ORTAK
MÜCADELE
Darwin ve Faşizmin Korkunç İttifakı
Nazizm, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya'nın
karmaşası içinde doğdu. Nazi Partisi'nin lideri, hırslı ve saldırgan
bir kişiliğe sahip olan Adolf Hitler'di. Hitler'in dünya görüşünün
temelini ise ırkçılık oluşturuyordu. Hitler Alman milletinin asli
unsurunu oluşturan ari ırkın, diğer tüm ırklardan üstün olduğuna
ve onları yönetmesi gerektiğine inanmıştı. Ari ırkın yakında bin
yıllık bir dünya imparatorluğu kuracağını hayal ediyordu.
Hitler'in bu ırkçı teorilerine bulduğu bilimsel
dayanak ise, Darwin'in evrim teorisiydi.
Hitler'in en önemli fikri dayanağı, ırkçı Alman
tarihçi Heinrich von Treitschke idi. Treitschke, Darwin'in evrim
teorisinden şiddetle etkilenmiş ve ırkçı görüşlerini de Darwinizm'e
dayandırmıştı. "Uluslar ancak Darwin'in yaşam kavgasına benzer
şiddetli bir rekabetle gelişebilirler" diyordu ve bunun da
sürekli ve kaçınılmaz savaş demek olacağını belirtiyordu. Ona göre
"kılıç ile fetih, uygarlığın barbarlığa, aklın bilgisizliğe
üstünlük sağlamasının bir yolu" idi. "Sarı uluslar sanat
yeteneklerinden ve siyasal özgürlük anlayışından yoksundurlar. Siyah
ırkların yazgısı beyazlara hizmet etmek ve sonsuza dek beyazların
tiksintilerine hedef olmaktır…" diye düşünüyordu. (Burns, Çağdaş
Siyasal Düşünceler 1850-1950, s.446; Alaeddin Şenel, Irk ve Irkçılık
Düşüncesi, Ankara:Bilim ve Sanat Yayınları, 1993, ss.62-6)
Hitler de teorilerini geliştirirken, Treitschke
gibi, Darwinizm'den, özellikle Darwin'in "yaşam mücadelesi"
fikrinden ilham aldı. Ünlü kitabı Kavgam'ın adını, bu yaşam mücadelesi
fikrinden esinlenerek belirlemişti. Hitler de aynı Darwin gibi,
Avrupalı olmayan ırkları maymunlarla aynı statüye koyuyor ve şöyle
diyordu: "Kuzey Avrupa Almanlarını insanlık tarihinden çıkarın,
geriye maymun dansından başka bir şey kalmaz". (Carl Cohen,
Communim, Fascism and Democracy, New York: Random House Publishing,
1967, ss.408-409)
Hitler, 1933 yılında, Nürnberg toplantısında "yüksek
ırkın aşağı ırkları idare ettiğini, bunun tabiatta görülen bir hak
olduğunu ve tek mantıklı gerçek olduğunu" ileri sürdü. (www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Ari ırkın üstünlüğüne inanan Hitler, bu ırkın
üstünlüğünün doğa tarafından verildiğine inanıyordu. Ünlü kitabı
Kavgam'da şöyle yazmıştı:
Nordik ırk, biyolojik kalıtım tarafından asaletle
kutsanmıştır… Tarih, doğa tarafından kurulan ırksal hiyerarşiye
uygun yeni bir bin-yıllık imparatorluk kuracaktır. (L.H. Gann, Adolf
Hitler, The Complete Totalitarian, The Intercollagiate Review, Sonbahar
1985, s. 24; Henry Morris, The Long War Against God, 8.b. Michigan:
Baker Book House, Mart 1996, s. 78)
İnsanların gelişmiş hayvanlar olduğuna inanan
Hitler, doğal kuvvetlerin ve şansın, kısacası tesadüflerin evrimi
kontrol etmesine izin vermek yerine, insan ırkını geliştirmek için,
idareyi kendi ellerinde tutmaları gerektiğine de inanıyordu. Ve
Nazi hareketinin nihai hedefi de buydu. Bu hedefe ulaşmak için ilk
adım, aşağı ırkları, üstün ırk olduğuna inandıkları Aryan ırkından
ayırmak, izole etmekti.
İşte Naziler bu noktada, Darwinizm'i uygulamaya
geçirdiler ve kendilerine yine Darwinizm'den kaynaklanan "öjeni
teorisi"ni örnek aldılar.
Öjeni Teorisi Darwin'in Fikirlerine
Dayanır
20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar
toplayan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve
sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah
edilmesi" anlamına geliyordu. Öjeni teorisine göre, nasıl sağlıklı
hayvanlar birbirleriyle çiftleştirilerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa,
bir insan ırkı da ıslah edilebilirdi.
Öjeni kuramını ortaya atan kişiler, tahmin edilebileceği
gibi Darwinistler'di. İngiltere'deki öjeni akımının başını, Charles
Darwin'in kuzeni Francis Galton ve oğlu Leonard Darwin çekiyordu.
Öjeni fikrinin, Darwinizm'in doğal bir sonucu
olduğu çok açıktı. Nitekim öjeni kavramını savunan yayınlarda bu
gerçek özellikle vurgulanıyor, "Öjeni, insanın kendi evrimini
kendisinin yönlendirmesidir" deniyordu.
K. Ludmerer'in belirttiğine göre öjeni fikri Platon'un
"Devlet" adlı ünlü eseri kadar eskiydi. Ancak Ludmerer,
19. yüzyılda bu fikre olan ilginin artmasının nedeninin Darwinizm
olduğunu belirtir:
...modern öjenik düşünce yalnızca 19 yy'da uyandı.
Bu yüzyıl sırasında öjeniye ilginin oluşmasının bir kaç nedeni vardır.
En önemli neden ise evrim teorisidir. Öjeni terimini de keşfeden
Francis Galton fikirlerini kuzeni Charles Darwin'in doktrinine dayandırıyordu.
(K. Ludmerer., Eugenics, In: Encyclopedia of Bioethics, Edited by
Mark Lappe, The Free Press, New York, s. 457, 1978; www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Öjeniyi Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kişi
ise, ünlü evrimci biyolog Earnst Haeckel oldu. Haeckel, Darwin'in
yakın
bir dostu ve destekçisiydi. Evrim teorisini desteklemek
için, farklı canlıların embriyolarının birbirine benzediğini öne
süren "rekapitülasyon" adlı iddiayı ortaya atmıştı. Haeckel'in
bu iddiayı ortaya atarken çizim sahtekarlıkları yaptığı ise daha
sonra anlaşıldı.
Haeckel, bir yandan bu tip bilim sahtekarlıkları
yaparken, öte yandan da öjeni propagandası yürütüyordu. Yeni doğan
sakat bebeklerin zaman geçirilmeden öldürülmesini, böylece toplumun
evriminin hızlandırılmasını önermişti. Daha da ileri gitmiş ve cüzzamlıların,
kanserlilerin ve akıl hastalarının da acısız bir biçimde öldürülmeleri
gerektiğini, yoksa bu kişilerin topluma yük olacaklarını ve evrimi
yavaşlatacaklarını savunmuştu.
George Stein, Haeckel'in evrim teorisine olan
körü körüne bağlılığını şöyle özetlemiştir:
Haeckel Darwin'in doğru olduğunu iddia ediyordu...
İnsan türü sorgulanmayacak bir şekilde hayvanlar aleminden evrimleşmişti.
İnsanların sosyal ve politik varlığı Darwin'in gösterdiği gibi evrim
kanunları, doğal seleksiyon ve biyoloji ile idare ediliyordu. Bunun
tersini savunmak batıl inançtı. (G. Stein., Biological science and
the roots of Nazism, American Scientist 76(1):s. 54, 1988; Jerry
Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Haeckel 1919 yılında öldü. Ama fikirleri Naziler'e
miras kaldı. Hitler iktidara geldikten kısa bir süre sonra, resmi
bir öjeni politikası başlattı. Hitler'in bu yeni politikasını şu
cümleleri özetliyordu:
 |
Hitler |
Devlet için, zihin ve beden eğitiminin önemli bir
yeri vardır, ancak insan seçimi de en az bunun kadar önemlidir.
Devletin, genetik olarak hastalıklı veya alenen hasta olan bireylerin
üreme için uygun olmadıklarını deklare etme sorumluluğu vardır...
Ve bu sorumluluğu hiçbir anlayış göstermeden ve başkalarının da
anlamalarını beklemeden acımasızca uygulamalıdır... 600 yıllık bir
zaman dilimi boyunca vücudu sakat olan veya fiziksel olarak hasta
olan kimselerin üremesini durdurmak... insan sağlığında bugün elde
edilemeyen bir gelişim sağlayacaktır. Eğer ırkın en sağlıklı olan
üyeleri planlı bir şekilde ürerlerse sonuçta bugün hala taşıdığımız
hem ruhsal hem de bedensel açıdan bozuk tohumların olmadığı....
bir ırk oluşacaktır. (Adolf Hitler, Mein Kampf, München: Verlag
Franz Eher Nachfolger, 1993, s. 44, 447-448; A.E. Wilder Smith,
Man's Origin, Man's Destiny, The Word For Today Publishing 1993,
s. 163, 164)
Hitler'in bu politikasının gereği olarak, Alman
toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar, doğuştan körler ve kalıtsal
hastalıklara sahip olanlar, özel "sterilizasyon merkezleri"nde
toplandılar. Bu kişilere, Alman ırkının saflığını ve evrimsel ilerleyişini
bozan parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra toplumdan
soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimata dayanılarak
öldürülmeye başlandı.
Genetik olarak aşağı kabul edilenler "yararsız"
ve milletin gelişimine engel olarak nitelendirilince bu cinayetler
makul gösterildi. Aşağı ırk olarak görülen gruplara yavaş yavaş
çeşitli ırklar ve milletler dahil edilmeye başlandı. Daha sonra
sağlıksız yaşlı insanlar, saralılar, ciddi akıl kusurlarına sahip
olanlar, sağırlar ve dilsizler, hatta bellirli ölümcül hastalıklara
sahip olan kişiler de dahil edildiler. 1936 Berlin Olimpiyat oyunlarında
Amerikalı zenci atlet Jesse Owen dört altın madalya kazandıktan
sonra Hitler, ödül alan tüm yarışmacıları kutladığı halde, Jesse
Owen'ı kutlamayı reddederek stadı terketti. Bazı evrimciler kadınların
erkeklerden daha aşağı olduğunu savundular. California'da önde gelen
bir nöroloji profesörü olan Dr. Robert Wartenberg, kadınlar eğer
erkekler tarafından korunmazlarsa yaşayamayacaklarını söyleyerek
kadınların aşağı olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Kadınların, bu koruma
nedeniyle daha yavaş elimine olduklarını ileri sürdü. Bu fikirler
doğrultusunda Nazi Almanyası'nda kadınların bazı mesleklere girmeleri
açıkça yasaklandı. (Jerry Bergman, Darwinism and The Nazi Race Holocaust,
http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Almanya'da ırkçı bilimadamları Darwinizm'in ve
öjeni fikrinin gelişmesinden itibaren, "istenmeyen üyelerin
öldürülmesi" gerektiğini açıkça savunmaya başlamışlardı. Bu
bilimadamlarından Adolf Jost 1895'de yayımladığı Ölme Hakkı (Das
Recht auf den Tod) isimli kitabında istenmeyen insanları tıbbi olarak
öldürmeye çağırıyordu. Jost, "sosyal organizmanın sağlığı için
devletin bireyleri öldürme sorumluluğunu alması gerektiğini"
iddia ediyordu. Adolf Jost, yaklaşık 30 yıl sonra siyaset sahnesinde
boy gösterecek olan Adolf Hitler'in akıl hocasıydı. Hitler de "Devlet
yalnızca sağlıklı çocukların olmasını sağlamalı. Görülür şekilde
hasta olanların ve salgın hastalık taşıyanların uygun olmadığı ilan
edilmeli" diyordu. (http://www.trufax.org/avoid/nazi.html scientific
background of nazizm)
1933 yılında çıkartılan bir yasa ile 350 bin akıl
hastası, 30 bin çingene ve yüzlerce zenci çocuk, hadım etme, x ışınları,
enjeksiyon, genital bölgeye elektrik verilmesi gibi yöntemlerle
kısırlaştırıldılar. Bir Nazi subayı, "Nasyonal sosyalizm uygulamalı
biyolojiden başka bir şey değildir." diyordu. (Henry Morris,
The Long War Against God, s. 78; Francis Schaeffer, How Shall We
Then Live?, New Jersey, Revell Books, Old Tappan, 1976, s. 151)
Hitler masum insanlara yönelik bu cinayetlerle
ve acımasız uygulamalarla Alman ırkının sözde evrimini hızlandırmaya
çalışırken, bir yandan da öjeninin bir diğer şartını yerine getiriyordu.
Alman ırkını temsil ettiği kabul edilen sarışın mavi gözlü genç
erkek ve kadınlar, ilişki kurup çocuk yapmaya teşvik ediliyorlardı.
1935 yılında bu amaçla özel üreme çiftlikleri kuruldu. Irk kriterlerine
uygun genç kızların yerleştirildiği bu çiftlikler, sürekli olarak
SS birlikleri tarafından ziyaret ediliyordu. Çiftliklerde doğan
gayrımeşru çocuklar, kurulması hedeflenen bin yıllık Alman krallığının
askerleri olarak yetiştirilecekti.
Naziler'in Ari Irk Saplantısı
Naziler, Ari ırkın üstünlüğünü sözde ispatlamak
için, yine Darwinist kavramları kullanıyorlardı. Darwin, insanların
evrim geçirdikçe daha büyük kafataslarına sahip olduklarını öne
sürmüştü. Bu fikre şiddetle bağlanan Naziler, Alman ırkının üstün
olduğunu gösterebilmek için kafatası ölçümlerine giriştiler. Nazi
Almanyası'nın dört bir yanında, Alman kafataslarının, diğer ırkların
kafataslarından büyük olduğunu gösteren karşılaştırmalar yapılıyordu.
Dişler, gözler, saç gibi diğer özellikler de yine evrimci kıstaslarla
değerlendiriliyordu. Alman ırkının ölçülerine aykırı bulunan bireyler,
öjeni prensipleri doğrultusunda imha edilecekti.
Tüm bu çılgınlık, Darwinist prensipleri topluma
uygulamak adına yapılıyordu. Nazi Doktorları adlı kitabın yazarı
olan Amerikalı tarihçi Michael Garaudin bu gerçeği şöyle açıklar:
Nazi ideolojisi, toplumsal Darwinizm ve yirminci
yüzyılın başlarında gelişen ırk arındırılması kavramları arasında
kusursuz bir uyum vardı. (John J. Michalczyk (editor), Nazi Medicine:
In The Shadow of The Reich (belgesel film), First Run Features,
New York, 1997)
Amerikalı araştırmacı George Stein ise, American
Scientist dergisine yazdığı bir makalede bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
Nazizm gerçekte, Darwinist devrimin bilimsel gerçeklerine
tamamen uygun olan biyolojik bir politikayı, tüm bir topluma uygulamak
için yapılmış ilk geniş çaplı ve bilinçli girişimdir. (George Stein,
American Scientist, vol. 76, Ocak/Şubat 1988, s. 52)
Ünlü evrimci Sir Arthur Keith ise, Hitler'i şöyle
yorumlar:
Alman Führer'i bir evrimciydi. Almanya'nın tecrübesini,
evrim teorisine uygun hale getirmek için bilinçli olarak çalıştı.
(Sir Arthur Keith, Evolution and Ethics, 1947, s. 246)
Darwin: Before and After kitabının yazarı Robert
Clarck ise, Hitler için: "Muhtemelen çocukluk döneminden itibaren
evrim öğretisiyle büyülenmişti... Üstün bir ırkın her zaman aşağı
ırkı fethedeceğini söylerdi." demiştir. (Robert Clark, Darwin:
Before and After, Grand Rapids International Press, Grand Rapids,
MI, 1958. s.115) Nazi Almanyası'nın siyasi felsefesi de, Hitler'in
bu inançları doğrultusunda şekillenmişti.
J. Tenenbaum, Almanya'nın siyasi felsefesinin
evrimsel gelişmenin önemi üzerine inşa eldildiğini şöyle belirtir:
...mücadele, seçme ve en uygunların yaşaması ile
ilgili bütün fikirler ve gözlemler Darwin tarafından geliştirildi...
Ama 19. yüzyılın Alman sosyal felsefesinde bol meyveler verdi...
Böylece Almanya'nın üstün gücü ile dünyayı yönetme hakkı olduğuna
dair Alman doktrini gelişti. Bu doktrine göre Almanya ve zayıf milletler
arasındaki ilişki, çekiç ve örs arasındaki ilişkiye benziyordu.
(J. Tenenbaum., Race and Reich, Twayne Pub., New York, p. 211, 1956;
Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Adolf Hitler, "ideolojik evrim savaşı"nda
Nazi liderleri arasında yalnız değildi. Gestapo'nun başı Heinrich
Himmler, "Doğa kanunu olacağına varmalı ve en uygun olanlar
yaşamalıdır" sözleriyle evrim teorisine olan inancını dile
getirmişti. Aslında tüm Nazi liderleri, o karanlık yıllardaki birçok
Alman bilimadamı ve sanayici gibi, hem evrime hem de Alman ırkçılığına
körü körüne inanıyordu. (Francis Schaeffer, How Shall We Then Live?,
Old Tappan, N.J.Revell, 1976, s. 151; Henry M. Morris, The Long
War Against God, s. 78)
Hitler'in Din Düşmanlığı
Hitler'in evrim teorisine büyük önem vermesinin
bir diğer nedeni ise, bu teoriyi dini inançlara karşı bir silah
olarak görmesiydi. Hitler, İlahi dinlere karşı büyük bir nefret
besliyordu. İlahi dinlerin emrettiği şefkat, merhamet, tevazu gibi
ahlaki erdemler, Naziler'in oluşturmak istedikleri acımasız ve savaşçı
Ari ırk modeline büyük bir engel teşkil ediyordu. Bu nedenle Naziler,
iktidara geldikleri 1933 yılından itibaren, Alman toplumunu eski
putperest inançlarına geri çevirmeye çalıştılar. Eski putperest
kültürlere ait bir sembol olan gamalı haç, bu dönüşümün bir simgesiydi.
Almanya'nın dört bir yanında düzenlenen Nazi törenleri, antik putperest
ayinlerin bir tekrarıydı. Putperest kültürlerin bir mirası olan
evrim düşüncesi, işte bu nedenle Nazizm ideolojisine çok büyük bir
uyum sağladı. Hitler Hıristiyanlıkla ilgili düşüncelerini açıkça
şöyle dile getirmiştir:
Din yok edilmesi gereken organize bir yalandır.
Devlet mutlak yönetici olarak kalmalıdır. Gençken, dini dinamitle
yok etmenin gerekli olduğuna inanıyordum. Ancak şu anda daha kurnazca
yöntemler kullanılması gerektiğini düşünüyorum... En sonunda dine
inanan birkaç yaşlı insan kalacak... Genç ve sağlıklılar bizim tarafımızda…
İnsanlarımız din olmadan yaşamayı başarmışlardı. Altı SS bölümünden
hiçbirinin dinle bir bağı yok. (Adolf Hitler, Hitler's Secret Conversations
1941-1944, With an introductory essay on The Mind of Adolf Hitler
by H.R. Trevor-Roper, Farrar, Straus and Young, New York, s. 117,
1953; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Daniel Gasman The Scientific Origins of National
Socialism (Nazizmin Bilimsel Kökenleri) adlı kitabında Hitler'in
din düşmanlığının nedenlerini şöyle açıklıyordu:
Hitler biyolojik evrim düşüncesinin geleneksel
dine karşı kullanılacak en güçlü silah olduğuna inanıyor ve evrim
teorisini benimsemediği için Hıristiyanlığı suçluyordu… Ona göre
evrim, modern bilim ve kültürün en önemli sembolüydü. (Daniel Gasman,
The Scientific Origins of National Socialism: Social Darwinism in
Ernst Haeckel and the German Monist League, New York: American Elsevier
Press, 1971, s. 168)
Aslında 20. yüzyıla sayısız bela getiren asıl
neden, Hitler ve Naziler gibi dinsizlerin acımasız karakterleriydi.
Allah'ın varlığını inkar eden ve insanların evrimleşerek gelişmiş
hayvanlar olduklarına inanan bu insanlar, kendilerini başıboş, kimseye
hesap verme sorumluluğu olmayan varlıklar olarak görüyorlardı. Allah'tan
ve ahiretten korkmadıkları için ahlaksızlıkta ve zalimlikte sınır
tanımamış, milyonlarca insanın canına bu nedenle acımasızca kıymışlardı.
Dinsizliğin hüküm sürdüğü bir toplumda ne tür sıkıntı, zorluk ve
acılar olacağı aslında Hitler örneğinde açıkça görülmektedir. Yalnız
Hitler değil, ileride göreceğimiz gibi, 20. yüzyılı kana boğan Stalin,
Mao, Pol Pot, Franco, Mussolini ve diğerlerinin tamamı dinsizlikleri
ile tanınıyordu. Bu elbette ki dinsizliğin kabusunu ortaya çıkaran
ibret alınması gereken bir tablodur.
Oysa Allah'tan korkan, Kuran ahlakını yaşayan
insanlar, bir topluma daima barış, huzur, güvenlik, bereket, mutluluk
ve aydınlık günler getirir. Allah'ın dinine bağlı olan insanlar
yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaz, aksine her zaman şefkati, merhameti,
dostluğu, fedakarlığı, yardımlaşmayı teşvik ederler.
Darwinist-Faşist Mussolini'nin
Getirdiği Belalar:
Nasıl Hitler, Darwinizm'i kullanarak politikasını
belirlediyse, çağdaşı ve müttefiki Benito Mussolini de İtalya'yı
emperyalist ve faşist temeller üzerine oturtmak için aynı Darwinist
kavramlardan ve iddialardan faydalandı.
Şiddetin tarihte itici güç olduğuna ve savaşın
devrim getireceğine inanan Mussolini tam bir Darwinistti. İmparatorluğunun
zayıflamasını, "evrimin en önemli itici gücü olan savaştan
kaçmaya çalışmasına" bağlıyordu. (Henry Morris, The Long War
Against God: The History and the Impact of the Creation, Evolution,
Conflict, 8.baskı, Michigan: Baker Book House, Mart 1996, s. 81)
Fransız hükümetinden aldığı mali destekle kurduğu
Il Popolo d'Italia adlı gazetenin başına "Demire sahip olan
ekmeğe de sahip olur" ibaresini koymuştu. Yani insanların karınlarını
doyurabilmeleri için, savaş gücüne ihtiyaçları olduğunu bu şekilde
halkına duyuruyordu. Mussolini, faşizmin ve faşist partisinin sembolü
olarak da "balta"yı seçmişti. Çünkü balta savaşı, şiddeti,
ölüm ve katliamı simgeliyordu.
Mussolini'nin her faşistte olan saldırgan ve şiddet
yanlısı tutumu, onun hakkında hazırlanan bir kitapta şöyle tarif
edilir:
Mussolini'nin değişmez inançlarından biri zorbalıktır
ve… şiddete başvurmak sahip olduğu esas içgüdüdür. (Denis Mack Smith,
Mussolini, s. 14)
Diğer Darwinist-Faşistler gibi Mussolini'nin de
savaşçı, saldırgan, baskıcı politikaları birçok insanın katledilmesine,
evsiz, ailesiz kalmasına ve ülkenin harap olmasına neden oldu. "Kara
Gömlekliler" adını verdiği her türlü şiddet ve zorbalık eylemlerini
gerçekleştiren yarı askeri birlikler oluşturdu. Kara gömlekliler
vasıtasıyla sadece kendi ülkesinde değil, diğer ülkelerde de şiddet
ve baskı uyguladı. 1935 yılında Etiyopya'yı işgal ederek 1941 yılına
kadar 15 bin insanı katlettirdi. Etiyopya işgalini, Darwinizm'in
ırkçı görüşleriyle destekleyerek makul göstermekten de geri kalmadı.
Mussolini'ye göre Etiyopyalılar siyah ırktan oldukları için aşağıydılar
ve İtalyanlar gibi üstün bir ırk tarafından yönetilmek onlar için
bir şeref olmalıydı.
Diğer yandan 3 Ekim 1911 yılında, İtalya'nın Libya'yı
işgal etmesiyle başlayan ve Müslümanlara karşı yapılan zulmü devam
ettirdi, hatta Müslümanlara yönelik saldırıları daha da artırdı.
İşgal ancak Mussolini'nin ölümü ile 10 Şubat 1947 yılında yapılan
bir anlaşma ile sona erdi. Bu süre içinde 1,5 milyon Müslüman şehit
edildi, yüzbinlercesi de yaralandı.
Acımasızlığı ve zalimliği ile tarihe geçen Mussolini,
bir sözünde savunduğu ve uyguladığı faşizmi şöyle tarif etmişti:
Faşizm özgürlük değil, zalimin hakimiyetidir.
Milletin güvencesi değil, özel çıkarların savunmasıdır. Bunu herkes
bilir. (John P. Diggins, Mussolini and Fascism, s. 15)
Hitler ve Mussolini örneklerinde görüldüğü gibi,
güçlülerin ve zalimlerin haklı ve üstün olduğu, kaba kuvvetin, şiddetin,
saldırının ve savaşın gelişmenin ve başarının tek yolu olarak görüldüğü
faşizm, Darwin'in "Güçlü olan yaşar, zayıflar ölür, yaşamak
için kıyasıya mücadele gerekir" iddialarının bir uygulamasıydı,
ve milyonlarca insana eziyet edilmesine neden oldu.
Faşist Franco ve İspanya'da
Yaşattığı Zulüm
20. yüzyılı kan gölüne çeviren faşist zalimlerden
biri de Franco idi. Darwinist- faşistler Hitler ve Mussolini'nin
desteği ile İspanya'da "Falanj" hareketini örgütleyen
bir Franco, İspanya halkına büyük bir zulüm ve acı getirdi. Halkını
bir iç savaşa sürükleyen Franco, ülkede kardeşi kardeşe, babayı
oğula düşürdü. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid'te günde ortalama
250 kişi, Barcelona'da 150, Seville'de 80 kişi öldürülüyordu. İdamlardan
bazıları ise kafalarına çivi çakılarak gerçekleştirildi. Ülkenin
her yanında acımasız katliamlar yapıldı. Örneğin Madrid'in kuzeyindeki
küçük bir dağ köyünde, 31 köylü Franco'ya oy vermedikleri için tutuklanmışlar,
bunlardan 13'ü ise bir kamyonla köyün dışına çıkarılarak yol kenarında
öldürülmüşlerdi. Seville yakınlarında 11.000 nüfuslu bir kasabaya
giren faşistler burada da 300'den fazla insanı öldürmüşlerdi. Bu
şekilde devam eden şiddet olayları sonucunda, iç savaşta yaklaşık
olarak 800 bin kişi, idamlarla ise 200 bin kişi Franco'nun talimatlarıyla
öldürüldü. Milyonlarca insan ise yaralandı veya sakatlandı.
 |
Franco |
Franco, Hitler'e Yeni Silahlarını Denemesi İçin
Bir Kasaba Dolusu İnsan Hediye Etti!
Faşist Franco'nun iç savaş sırasında en büyük
destekçileri Hitler ve Mussolini idi. Franco, müttefiklerinin yardımlarını
da karşılıksız bırakmamış ve insanlık tarihinin en zalim ve en acımasız
anlaşmalarından birini yapmıştı: Nazilere yeni silahlarını denemeleri
için Guernica gibi kasabaları hediye etmişti!
5 Mayıs 1937 sabahı, küçük Guernica kasabasının
halkı, Nazi teknolojisinin yeni harikalarıyla, dev bombardıman uçakları
ve tonlarca bombanın getirdiği ölümle uyandı. Küçük kasaba, Nazi
uçaklarının deneyine Franco tarafından terkedildi. (Çağdaş Liderler
Ansiklopedisi, 2. cilt, s. 669)
Bu olay, insanları denek hayvanı gibi gören bu
sapkın anlayışın ürünlerinden sadece biridir. Binlerce insanı, sadece
silahlarının gücünü denemek için ölüme terkeden, binlercesinin sakatlanmasına,
yaralanmasına, dayanılmaz acılar çekmelerine sebep olan bu anlayış
günümüzde de farklı şekillerde devam etmektedir. İnsanların bir
hayvan türü olduğunu ve savaşın ilerlemenin en etkin yöntemi olduğu
iddia eden Darwinist felsefe ayakta tutulduğu sürece bu ve benzeri
zulümler de devam edecektir.
Darwinizm'in I. ve II. Dünya Savaşları'nın Hazırlanmasındaki
Rolü
Ünlü İngiliz tarih profesörü James Joll, "Europe
Since 1870" (1870'den Bu Yana Avrupa) isimli kaynak kitabında,
I. Dünya Savaşı'nı hazırlayan faktörlerden birinin, o dönemdeki
Avrupalı yöneticilerin Darwinistik düşüncelere olan inancını olduğunu
anlatır:
Darwinistik fikirlerin 19. yüzyıl sonlarında emperyalizm
ideolojisine ne kadar büyük bir etkide bulunduğunu görmüştük. Aynı
zamanda, yaşam mücadelesi ve güçlülerin hayatta kalması doktrinlerinin,
I. Dünya Savaşı öncesindeki yıllarda Avrupalı liderler tarafından
gerçekten ne kadar tutulduğunu anlamak da çok önemlidir. Örneğin,
Avusturya-Macaristan'ın Başkomutanı General Franz Baron Conrad von
Hoetzendorff, savaştan sonraki anılarında şöyle yazmıştır:
İnsan sevgisini ön plana çıkaran dinler, ahlaki
öğretiler ve (bu gibi) felsefi doktrinler, bazen gerçekten insanoğlunun
yaşam mücadelesini zayıflatabilirler. Ama hiçbir zaman bu mücadeleyi
dünyanın itici gücü olmaktan çıkaramayacaklardır… Dünya savaşının
büyük felaketi, bu büyük prensiple tam bir uyum içinde gerçekleşmiştir.
İnsanların ve devletlerin hayatlarının ana gücüyle oluşan bu savaş,
aynen boşalması gereken bir yıldırım yükü gibi, doğanın bir kuralıdır.
Bu gibi bir ideolojik altyapıya sahip olan Conrad'ın
neden Avusturya-Macaristan'ı bir savaş başlatmaya sürüklediğini
anlamak zor değildir.
Bu gibi düşünceler dönemin sadece askeri şahsiyetleriyle
sınırlı kalmamış ve örneğin (sosyolog) Max Weber uluslararası yaşam
mücadelesi kavramıyla çok ilgilenmiştir. Yine Kurt Riezler, yani
Alman Şansölyesi Theobald von Bethman-Hollweg'in kişisel danışmanı
ve sır dostu, 1914 yılında şöyle yazmıştır:
Mutlak ve ezeli düşmanlık, insanlar arasındaki
ilişkilerin doğasında vardır. Her yerde gördüğümüz daimi nefret…
insan tabiatının bozulmasından kaynaklanmamaktadır, aksine doğanın
ve yaşamın kaynağının özünde zaten bu vardır. (James Joll, Europe
Since 1870: An International History, Penguin Books, Middlesex,
1990, s. 164)
I. Dünya Savaşı generallerinden Friedrich von
Bernardi ise, savaş ve doğadaki savaşım kanunları arasındaki bağlantıyı
şöyle kurmuştur:
Savaş biyolojik bir gereksinmedir, doğadaki unsunların
çatışması kadar gereklidir; biyolojik yönden yerinde sonuçlar verir,
çünkü bu sonuçlar, varlıkların temel özellikleriyle ilgilidir. (Anthony
Smith, İnsan, Yapısı ve Yaşamı, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1979,
s. 33)
Görüldüğü gibi, I. Dünya Savaşı, savaşmayı, kan
dökmeyi, acı çekmeyi ve çektirmeyi bir tür "gelişme" olarak
gören, bunları değişmez bir "doğa kanunu" sanan Avrupalı
düşünür, general ve yöneticilerin yüzünden çıkmıştır. Tüm bu kuşağı
bu kökten yanlış fikirlerle yıkıma sürükleyen ideolojik kaynak ise,
Darwin'in "yaşam mücadelesi" ve "kayırılmış ırklar"
kavramlarından başka bir şey değildir. Bernardi bu sözleri söyledikten
iki yıl sonra "biyolojik" gelişmeyi sağlayacak (!) olan
Birinci Dünya Savaşı başladı ve ardında 8 milyon ölü, yüzlerce harabeye
dönmüş şehir ve milyonlarca yaralı, sakat, evsiz ve işsiz insan
bıraktı. Bundan 21 yıl sonra başlayan ve ardında yaklaşık 50 milyon
ölü bırakan Nazi savaşının temeli de Darwinizm'e dayanır.
Hitler, hem soykırım hem de savaş politikalarında
da Darwinci düşünceye sıkı sıkıya bağlıydı. Savaşı, yalnızca zayıf
ırkları elimine ettiği için değil, üstün ırkın zayıf üyelerini saf
dışı bıraktığı için de önemli bir güç olarak görüyordu. Nazi Almanyası
kısmen bu sebepten açıkça savaşı övüyordu; çünkü onların sapkın
inancına göre savaş, ırkın ilerlemesi için gerekli olan bir adımdı.
Hitler'in politikasını dayandırdığı "savaşın
insanı geliştirdiği inancı"nı evrimci A.E. Wiggam 1922'de yayınlanan
kitabında şöyle açıklıyordu:
…bir zamanlar insanların beyinleri, kuzenleri
olan insanımsı canlılardan çok az daha büyüktü. Ama tekmeleyerek,
ısırarak, savaşarak... ve düşmanlarını kurnazlıkla altederek ve
bunları yapacak kapasiteye sahip olamayanları öldürerek, insanların
beyni büyüdü ve hacim olarak olmasa da çeviklik ve akıl bakımından
gelişti. (A.E. Wiggam, The New Dialogue of Science, Garden Publishing
Co., Garden City, NY, p. 102, 1922; Jerry Bergman, Darwinism and
the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Wiggam gibi evrimcilerin bu tür açıklamaları ile
destek bulan Hitler, yaşamak isteyenler için savaşı bir zorunluluk
olarak gördüğünü, Kavgam kitabında açıkça dile getiriyordu:
Doğa, güçlüler ile zayıflar arasında bir savaş,
güçlülerin zayıflar üzerindeki mutlak galibiyetidir. Eğer böyle
olmasaydı, doğada sürekli bir bozulma olurdu... Yaşayan savaşmak
zorundadır. Sürekli savaşın bir yaşam kanunu olduğu bu dünyada,
savaşmak istemeyen yaşam hakkına sahip değildir. Başka türlü düşünmek
doğayı küçümsemektir. Izdırap, mutsuzluk ve hastalıklar, bu insanın
alacağı karşılıklardır. (Robert Clark, Darwin: Before and After,
Grand Rapids International Press, Grand Rapids, MI, 1958., s. 115-116;
Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Darwinistler'in, yaşam mücadelesi sonunda güçlülerin
ayakta kaldığı ve bu yolla türlerin geliştiği iddiası insan toplumlarına
uyarlanınca, savaşlar insanlığın gelişmesi için bir zaruret olarak
görülmeye başlandı. Örneğin Hitler Almanya'nın büyüklüğünü, asırlardır
zayıf üyelerini savaş yoluyla elimine etmesine bağlıyordu. Almanlar
savaşa yabancı olmamalarına rağmen bu yeni "bilimsel"
savunma onlara savaşçı politikalarını destekleyecek bir güç verdi.
Hitler, bir başka sözünde ise, "eğer devamlı
bir savaş olmasaydı, insan medeniyeti olmazdı" diye iddia etmişti.66
Haeckel ise savaş konusunda, Eski Yunan şehir
devletlerinden birini oluşturan Spartalıların vahşice uygulamalarının
örnek alınması gerektiğini öne sürüyordu:
Spartalılar sağlıklı ve güçlü çocuklar dışındakileri
öldürerek devamlı güç ve başarı elde etmişlerdi. (Earnst Haeckel,
The History of Creation: Or the Development of the Earth and Its
Inhabitants by the Action of Natural Causes, Appleton, New York,
1876, s. 170; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust,
http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
Savaş, sadece Almanya'da değil tüm Avrupa'da "nüfusun
kaçınılmaz bir düzenleyicisi" olarak görülüyordu. Sosyal Darwinist
F. Von Bernhardi: "Eğer savaş olmasaydı aşağı ve dejenere ırkların
sağlıklı ve genç olanların yerini aldığını görürdük. Savaşın üretkenlik
değeri bunun altında yatıyor, çünkü seçime neden oluyor, bu nedenle
savaş biyolojik bir gerekliliktir" diyerek, Darwinistler'in
savaşa bakış açılarını özetliyordu. (Theodore D. Hall, The Scientific
Background of the Nazi Race Purification Program, http://www.trufax.org/avoid/nazi.html)
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi,
Hitler ve onu destekleyen Nazi ideologları, Darwinizm'den aldıkları
ilhamla savaşı bir gereklilik olarak görmüşlerdi. Ve bu gerekliliği
uygulayarak 2. Dünya Savaşı ile gerek halklarına, gerekse diğer
dünya halklarına çeşitli acılar yaşatmışlardı. Bu açıdan 2. Dünya
Savaşı'nda yaşanan acıların başlıca sorumluları arasında Charles
Darwin'in de bulunduğunu söylemek son derece doğru bir tesbit olacaktır.
Prof. Dr. Jerry Bergman, Darwinizm'in 2. Dünya
Savaşı'nın üzerindeki etkisi hakkında şöyle bir tespitte bulunmaktadır:
Darwinci fikirlerin Alman düşünce sistemi ve uygulaması
üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olduğuna dair deliller çok açıktır...Aslında
Darwinci fikirlerin II. Dünya Savaşı'nın çıkması, 40 milyon insanın
ölümü ve yaklaşık olarak 6 trilyon doların kaybedilmesinde çok büyük
bir etkisi vardı. Evrimin gerçek olduğuna kesin olarak inanan Hitler
kendisini insanoğlunun modern kurtarıcısı olarak görmüştü... Daha
üstün bir ırk üretmek suretiyle, dünya Hitler'e, insanlığı evrimin
daha üst bir seviyesine çıkarmış olan adam olarak bakacaktı (http://www.fixedearth.com/hlsm.html)
Elbette Darwin teorisini ortaya atmadan önce de
dünyada sayısız savaş yaşanmıştır. Ancak, evrim teorisinin etkisiyle
savaş ilk kez, bilim tarafından sahte bir onay görmüş ve desteklenmişti.
Max Nordau, Amerika'da geniş bir yankı uyandıran "The Philosophy
and Morals of War" isimli makalesinde Darwin'in savaşlar konusunda
oynadığı kötü role şöyle dikkat çekiyordu:
Tüm savaş taraftarlarının en büyük otoritesi Darwin'dir.
Evrim teorisi ilan edildiğinden beri doğal barbarlıklarını Darwin
ismiyle kapatarak, sahip oldukları zalim içgüdülerinin bilimin son
sözü olduğunu iddia etmektedirler. (Max Nordau, The Philosophy and
Morals of War, North American Review 169 (1889):794 cited in hofstadter,
social darwinism, s.171)
Darwin, Marx, Freud gibi materyalist ideologların
fikirleriyle şekillenen 19. yüzyılın ardından, dünyanın en kanlı
savaşlarının yaşandığı 20. yüzyılın gelmesi bir rastlantı değildir.
Darwinizm, savaşla sonuçlanacak her türlü fikri ve sözde bilimsel
zemini hazırlamış ve savaşı insanlığın yücelmesinin vazgeçilmez
bir şartı olarak gören despotlar, her iki dünya savaşında toplam
60 milyon insan öldürmüştür.
Neo-Naziler
Hitler, Mussolini gibi faşist liderler ve onlara
bağlı olan Nazi örgütlenmeleri (SA, SS, Gestapo vs.) veya Mussolini'nin
"Kara Gömleklileri" bugün tarihe karışmış gibi görünseler
de, onların fikirlerini izleyen neo-faşist örgütler hala faaliyet
halindeler. Özellikle son yıllarda, Avrupa'nın birçok ülkesinde
ırkçı ve faşist hareketler yeni bir uyanış içindeler. Bu hareketlerin
en başında ise Almanya'daki Neo-Naziler geliyor.
 |
Son dönemde Neo-Naziler'in
hem Türklere hem de diğer insanlara karşı saldırıları yine
artmış durumda. |
Neo-Naziler, işsiz-güçsüz sokak serserilerinden,
uyuşturucu müptelalarından, cani ruhlu insanlardan oluşmaktadır
ve faşist karakterin tüm özelliklerini üzerlerinde taşımaktadır.
Neo-Naziler hakkında hazırlanan bir haberde, kana ve şiddete olan
düşkünlükleri şöyle anlatılmaktadır:
Kan, şeref ve fanatizm… Faşist Olympia Örgütü'nün
üyelerinin bağlılık duydukları değerleri işte bu üç sözcükle özetlemek
mümkün… Bugün örgütün 35 bin üyesi var. Ve hepsinin gözünde yükselme
hırsı okunuyor. (Tempo, 14 Temmuz 1991)
Neo-Naziler de aynı "büyükleri" Hitler
ve diğer Naziler gibi Darwinist anlayışı benimsemiş durumdalar.
Nazi ve ırkçılık propagandası amacıyla hazırladıkları internet sayfalarında,
Darwin'in sözlerine ve Darwin'e yönelttikleri methiyelere rastlamak
mümkün. Çünkü Darwin, ırkçı ve saldırgan Neo-Nazilerin tüm hareket
ve düşüncelerini destekliyor. Bu nedenle sayfalarında, Darwinizm'in
delile gerek duyulmadan kabul edilmesi gereken bir teori olduğunu
duyuruyorlar.
Neo-Nazilerin uyguladıkları katliamlar ve saldırılar
ise son derece acımasızca. İnsanları yakarak öldürmekten, korkutmaktan,
küçük çocuklara işkence uygulamaktan zevk alan neo-nazilerin en
başta gelen hedeflerinden biri ise Türkler. Türklere duydukları
nefreti ve düşmanlığı internet sitelerinin her köşesinde duyuran
Neo-Naziler, bu nefretlerini eyleme dökerek de gösteriyorlar. Bir
Neo-Nazi sitesinde Türkler için şu ifadelere yer verilmiş:
Mesela ben de bugün elimde olsa Türklerin büyük
bölümünü gaz ocaklarında görmeyi isterim. (http://chefsseite.tsx.org/)
Neo-Nazilerin, Türklere olan düşmanlıklarını dayandırdıkları
isim yine Charles Darwin. Türk düşmanlığının konu edildiği bölümde
yer verilen Darwin'in Türk Milleti hakkındaki tutarsız ve akıl dışı
iddialarından alıntılar yapan neo-naziler böylece Türk düşmanlıklarına
sözde bilimsel bir açıklama getirdiklerini zannediyorlar. Arka sayfada
Neo-Naziler'in Darwin'i öven ve ayrıca Türk Milleti hakkında söylediklerini
gösteren internet siteleri görülüyor.
Son dönemde Neo-Naziler'in hem Türklere hem de
diğer insanlara karşı saldırıları yine artmış durumda. Bir gazetede,
Neo-Nazilerin 2000 yılının yaz aylarında gerçekleştirdikleri saldırıların
bilançosu şöyle aktarılıyor:
* Haziran ayı sonlarında Thüringen Eyaleti'nin
Gera şehrinde bulunan "El Rahman Camii'nin camları kırıldı.
* Baden-Württemberg Eyaleti'nin Eppingen kasabasında ise bir Türk
camiine iki adet molotof kokteyli atıldı.
* Pinneberg'in Utersen semtinde bulunan Yeşil Camii'ne molotof kokteyli
atıldı.
* Memingen'de Türklerin oturduğu bir bina kundaklandı.
* Bocholt'da bir Türk kahvesi ve Lübnanlılar'ın bulunduğu bina kundaklandı.
Biri ağır olmak üzere 14 yaralı.
* Doğu Almanya'nın Chemnitz şehrinde Iraklı bir ailenin 7 aylık
bebeği neo-Naziler tarafından yere atıldı. Betona çarpan bebek suratından
yaralandı.
* Düsseldorf'ta bulunan bir Türk'ün dönerci dükkanında yangın çıkardılar.
Yakın geçmişte ise çok daha vahim olaylar yaşanmıştı.
Darwin'in Türk düşmanlığını kendilerine rehber edinen neo-naziler
1992 yılının Kasım ayında Möln şehrinde Türklere yönelik bir katliam
yapmışlardı. Daha sonra 1993 yılında Solingen şehrinde beş Türk
Neo-Naziler tarafından yakıldı. Bu saldırı basında "Alman tarihinin
Nazi döneminden bu yana en kanlı ırkçı saldırısı"73 olarak
duyuruldu. Bu ve benzeri saldırılara ilerleyen yıllarda da sıkça
rastlandı. Türklerin evlerinde yangın çıkarıldı, Türkler dövülerek
yaralandılar. Almanya dışında Hollanda'da da benzeri saldırılar
gerçekleştirildi.Türklere yönelik bir saldırıda bir Türk kadın ve
beş çocuğu öldürüldü. Bu olayla ilgili düzenlenen yas yürüyüşüne
katılanlara ise üzerinde gamalı haçların bulunduğu tehdit mektupları
gönderildi.
Bu olaylar ırkçıların Türklere yönelik saldırılarından
sadece bir kaçıdır. Darwin'in ve Hitler gibi faşistlerin mirasçıları
olan bu faşist gruplar saldırılarına ve katliamlarına hala devam
etmektedirler. Bu insanlıktan çıkmış güruhların eylemlerinin önüne
geçmekte ise adli tedbirler yeterli olmamaktadır. Bu zulme kesin
olarak dur demenin yolu, adli tedbirlerin yanısıra ciddi anlamda
bir fikri mücadele yürütmektir. Irkçılığı bir doğa kanunu olarak
gören bu insanların, Darwinist fikirler ilmi olarak çürütülmediği
sürece, yaptıkları zulümler de son bulmayacaktır.
|