İSLAM TARİHİNDE
MÜSLÜMANLAR
VE KİTAP EHLİ
İslam İdaresinde Din ve İbadet Özgürlüğü
Hz. Muhammed (sav) döneminden başlayarak, İslam
topraklarında her zaman için tam anlamıyla bir din özgürlüğü hakim
olmuştur. Yahudilerin ve Hıristiyanların inançları, ibadetleri,
kiliseleri, sinagogları, din eğitimi veren okulları Müslümanların
güvencesi altına alınmıştır. Havralar ve kiliselerin korunacağına
dair garantiler, Peygamberimiz (sav) döneminden başlamak üzere,
Kitap Ehli ile yapılan sözleşmelerde yer alan önemli hükümlerdir.
Ayrıca ilk dönemlerde yapılan anlaşmalarda, Müslümanların yolculukları
sırasında güzergahları üzerinde bulunan manastırlarda kalmalarına
müsaade edilmesine dair maddeler de bulunmaktadır. Bu da, Müslümanların
Kitap Ehli ile ilişkilerini karşılıklı saygı zemini üzerinde geliştirmeye,
onlarla diyalog halinde olmaya özen gösterdiklerine bir işarettir.
Buna dayanarak pek çok Müslümanın, gerek konaklamak gerekse yemek
ihtiyaçlarını gidermek için yolculukları ve fetihleri sırasında
manastırları ziyaret ettikleri, hatta kimi zaman edebi sohbetler
için manastırları tercih ettikleri tarihi kaynaklarda anlatılmaktadır.
Kitap Ehli de çoğu zaman Müslümanların bu yaklaşımına
sıcaklıkla karşılık vermiştir. Suriye Hıristiyanlarının, Ebu Ubeyde'ye
sundukları ve tarihe Ömer Akdi olarak geçen belgede yer alan şu
ifadeler dikkat çekicidir:
Gece veya gündüz kiliselerimizi Müslümanlardan
esirgemeyeceğiz, onların kapılarını yolculara ve yolda kalmışlara
açık tutacağız... Müslüman yolcuyu geleneksel usulümüzle ağırlayacağız
ve onları besleyeceğiz. Müslümanları incitmeyeceğiz ve her kim
bir Müslümanı incitirse kendi haklarını ceza olarak kaybedecektir.
(Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul,
1998, s. 223)
Kuran'da bildirilen, "...
Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması)
olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin
çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi... " (Hac
Suresi, 40) ayetiyle de dikkat çekildiği gibi, Müslümanlar
için Kitap Ehli'nin ibadethaneleri Allah'ın adının anıldığı kutsal
mekanlardır ve bu mekanların korunması iman edenlerin üzerine bir
sorumluluktur. Dolayısıyla, başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in
dönemi olmak üzere, dört halife dönemi ve daha sonraki İslam idarelerinde
Hıristiyanların ve Yahudilerin kutsal mekanları özenle korunmuş,
inananların mabetlerinde diledikleri gibi ibadetlerini yerine getirmeleri
sağlanmıştır. Örneğin, Hz. Ebubekir döneminde, barışçıl yollarla
fethedilen Taberriye şehrinde yaşayan Hıristiyanlara, kiliselerine
dokunulmayacağına dair garanti verildiği tarihi belgelerde yer almaktadır.
Aynı şekilde, Dımeşk'in fethi sırasında yapılan anlaşmada, kiliselerin
yıkılmayacağı ve mesken edinilmeyeceği özellikle vurgulanmıştır.
Hz. Ömer'in Kudüs halkına verdiği emannamede de Kitap Ehli'nin ibadethanelerine
dokunulmayacağı bildirilmektedir. Hz. Osman döneminde, bir Ermeni
kenti olan Debil'in fethi sırasında, şehirde yaşayan Hıristiyanlar,
Yahudiler ve mecusilere verilen emannamede, mabetlerin korunacağı
garantisi sunulmuştur. Ayrıca yıkılan kiliselerin onarılmasına,
yeni havraların ve manastırların inşa edilmesine de her zaman müsaade
edilmiştir. Örneğin, Medain dışında bulunan ve Patrik Mar Amme tarafından
daha önce yakılmış olan St. Sergius Manastırı, Hz. Osman döneminde
yeniden inşa edilmiştir. Mısır valisi Ukbe'nin Nasturilerin yaptırdıkları
bir manastıra yardımda bulunması, Muaviye döneminde Urfa Kilisesi'nin
tamir ettirilmesi, İskenderiye'de Marcos Kilisesi'nin inşa ettirilmesi
gibi daha pek çok örnek sayılabilir. Günümüzde Filistin, Suriye,
Ürdün, Mısır ve Irak topraklarında yer alan kilise ve sinagogların
hala varlığını koruyor olması, Müslümanların diğer İlahi dinlere
olan saygısının bir göstergesidir. Bugün Hıristiyanlar tarafından
önemli ziyaret alanlarından biri olarak kabul edilen Tur Dağı'ndaki
Sina Manastırı ve bu kilisenin hemen yanındaki cami, Müslümanların
hoşgörüsünün bir diğer örneğidir.
Kitap Ehli geleneklerinin ve inançlarının önemli
bir parçası olan bayramlarını da Müslüman idaresinde istedikleri
mabetde, istedikleri şekilde kutlamışlar, hatta kimi zaman Müslüman
idareciler de bu kutlamalarda yer almışlardır. III. Nasturi Patriği'nin
yazdığı bir mektup, Müslüman yöneticilerin Kitap Ehli'ne karşı merhametini
ve hoşgörüsünü bir Hıristiyanın ağzından anlatması bakımından güzel
bir örnektir:
Araplar… bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten
onlar, dinimize, din görevlilerimize, kilise ve manastırlarımıza
hürmet gösterdiler… . (Frend, 289; Hamidullah, İslam Peygamberi,
II. 920; Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar
İslam Toplumunda Hıristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998,
s. 55)
12. yüzyılın ünlü Yahudi seyyahlarından Tudelalı
Benjamin ise, Müslüman topraklarını ziyareti sırasında gördüğü hoşgörü
ve ortak yaşama kültürü karşısında hayranlığını gizleyemez. Böyle
bir hoşgörüye dönemin Hıristiyan Avrupası'nda rastlamanın mümkün
olmadığını ifade eder. Müslümanlar ve Yahudilerin türbelerde ve
kutsal mekanlarda birarada dua ettiklerini belirten Benjamin, sinagogların
hemen yanında mescitler inşa edildiğini ve her iki cemaatin de birbirlerinin
bayramlarını kutladıklarını anlatmıştır.
Bütün bu tarihi bilgiler açıkça göstermektedir
ki, günümüzde bazı çevrelerin telkinlerinin aksine, İslamiyet bir
barış ve hoşgörü dinidir. İslam idaresi altında Hıristiyanlar ve
Yahudiler diledikleri gibi yaşamışlar, din ve vicdan özgürlüğünün
sağladığı tüm imkanlardan faydalanmışlardır.
GERİ
 |