Diyalog Düşüncesi
Doğru mu Yanlış mı?
Son olarak Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na bağlı
Kültürlerarası Diyalog Platformu'nun düzenlediği "Ortak Ata
Hz. İbrahim'in Aydınlığında Dinler ve Barış Uluslararası Sempozyumu
(Harran Buluşması)"nın ikincisi, Mardin'de 13 Mayıs 2004 günü
yapıldı. Sempozyuma 11 dini önder ile Almanya, ABD, İsveç, İngiltere,
İtalya, Fransa ve Türkiye'den birçok akademisyen katıldı ve konu
tüm detaylarıyla tartışıldı.
Dört oturum halinde gerçekleşen sempozyumda, "Hz. İbrahim'in
mesajında barış", "İbrahimi gelenekte barış", "Üç
semavi dinde barış kahramanları" ve "Yarının dünyasında
Hz. İbrahim'in mesajının yeri" gibi ana başlıklar altında "Dinler
Arası Diyalog"un nasıl geliştirilebileceği üzerinde konuşuldu.
Bu gibi diyalog çalışmalarının yanında, toplumda bazı kesimler
bu girişimlere karşı bazı çekinceler taşımakta, bu yaklaşımın birtakım
sakıncaları olabileceğini düşünmektedirler. "Dinler
arası diyalog" doğru mu yanlış mı? Bu sorunun en güzel
cevabı şüphesiz kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim'de ve Peygamber Efendimiz
(sav)'in uygulamalarındadır.
İslam'ın Ehl-i Kitap'a Bakış Açısı
Kuran'da Yahudiler ve Hıristiyanlar Ehl-i Kitap olarak isimlendirilirler.
Bunun nedeni her iki dinin mensuplarının da, Allah'ın vahyettiği
İlahi kitaplara tabi olmalarıdır. Yahudilerin ve Hıristiyanların
kitapları incelendiğinde, bazı tahrif olmuş kısımlar olmakla birlikte,
hak dine ait bazı hükümlerin ve güzel ahlak öğütlerinin muhafaza
edilmiş olduğu da görülecektir. Samimi olarak iman eden Yahudiler
ve Hıristiyanlar –her ne kadar inanışlarında ve ibadetlerinde zaman
içinde bazı bozulmalar yaşanmışsa da- özünde Allah'ın varlığına
ve birliğine iman eden, meleklere, peygamberlere ve hesap gününe
inanan ve din ahlakının yaşanması gerektiğini düşünen kimselerdir.
Bu gerçek, Müslümanların onlara yaklaşımında da önemli bir ölçüdür.
Kuran ahlakının gereği, Müslümanların Ehl-i Kitap'a karşı adil ve
merhametli bir tutum izlemeleridir. Nitekim sevgili Peygamberimiz
(sav) de Müslümanlara, tüm insanlar arasında her zaman adaletle
hükmetmeleri gerektiğini bildirmiştir:
İnsanlar arasında adalet yapılması büyük bir
sadakadır. (Buhari, V, 2504)
Allah bir ayette Kendisi'ne ve ahiret gününe iman ederek salih
amellerde bulunan Yahudiler ve Hıristiyanların, bu iyi ahlaklarının
karşılığını en güzel şekilde alacaklarını şöyle haber vermiştir:
“Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar
ve sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih
amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır.
Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara
Suresi, 62)
Bu ayetin anlamı apaçıktır. Müslüman, Yahudi veya Hıristiyan olsun,
Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve salih amellerde bulunanlar
müjdelenmekte; söz konusu müminlerin kurtuluşa ve esenliğe kavuşacakları
haber verilmektedir. Maide Suresi'nin 48. ayetinde ise, insanlar
için "farklı bir şeriat ve yol-yöntem kılındığı", sorumluluklarının
ise "hayırlarda yarışmak" olduğu belirtilmiştir. Bu da
ister Yahudi, ister Hıristiyan, isterse Müslüman olsun samimi olarak
Allah'a ve ahiret gününe iman eden tüm inananların güzellikle davranmaları
ve Allah rızası için hayırlarda yarışmaları gerektiğini göstermektedir.
Bu durumda Müslümanların, kendileri gibi Allah'a iman eden, salih
amelde bulunan ve güzel ahlak gösteren kimselere katı veya sevgisiz
davranmaları mümkün değildir. Nitekim, İslam tarihi de bunu kanıtlar.
Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e Hz. İbrahim'in "Hanif Dinine"
Uyması Bildirilmiştir
Kuran'da Hz. İbrahim'in dininin "hanif" bir din olduğu
bildirilmektedir. Hanif kelimesi, "Allah'ın emrine teslim olup,
Allah'ın dininden hiçbir konuda dönmeyen, ihlaslı kişi" anlamındadır.
Bir ayette Allah Hz. Muhammed (sav)'e, Hz. İbrahim'in hanif dinine
uymasını şöyle bildirmiştir:
“Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid)
olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi." (Nahl
Suresi, 123)
Hz. İbrahim'den sonra gelen oğulları, torunları ve onun soyundan
olan diğer salih müminler, Allah'ın Hz. İbrahim'e vahyettiği hak
dine uymuşlardır. Bu gerçek Kuran ayetlerinde şu şekilde bildirilmektedir:
“Kendi nefsini aşağılık kılandan başka, İbrahim'in
dininden kim yüz çevirir? Andolsun, Biz onu dünyada seçtik, gerçekten
ahirette de o salihlerdendir. Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde
(O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. Bunu İbrahim,
oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah
sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin"
(diye benzer bir vasiyette bulundu.) Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında,
orada şahidler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime
ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin İlahına
ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın İlahı olan tek bir İlaha
ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi.”
(Bakara Suresi, 130-133)
Görüldüğü gibi Hz. İbrahim'in "hanif" dini, Yahudiler,
Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında ortak bir kelimedir. Hz. İbrahim'e
iman, ona duyulan sevgi ve saygı Yahudiler ve Hıristiyanlar için
olduğu gibi Müslümanlar için de son derece önemlidir.
Hz. Muhammed (sav)'in Kitap Ehli'ne Karşı Örnek
Tutumu
Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı tutumlarında, her konuda olduğu
gibi, en güzel örnek Peygamber Efendimiz (sav)'dir. Hz. Muhammed
(sav), Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı her zaman son derece adil
ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar
arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını emretmiştir.
Peygamberimiz (sav) döneminde ve sonrasında, Hıristiyan ve Yahudilerin
kendi dinlerini diledikleri şekilde yaşamalarına izin verecek ve
özerk cemaatler olarak varlıklarını devam ettirebilmelerini sağlayacak
anlaşmalar yapılmış ve güvenceler verilmiştir. İslamiyet'in ilk
yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan
Müslümanların bir kısmı, Peygamber Efendimiz (sav)'in öğüdüyle,
Etiyopya'daki Hıristiyan Kral Necaşi'ye sığınmışlardır. Peygamberimiz
(sav)'le birlikte Medine'ye göç eden müminler ise, Medine'de yaşayan
Yahudilerle, sonraki tüm nesillere örnek olacak bir birarada yaşama
modeli geliştirmişlerdir. İslam'ın yayılış döneminde de, Arabistan'daki
Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların
Kitap Ehli'ne karşı merhamet ve adaletinin önemli birer örneği olarak
tarihe geçmiştir.
Buna bir örnek olarak, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in,
Hıristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve kavmine yazdırdığı anlaşma
metninde: "Şarkta ve Garpta yaşayan tüm Hıristiyanların dinleri,
kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve
tüm müminlerin himayesindedir. Hıristiyanlık dini üzere yaşayanlardan
hiç kimse istemeden İslam'ı kabule zorlanmayacaktır. Hıristiyanlardan
birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar
ona yardım etmek zorundadırlar" maddelerini yazdırdıktan sonra:
"... Kitap Ehli'yle en güzel olan bir tarzın
dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene
iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na
teslim olmuşuz." (Ankebut Suresi, 46) ayetini okumasıdır.
(İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, Es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Türasi'l-Arabiyle,
Beyrut, 1396/1971, II/141-150; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı
Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1999, s. 95)
Hz. Muhammed (sav), Evs ve Hazrec kabileleri ile yapılan Medine
Anlaşması'na Yahudilerin de katılmasına izin vermiş ve böylece Yahudilerin
de Müslümanların arasında, ayrı bir dini grup olarak varlıklarını
devam ettirmelerini sağlamıştır.
Hz. Muhammed (sav), Rabbimiz'in emrettiği ahlakın bir gereği olarak,
Kitap Ehli'ne karşı yalnızca anlayış ve merhamet göstermekle kalmamış,
İslam idaresi altındaki Yahudi ve Hıristiyanların korunup kollanması
gerektiğini de sahabeye öğretmiştir. Bizzat Peygamber Efendimiz
(sav) tarafından Edruh, Makna, Hayber, Necran ve Akabe'li Kitap
Ehli'ne verilen beratlar, Müslümanların Kitap Ehli'nin can ve mal
güvenliğini garanti altına aldıklarını ve onlara inanç ve ibadet
özgürlüğü tanıdıklarını göstermektedir. Peygamberimiz (sav)'in Necranlılar
ile yaptığı sözleşmede yer alan şu maddeler de dikkat çekicidir:
Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri, varları
ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları herşey Allah'ın
ve Allah'ın peygamberinin güvencesi altına alınacaktır.
-Hiçbir psikopos ya da keşiş kilisesinden ya da manastırından edilmeyecektir
ve hiçbir papaz papazlık hayatını terk etmeye zorlanmayacaktır.
Onlara hiçbir eza ya da aşağılama yapılmayacaktır ve toprakları
ordumuz tarafından işgal edilmeyecektir.
Adalet isteyen adalet bulacaktır, ne zalim ne de zulüm bulunacaktır.
(Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul,
1998, s. 209-210)
Tüm bunların yanı sıra Resulullah'ın Kitap Ehli'nin düğün yemeklerine
katıldığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna
dair rivayetler bulunmaktadır. Hatta Necran Hıristiyanları onu ziyaretlerinde
Hz. Muhammed (sav) onlara abasını sermiş ve oturmalarını söylemiştir.
Peygamberimiz (sav)'in vefatının ardından da, Müslümanların Kitap
Ehli'ne gösterdikleri güzel ahlakın temeli, Hz. Muhammed (sav)'in
hayatı boyunca bu topluluklara karşı gösterdiği sevgi ve merhamete dayanmaktadır.
Nasıl Bir Diyalog
Kuran ayetlerinde bildirilen emir ve tavsiyeler doğrultusunda,
peygamberlerin, elçilerin ve inananların kendileri dışında inançlara
sahip olan insanlarla da belli bir düzeyde ilişkiye girdikleri görülmektedir.
Bu ilişkilerin şeklinin nasıl olması gerektiğini Allah Kuran'da
bildirmiştir. Bu ilişkilerin, bir başka deyişle diyaloğun boyutu,
karşıdaki insanın inancı, Müslümanlara bakış açısı ve davranışlarıyla
da alakalıdır. Örneğin inanmayan insanlarla Müslümanların ilişkilerinin
nasıl olması gerektiğiyle, Yahudi ve Hıristiyanlarla nasıl olması
gerektiği birbirinden farklıdır. Allah Kuran'da elçilerini insanları
uyarmak, onları hak dine davet etmek için gönderdiğini bildirmiştir.
Tüm inananlar da tebliğ yapmakla sorumludurlar. Bu emir doğrultusunda,
Allah'a inanmayan veya şirk koşan kimselerle dahi, Allah'ın varlığını
ve birliğini, ahireti anlatmak ve tebliğ etmek, öğüt vermek için
belirli bir diyalog içinde olunması gereklidir. Kuran'da, kendilerine
gönderilmiş olan elçileri yalanlamalarına rağmen, peygamberlerin
kavimlerine yaptıkları tebliğ şöyle haber verilmektedir:
“Kavminin önde gelenleri: "Gerçekte biz
seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz"
dediler. O: "Ey kavmim, bende bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık'
yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim." dedi. "Size
Rabbim'in risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor
ve sizin bilmediklerinizi ben Allah'tan biliyorum. Sakınıp rahmete
kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı
ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?" (Araf
Suresi, 60-63)
Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla sosyal ilişkilerinin nasıl
olması gerektiği de Kuran'da bildirilmiştir. Kuran'da yer alan hükümler,
Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında nikah sonucu akrabalık bağlarının
kurulabileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet
edebileceklerini gösterir ki, bunlar sıcak insani ilişkiler ve huzurlu
bir ortak yaşam kurulmasını sağlayacak esaslardır. Müslümanların
bu esaslar üzerinde Hıristiyanlara ve Yahudilere saygı ve nezaket
ile yaklaşmaları ve onlara Kuran'da bildirilen "ortak bir kelimede
birleşme" çağrısını en güzel şekilde iletmeleri gerekir. Bunun
da belirli bir diyalog çerçevesinde olması gerektiği açıktır. Allah,
Kuran'da Müslümanların Kitap Ehli'ne bu çağrısını şu şekilde bildirmiştir:
“De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda
müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim,
O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız
(diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.” (Al-i İmran Suresi,
64)
Ortak Amaç Doğrultusunda Biraraya Gelmek
Bugün, dünya üzerinde büyük bir fikri mücadelenin devam ettiği
ve dünyanın iki kutba bölündüğü bir gerçektir. Ancak bu iki kutbun
tarafları Müslümanlar ve Yahudiler-Hıristiyanlar değildir. Bu iki
kutbun bir tarafında, Allah'ın varlığına ve birliğine iman edenler
diğer tarafında ise inkarcılar; diğer bir deyişle bir tarafında
İlahi dinlere inananlar diğer tarafında da bu dinlere karşı olan
ideolojileri savunanlar yer almaktadır. Dini ve ahlaki değerleri
hedef alan güç merkezlerinin, ellerindeki geniş imkanları birleştirdikleri
ve dindar insanlara karşı ittifak halinde hareket ettikleri yaşanan
bir gerçektir. Bu ittifakı fikri anlamda etkisiz hale getirmek,
dinsiz materyalist telkinlerin olumsuz, yıkıcı sonuçlarını ortadan
kaldırmak, güzel ahlakın, mutluluğun, huzurun, güvenliğin, refahın
hakim olduğu toplumları meydana getirmek için yegane bir yol vardır:
Yeryüzündeki vicdan sahibi insanların, samimi olarak iman eden Hıristiyanların,
dindar Yahudilerin ve Müslümanların bu ortak amaç doğrultusunda
biraraya gelmesi.
Dolayısıyla dinler arasında kurulacak olan diyalog, Hıristiyanların,
Müslümanların ve Yahudilerin adalet ve barış arayışlarının, insanlığa
faydalı olma isteklerinin doğal bir sonucudur. Üç dinin mensuplarının
arasındaki diyalog, sadece toplantılarla ve konferanslarla sınırlı
kalacak bir ilişki değil, ortak değerleri savunan, aynı amaç için
mücadele eden, ortak sorunlara köklü çözümler getirmeyi hedefleyen
inançlı insanların birlikteliğidir. Ve bu birliktelik, Hz. İsa'nın
yeryüzüne ikinci kez gelişini beklediğimiz bu kutlu dönemde dünyayı
aydınlığa ve huzura kavuşturacak en önemli vesilelerden biri olacaktır.
İnceleme / www.hazretiisagelecek.com
|