklenmedik bir felaket gelmişti. Büyük bir ihtimalle, çeşitli sebeplerle Nil'in seviyesinde büyük bir düşüş yaşanmış ve nehirden çıkan sulama kanalları yeterli miktarda suyu tarım arazilerine taşıyamamıştı. Aşırı sıcaklar da ürünlerin kurumasına sebep olmuştu. Böylece, Firavun ve önde gelenler hiç beklemedikleri bir yönden, çok güvendikleri Nil nehrinden kaynaklanan bir felaketle karşılaştılar. Bu kuraklık, kendi kavmine "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?" (Zuhruf Suresi, 51) diye seslenen Firavun'u da en güzel biçimde yalanlıyordu.

Fakat ayette de belirtildiği gibi "öğüt alıp düşünmeleri" gerekirken, bu olanları Hz. Musa'nın ve İsrailoğulları'nın getirdiği bir uğursuzluk olarak kabul ettiler. Batıl inançları ve atalarının dini sebebiyle böyle bir düşünceye saplanmışlardı. Bu yüzden de büyük sıkıntılar çekmeye mahkumdular. Ancak başlarına gelecekler bununla sınırlı değildi. Bu, daha başlangıçtı. Ardından Allah, bir seri felaket gönderdi. Bu felaketler Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (Araf Suresi, 133)

Yukarıdaki ayette bildirilenlerin hepsi Allah'ın birer mucizesi olarak oluşmuştur. Bu mucizeleri Rabbimiz bir sebebi vesile ederek yaratmış olabilir veya sebepsiz de yaratmış olabilir. Bu mucizelerin asıl gerçekleşme şeklini Allah bilir. Ama şunu belirtmeliyiz ki, muhtemelen Rabbimizin bu mucizeleri, görenleri iman etmeye mecbur bırakacak şekilde gerçekleşmemiştir. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi'nin söylediği gibi "Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz." (Sözler, 24. Söz) Bediüzzaman bir başka sözünde ise mucizelerin nadir verilmesinin hikmetlerinden birinin, insanların mecbur kalmadan, iradelerini kullanarak doğruyu veya yanlışı seçmelerine imkan tanımak olduğunu açıklar:

Birinci Nokta: İman ve teklif ihtiyar (irade) dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik (araştırma) ve tecrübeye muhtaç olan nazarî (düşünceye ait) mes'eleleri elbette bedihî (aşikar) olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a'lâ-yı illiyyîne (cennette en yüksek derece) çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i sâfilîne (cehennemin en aşağı tabakası) düşsünler. İhtiyar (irade) kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir… (Şualar, 5. Şua)

İşte bu hikmete binaen, mucize olarak gerçekleşen bu olaylar, muhtemelen görenlerin kendilerince ikinci bir mantıkla açıklayabileceği bir şekilde gelişmiştir. (En doğrusunu Allah bilir) Örneğin "kan musallat kılınması" ile ilgili, Allah, Nil ırmağını sebepsiz olarak gerçek kana çevirmiş olabilir. Veya bir savaşı vesile kılmış olabilir; böylece o bölgede insan kanı akmış olabilir. Irmak, bakanların gözüne kan renginde görünmüş olabilir. İnsanlar bir çeşit kan hastalığına yakalanmış olabilir. Ancak Kuran’da bize bildirilen tüm bu felaketleri Firavun kavminin başına Allah’ın bir mucize olarak verdiğidir.

Allah'ın Firavun'a ve çevresindeki inkarcı kavme yolladığı bu felaketlerden Tevrat'ta da Kuran ile bir mutabakat halinde ayrıntılarıyla bahsedilir:

Ve eğer sen salıvermek istemezsen, işte, ben senin bütün sınırlarını kurbağalarla vuracağım. Ve ırmak kurbağalarla kaynayacak, ve çıkacaklar, ve senin evine, ve senin yatak odana, ve senin yatağının üzerine, ve kullarının evlerine ve kavmina ve fırınlarına ve hamur teknelerine girecekler. (Çıkış, 8/2-3)

Ve Rab Musa'ya dedi: Harun'a de: Değneğini uzat ve yerin tozuna vur, ta ki bütün Mısır diyarında tatarcık olsun. (Çıkış, 8/16)

Ve bütün Mısır diyarı üzerine çekirge çıktı, ve Mısır'ın bütün hududuna kondu; gayet çok idiler, ondan evvel böyle çekirge, bunun gibisi olmamıştı, ondan sonra da böylesi olmayacaktır. (Çıkış, 10/14)

...fakat Rabbin söylediği gibi Firavun'un yüreği katılaştı, ve onları dinlemedi. (Çıkış, 8/19)

Firavun'a ve yakın çevresine üst üste korkunç felaketler geliyordu. Bu felaketlerin önemli bir özelliği, bunların bir kısmının putperest kavmin tanrı olarak tapındığı şeylerden kaynaklanmasıydı. Örneğin Nil nehri ya da kurbağalar onlar için kutsaldı ve bunları tanrılaştırmışlardı. Onlar "tanrılarından" medet umar ve yardım dilerken, Allah hatalarını görmeleri ve yaptıkları günahların karşılığını almaları için onları bu "tanrıları" aracılığıyla azaplandırdı.

Tevrat yorumcularına göre "kan", Nil nehrinin kana dönmesidir. Mecazi anlamda bu, nehrin renginin kıpkırmızı olmasıyla açıklanabilir. Nehre bu rengi veren özellik ise, bir yoruma göre, bir bakteri çeşitidir.

Mısırlılar'ın ana hayat kaynakları Nil'di. Bu kaynağa herhangi bir zarar gelmesi, tüm Mısır için ölüm anlamına gelirdi. Eğer Nil nehrini bakteriler kırmızıya çevirecek kadar yoğun oranda kaplamışsa bu, suyu kullanan her canlının da bu bakterilerden zarar görmesine yol açacaktı.

Bugüne dek yapılan araştırmalarda, kırmızı renge sebep olarak; protozoalar, zooplanktonlar, tatlı ve tuzlu su planktonları (phytoplankton) ve dinoflagellatesler gösterilmektedir.1Tüm bu jenerasyonlar (bitki, mantar ve protozoa) suyu desoksijene ederek canlılar için zehir etkisi taşıyan zararlı toksinler üremesine sebep olurlar.

ABD Ulusal Balıkçılar Birliği'nden Patricia A. Tester, New York Bilimler Akademisi Yıllığı'na yazdığı bir yazısında, en az 50 cins phytoplanktonun toksit olduğunu, ve bunların deniz hayatına zarar verdiğini açıklamıştır. Aynı yayında Kanada Sağlık Bakanlığı'ndan Ewen C. D. Todd ise, tarihsel verilere dayanarak yaklaşık 25 çeşit phytoplanktonun dünya çapında çeşitli salgınlara sebep olduğunu iddia etmiştir. W. W. Carmichael ve I. R. Falconer ise, tatlı sularda yaşayan mavi yeşil algların sebebiyet verdiği hastalıkların bir listesini çıkarmışlardır. Kuzey Carolina Devlet Üniversitesi'nden Deniz ekolojisti Joann M. Burkholder ise, Pfiesteria piscimorte isimli bir dinoflagellate tanımlamıştır. Bu, türünün adından da anlaşıldığı gibi, balıkları öldüren bir cinstir.

Firavun zamanında da bu şekilde zincirleme bir felaketler serisi yaşanmış olabilir: Nil zehirlendiğinde balıklar da ölür ve Mısırlılar önemli bir gıda maddesinden yoksun kalırlar. Bu sırada yumurtaları balıklar tarafından tüketilmeyen kurbağalar da aşırı oranda üreyerek etrafı istila ederler, ancak daha sonra onlar da zehirlenerek ölürler. Balıkların ve kurbağaların ölümü, Nil'in zehiri ile birlikte verimli toprakları da zehirler. Kurbağa neslinin tükenmesi ise, çekirge ve buğday güveleri gibi böceklerin aşırı üremesine sebebiyet verir.

Elbette bu sayılanlar sadece birer yorumdur. Sonuç olarak, felaketler her nasıl cereyan etmiş ve her ne etki bırakmışlarsa da, ne Firavun ne de kavmi bundan öğüt alarak Allah'a tevbe etmediler, yine büyüklenmeye devam ettiler.

Firavun ve yakın çevresi öylesine ikiyüzlüydüler ki, akıllarınca Hz. Musa'yı ve dolayısıyla Allah'ı (Allah'ı tenzih ederiz) kandırmayı planlıyorlardı. Korkunç azap üzerlerine gelince hemen Hz. Musa'yı çağırmış, kendilerini bundan kurtarmasını istemişlerdi:

Başlarına iğrenç bir azab çökünce, dediler ki: "Ey Musa, Rabbine -sana verdiği ahid adına- bizim için dua et. Eğer bu iğrenç azabı üzerimizden çekip-giderirsen, andolsun sana iman edeceğiz ve İsrailoğullarını seninle göndereceğiz. Ne zaman ki, onların erişebilecekleri bir süreye kadar, o iğrenç azabı çekip-giderdik, onlar yine andlarını bozdular. (Araf Suresi, 134-135)


Mısır'dan Çıkış

Firavun'a ve yakın çevresine Hz. Musa vasıtasıyla sakınmaları gereken şeyler açıklanmış, Allah onları uyarmıştı. Buna karşılık onlar isyan edip, peygamberi delilik ve yalancılıkla suçladılar. Allah da onlar için alçaltıcı bir son hazırladı. Ve Hz. Musa'ya olacakları vahyetti:

Musa'ya: 'Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz' diye vahyettik. Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur. Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler. Biz ise uyanık bir toplumuz" (dedi). Böylelikle biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık. Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. İşte böyle; bunlara İsrailoğullarını mirasçı kıldık. Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. (Şuara Suresi, 52-61)

Tam böyle bir ortamda, İsrailoğulları yakalandıklarını zannettikleri ve Firavun'un adamları da onları yakalayacaklarını sandıkları bir sırada Hz. Musa Allah'ın yardımından asla ümit kesmedi ve "Hayır, şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir" (Şuara Suresi, 62) dedi.Allah da tam bu sırada denizi yararak Hz. Musa ve İsrailoğulları'nı kurtardı. Firavun ve adamları ise azgın suların altında boğuldular:

Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 63-68)

Hz. Musa'nın asası mucizevi özelliklere sahipti. Allah Hz. Musa'ya indirdiği ilk vahiyde onu bir yılana dönüştürmüş, sonra bu asa Firavun'un büyücülerinin büyülerini yutmuştu. Şimdi de Hz. Musa aynı asa ile denizi yarıyordu. Bu, Hz. Musa'ya verilen en büyük mucizelerden biriydi.

OLAY MISIR'IN AKDENİZ KIYILARINDA MI, KIZILDENİZ'DE Mİ GERÇEKLEŞTİ?

Hz. Musa'nın denizden geçtiği yer konusunda tarihi kaynaklarda tam bir mutabakat yoktur. Kuran'da bu konuyla ilgili ayrıntı belirtilmediğinden bu konu hakkındaki görüşlerin hiçbirinin kesinliğinden emin olunamaz. Bazı kaynaklar, denizden geçme noktası olarak Mısır kıyılarını göstermektedir. Örneğin Encyclopedia Judaica'da şöyle denilmektedir:

Konuyla ilgili bugün yaygın olan görüş, olayın Akdeniz'deki (Mısır kıyılarındaki) koylardan birinde gerçekleştiğidir.2 Olay, II. Ramses zamanında, muhtemelen Kadeş yenilgisinden sonra olmuş olabilir. Tevrat'taki Çıkış Kitabı'nda (Exodus) anlatılan olay mahali Migdol ve Baal-Zephon'dur, ki bunlar deltanın kuzeyidir.3

Bu görüşün dayandığı kaynak ise Tevrat'tır. Tevrat'ın Exodus (Çıkış) bölümünün tercümelerinde Firavun ve adamlarının Kızıldeniz kıyılarında boğuldukları anlatılır. Ancak bu iddianın sahiplerine göre, "Kızıldeniz" olarak tercüme edilen kelime "Sea of Reeds"tir. Bu kelime birçok kaynakta "Red Sea" kelimesi ile özdeşleştirilmiş ve aynı yer için kullanılmıştır. Oysa ki "Sea of Reeds" kelimesi "Kamış Denizi" anlamına gelir ve Mısır kıyıları için kullanılır. Kaldı ki Tevrat'ta Hz. Musa ve yanındakilerin izledikleri rotadan bahsedilirken Migdol ve Baal-Zephon isimleri geçer ki bunlar da Nil Deltası'nın hemen kuzeyinde ve Mısır kıyılarındadır. Kamış Denizi, anlam itibarıyla olayın Mısır kıyılarında gerçekleşmiş olma ihtimalini güçlendirmektedir. Çünkü bu bölgede kelimenin anlamına uygun olarak delta alüvyonlarının özelliği sebebiyle kamış yetişmektedir.

Yandaki haritada Hz. Musa'nın denizden geçmiş olabileceği noktalar numaralandırılmıştır. Görüldüğü gibi 1 ve 2 numaralar Kızıldeniz'de yer alırken 3. muhtemel nokta Mısır'ın Akdeniz kıyısındadır.

---------------------------------------------------------------------------------------
DİP NOTLAR
1. http://www2.plaguescape.com/a/plaguescape/
2. "Red Sea", Encyclopædia Judaica, Cilt 14, ss. 14-15.
3. David Ben-Gurion, The Jews in Their Land, New York: A Windfall Book, 1974, ss. 32-33.

Kavimlerin Helakı .com
E-mail

BU SİTE HARUN YAHYA ESERLERİNDEN FAYDALANILARAK HAZIRLANMIŞTIR.