HAZRETİ
İBRAHİM
ve HAZRETİ LUT
Hz. İbrahim'in Dini
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim
eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel
dinli kimdir?.. (Nisa Suresi, 125)
Tarih boyunca insanlar İbrahim Peygamberin hangi
dine mensup olduğu konusunda tartışmışlardır. Yahudiler onu tüm
Yahudilerin peygamberi olarak kabul eder ve kendilerinin Hz. İbrahim'in
yolunu izlediklerini ileri sürerler. Hıristiyanlar, Hz. İbrahim'in
Yahudilerin peygamberi olduğunu kabul eder, ancak onun kendisinden
sonra gelecek olan Hz. İsa'ya tabi olduğunu iddia ederek Yahudilerden
ayrılırlar.
Kısacası Hz. İbrahim Yahudiler tarafından "Yahudi",
Hıristiyanlar tarafından da "Hıristiyan" olarak gösterilir. Oysa
Allah Kuran'da, Hz. İbrahim'in ve soyunun dini konusunda tartışanların
bu konuda hiçbir bilgilerinin olmadığını haber vermektedir:
Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in,
İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan
olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz,
yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden
daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir."
(Bakara Suresi, 140)
Ayrıca Allah Hz. İbrahim'in Hıristiyan mı, Yahudi
mi olduğunun tartışılmasının akılsızca bir tartışma olduğunu diğer
ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:

MÖ 9 ya da 8. yüzyıldan kalma bu madalyon, Asur halkının
sözde tanrılarına sapkın tapınışlarını sembolize etmektedir.
Asurlular MÖ 1900-612 yılları arasında Mezopotamya'nın
en güçlü devleti idiler. Türlü sapkın inanca sahip olan
Asurluların en büyük putlarının adı Asshur idi. |
Ey Kitap Ehli, İbrahim konusunda ne
diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ancak ondan sonra
indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? İşte sizler böylesiniz;
hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan
bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler
bilmezsiniz. (Al-i İmran Suresi, 65-66)
Hz. İbrahim hakkında en doğru bilgiyi bize öğreten
kaynak Kuran'dır; çünkü Kuran, Allah'ın tahrif edilmemiş olan tek
kitabıdır. İnsanlar yol göstericileri olan Kuran'ı değil de, başka
kaynakları rehber edinirlerse büyük bir yanılgının içine düşerler.
Kuran'da detaylı olarak açıklanan bir konuyu göz ardı eden insanlar,
kendi zanları ve inançları doğrultusunda konulara açıklama getirmekten
çekinmezler. Halbuki iman edenler her konuda olduğu gibi, peygamberler
ve soyları hakkında bir yorum yaparken de Kuran ayetlerini ve Peygamber
Efendimizin sünnetini esas alırlar. Bilirler ki, insanlara doğru
olmayan bilgileri öğretmeye çalışmak, özellikle de peygamberler
hakkında zan ve tahminde bulunup çekişmek Allah'ın beğenmediği bir
ahlaktır.
Hiç şüphesiz, Hz. İbrahim'in dini hakkındaki kesin
gerçeği de yine sadece tüm insanların rehberi olan Kuran'dan öğrenebiliriz:
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı:
ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.
(Al-i İmran Suresi, 67)
Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in Yahudi veya Hıristiyan
olmadığını, "hanif" bir dine mensup olduğunu kesin olarak ifade
etmektedir. "Hanif" kelimesi, "Allah'ın emrine teslim olup, Allah'ın
dininden hiçbir konuda caymayan, ihlaslı kişi" anlamını taşımaktadır.
Hz. İbrahim'in "hanif" olarak vurgulanan özelliği, Allah'a bir ve
tek olarak iman etmesi ve teslim olmasıdır.
Başka bir ayette ise Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)'e,
Hz. İbrahim'in dinine uymasını emretmektedir:
Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid)
olan İbrahim'in dinine uy. O, müşriklerden değildi." (Nahl Suresi,
123)
Allah insanlardan hanif (Allah'ı birleyen) olarak
dine yönelmelerini istemektedir. İnsanın fıtratının hanif olmaya
ve Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmamaya uygun olduğunu Allah Kuran'da
açık bir şekilde vurgulamaktadır:
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen
(bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları
bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme
yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu
bilmezler. (Rum Suresi, 30)
Ayrıca birçok ayetten de anlaşıldığı üzere, "hanif"
kelimesi ile ifade edilen Hz. İbrahim'in dini, özünde İslam ile
aynıdır. Zaten bütün hak dinler, bozulmamış halleriyle temelde bir
ve tek olan Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak üzerine
kuruludur. Bu hak din, Hz. İbrahim'den sonra oğulları, torunları
ve onun soyundan gelen diğer salih insanlar tarafından ayakta tutulmuştur.
Örneğin Kuran'da, Hz. Yusuf'un hapishane arkadaşlarıyla yaptığı
konuşmaya dikkat çekilmektedir. Hz. Yusuf konuşurken kendisinin,
ataları Hz. İbrahim ve onun neslinin dinine uyduğunu şöyle ifade
etmektedir:
Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un
dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak
şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır,
ancak insanların çoğu şükretmezler. (Yusuf Suresi, 38)
Hangi devirde yaşarlarsa yaşasınlar, "hanif" olan
insanların, yani Müslümanların ortak özellikleri, Allah'a eşler
koşmadan sadece O'nu yüceltmektir. Peygamberlerin ana görevlerinden
biri ise, insanları şirkten ve din ahlakına karşı olan her türlü
uygulamadan kurtarıp asıl dini yaşamaya davet etmektir. Nitekim
Peygamber Efendimizin hadislerinde de insanlar "Allah'a ortak koşmaktan"
men edilmektedirler:
Dedim ki, 'Ey Allah'ın Resulü,
en büyük günah hangisidir?' Bana: 'Allah seni yaratmış iken, O'na
ortak koşmandır.'2
Allah bir ayetinde de İslam'ın, Hz. İbrahim'in
dini gibi kolay olduğunu bildirmektedir:
... O, sizleri seçmiş ve din konusunda
size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu
gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi
"Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun,
siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı
kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte,
ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)
Ayette belirtildiği üzere, Hz. İbrahim gibi bir
ve tek olan Allah'a yönelen ve dini tam anlamıyla yaşayan insanlar
Kuran'da "Müslümanlar" olarak isimlendirilmektedir. "Müslüman" kelimesi,
Arapçadaki "selam" kelimesinden türemiştir ve "selamete kavuşan"
veya "teslim olan" anlamına gelmektedir. Müslümanlığın özü, Allah'a
teslim olmak ve bu teslimiyetin verdiği selameti (güvenlik ve huzuru)
yaşamaktır. Allah'ın insanlara birer hidayet önderi olarak gönderdiği
peygamberleri de Rabbimize olan teslimiyetleri, gönülden bağlılıkları
ve tevekkülleriyle bizlere örnektirler. Onlar her işlerinde Rabbimize
yönelen, O'na sığınan, sadece O'nu dost edinen ve O'ndan yardım
isteyen teslimiyetli kimselerdir. Bu nedenle de Kuran'da her biri
"Müslüman" olarak isimlendirilmektedir.
... O, sizleri seçmiş ve din
konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in
dini(nde olduğu gibi)... (Hac Suresi, 78) |
Örneğin Allah Hz. Nuh'a insanlara, "... Benim
ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum."
(Yunus Suresi, 72) şeklinde söylemesini vahyetmiştir. Yunus
Suresi'nde Hz. Musa'nın kavmine "... Ey kavmim,
eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız, artık yalnızca O'na
tevekkül edin." (Yunus Suresi, 84) şeklinde hitap ettiğini
bildirir. Ve yine Kuran'da Hz. Süleyman'ın Sebe halkına "Bana
karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" (Neml
Suresi, 31) diye seslendiği bildirilir. Maide Suresi'nde
ise Allah havarilere şu şekilde vahyetmiştir:
Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman
edin" diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten
Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi. (Maide Suresi,
111)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, salih müminler
Allah'a teslim olan, katıksız şekilde din ahlakını yaşayan, ihlas
sahibi kimselerdir. Allah bu insanları "Müslüman" ismiyle şereflendirmiştir.
Hz. Yusuf'un duası ise bizlere bu konuda çok güzel
bir örnektir. Allah bu duayı şöyle haber vermektedir:
"... Göklerin ve yerin yaratıcısı,
dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma
son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi, 101)
Hz. İbrahim'in Allah'a olan coşkulu imanı, derin
sevgisi, Rabbimizin bütün emirlerine gönülden boyun eğişi, itaati
ve üstün ahlakı Kuran'da birçok kez vurgulanmaktadır. Bu ayetlerden
bazıları şu şekildedir:
"Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş
(Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir
ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster
ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin."
(Bakara Suresi, 128)
Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:)
"Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 131)
Her Müslüman, Hz. İbrahim'in gösterdiği güzel ahlakı,
Allah'a imanındaki samimiyeti, Allah'a olan teslimiyetindeki ve
itaatindeki derinliği örnek almalıdır. Hz. İbrahim'in tebliğ yaparken
gösterdiği dirayet ve kararlılık da, kuşkusuz ki örnek alınması
gereken önemli özelliklerdendir.
Ayetlerde de gördüğümüz gibi, Allah Hz. İbrahim'i
tüm insanlara örnek kılmıştır. Ayetlerde Hz. İbrahim gibi diğer
peygamberler de Allah'a teslim olmuş, hanif Müslümanlar olarak anılmaktadırlar.
Bu dinlerin hepsi, temeli Hz. İbrahim'in dinine dayanan hak dinlerdir.
Hıristiyanlık ve Yahudilik zaman içinde tahrif olmuş, Allah'ın vahyettiği
zamanki hallerinden uzaklaşmışlardır. Ancak ilk vahyedildikleri
dönemde hepsi, Allah'ı birleyen, şirki en büyük günah olarak kabul
eden, sadece Allah'ın rızası için yaşamayı öğütleyen hak dinlerdi.
Bugün hem Yahudilerin hem de Hıristiyanların Hz.
İbrahim'e gösterdikleri saygı ve sevgi ise, onları İslam ile ortak
bir zeminde buluşturan önemli değerlerden biridir. Her üç İlahi
dinin mensupları da, Hz. İbrahim'in insanlara gösterdiği şekilde
Allah'a inanmakta ve O'na kulluk etmeyi hedeflemektedirler. Bu nedenle
Hz. İbrahim ve onun hanif dini, Müslümanlar ile Kitap Ehli arasında
ortak bir kelimedir. (Ancak
Hıristiyanların ve Yahudilerin Hz.İbrahim'in dinini
bazı yönlerden yanlış yorumladıklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.)
Bir Kuran ayetinde Müslümanların Kitap Ehli'ni bu ortak kelimeye
davet ettikleri şöyle haber verilir:
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin
aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan
başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve
Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim."
Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten
Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)
Hz. İbrahim'in, Dinini Tebliğ
Etmesi
Her peygamber kendi kavmine Allah'ın emir ve yasaklarını
bildirmekle görevlendirilmiştir. Nuh kavmine gönderilen Hz. Nuh,
Semud kavmine gönderilen Hz. Salih, Lut kavmine gönderilen Hz. Lut,
Medyen halkına gönderilen Hz. Şuayb, İsrailoğulları'na gönderilen
Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer tüm peygamberler Allah'ın mutlak varlığını
insanlara anlatmış, onları din ahlakını yaşamaya çağırmışlardır.
Ancak Allah'ın peygamberlik makamıyla şereflendirdiği bu kutlu insanlar
kimi zaman kavimlerinin büyük çoğunluğunun inkarı ile karşılaşmışlardır.
Allah'ın dinini kabul etmek istemeyen bu inkarcılar sadece kendilerine
gönderilen peygamberleri reddetmekle kalmamışlar, aynı zamanda onlara
karşı çok yönlü bir mücadeleye girmişlerdir. Kendilerine gelen elçileri
çirkin iftiralarla, tehdit ve saldırılarla engellemeye çalışmışlardır.
Hatta Allah'ın insanlara hidayet önderi olarak seçtiği bu değerli
insanları yurtlarından sürmeye, tutuklamaya, öldürmeye çalışmışlardır.
Allah Enfal Suresi'nde inkar edenlerin Peygamberimiz Hz. Muhammed'e
kurdukları tuzakların başarısızlıkla sonuçlanacağını şu şekilde
haber verir:
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak
ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar
bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu.
Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.
(Enfal Suresi, 30)
 |
Mezopotamya'da
Ay ve Güneş'e tapan topluluklar büyük bir çoğunluk
oluşturuyorlardı. Agade Kralı Naram Sin'in de sözde
Ay tanrısı tarafından kutsandığına ve üstün güçlere
sahip olduğuna inanılıyordu. (Yanda) Ay'a secde
eden sapkın Naram Sin ve onun batıl inançlara sahip
putperest halkına ait bir zafer yazıtı görülmektedir. |
|
Kitabın ilk bölümünde de belirttiğimiz gibi, Hz.
İbrahim'in kavmi kendi yaptıkları taştan ve tahtadan heykellere,
putlara tapıyor, sadece onlara dua ediyorlardı. Atalarından gelen
bu sapkın inanca körü körüne bağlanmışlardı. Hz. İbrahim ise, bu
topluma tek başına Allah'ın varlığını ve birliğini anlatacak kararlılığa
ve güçlü bir imana sahipti.
Tarih boyunca birçok toplumda "çoğunluk", üstünlük
anlamına gelmiştir. Bir toplumda çoğunluğun düşünce ve inancı ne
yöndeyse, o düşünce ve inanç çoğu zaman doğru kabul edilmiştir.
Cahiliye toplumlarında çoğunluğa karşı koymak zordur. Pek çok insan,
çoğunluğun baskısı altında ezilir ve hatalı olduğunu bildiği halde
pek çok düşünce ve uygulamaya boyun eğer. Ancak peygamberler ve
onları izleyen salih müminler böyle değildirler. Onlar çok büyük
çoğunluklara kararlılıkla karşı koyabilmişlerdir. Toplumlarından
gördükleri baskı, tehdit ya da saldırılar karşısında büyük bir cesaret
örneği sergileyerek Allah'ın dinine sadakat göstermişler, ibadetlerini
ve Rabbimizin emirlerini titizlikle yerine getirmişlerdir. Bunun
nedeni ise, her zaman sadece Allah'tan korkmuş ve O'na güvenip dayanmış
olmalarıdır.

Ey peygamber, Rabbinden sana
indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan,
O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun... (Maide Suresi,
67) |
Hz. İbrahim de bütün putperest kavmini tek başına
karşısına almıştır. Rabbimizin "Gerçek şu ki, İbrahim tek başına
bir ümmetti." (Nahl Suresi, 120) şeklinde övdüğü Hz. İbrahim'in
karşısına aldığı kişilerin arasında kendi babası da bulunmaktadır.
O, elleriyle yonttukları taş ve tahta parçalarından ibaret olan
putların hiçbir zaman ilahlık vasfına sahip olamayacağını, tek ilahın
Allah olduğunu sabırla anlatmıştır. Tüm topluma bu şekilde karşı
gelerek, dinlerinin batıl olduğunu anlatması ve düşmanlık gösteren
insanlarla güzellikle mücadele etmesi, Hz. İbrahim'in Allah'a olan
güçlü imanını, tevekkülünü, teslimiyetini, samimiyetini ve üstün
karakterini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Hz. İbrahim
Allah'a olan güçlü imanı sayesinde cesur ve kararlı bir kişidir.
Kavmine söylediği şu sözlerde, onun cesur karakteri açıkça görülmektedir:
Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi.
Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda
çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan
ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi
başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt
alıp-düşünmeyecek misiniz? Hem siz, O'nun haklarında hiçbir delil
indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl
sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde
olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer
bilebilirseniz." (Enam Suresi, 80-81)
Hz. İbrahim'in kavmine yaptığı tebliğde, onun Allah'a
olan derin ve coşkulu imanının çok güzel örnekleri görülmektedir.
Hz. İbrahim, Rabbimizin ona verdiği üstün kavrayış ve hikmet sayesinde
son derece etkileyici konuşmalar yapmış, çok hikmetli örnekler vermiştir.
Eğer hikmet gözüyle değerlendirilirse Müslümanlar bu tebliğ yöntemlerinden
günümüzde de istifade edebilir, insanları Allah'a iman etmeye Hz.İbrahim'in
yöntemiyle davet edebilirler. Bu nedenle ilerleyen sayfalarda Hz.
İbrahim'in tebliğindeki hikmetli açıklamalarından bazılarını inceleyeceğiz.
Hz. İbrahim'in Babasına Yaptığı
Tebliğ
Tebliğ yapmak, yani diğer insanları Allah'a bir
ve tek olarak iman etmeye davet etmek, her Müslümanın sorumluluklarındandır.
Bu ibadet, Kuran'da "iyiliği emredip kötülükten menetmek" olarak
ifade edilir. Bu salih amelin de temelinde, insanların "uyarılıp
korkutulmaları", yani Allah'ın tüm kainatı yoktan var ettiği, her
insanın Rabbimize karşı sorumlu olduğu ve ahiret gününde mutlaka
Allah'a hesap vereceği, dünya işlerinin karşılığını ahirette göreceği
gibi çok önemli gerçeklerin bildirilmesi ve hatırlatılması vardır.

... Allah'tan başka şahitlerinizi
çağırın. Ama yapamazsınız -ki kesin olarak yapamayacaksınız-
bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar
ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 23-24) |
Ancak bir kişiyi Kuran'da kastedilen anlamda uyarıp-korkutabilecek
olanlar, sadece Allah'a samimi olarak iman eden, O'ndan içli bir
saygıyla korkup sakınan, ihlas sahibi Müslümanlardır. Allah onlara
doğruyu yanlıştan ayırma gücü, hikmet ve akıl vermiştir. Konuşulan
kişinin karakterine, ruh haline ve hayata bakış açısına göre anlatım
yapılması, sözün en güzel şekilde söylenmesi, karşı tarafın verdiği
tepkilerin çok iyi değerlendirilmesi ve bu tepkilere göre yeni yöntemler
izlenmesi gerekir. Bir kişiye dahi tebliğde bulunmak ciddi bir çaba
gerektirirken, tüm toplumu uyarmak ve hatta Kuran'da bahsedildiği
gibi "babaları uyarılmamış kavimlere", yani din ahlakından uzak
yaşam süren, bilgisiz kitlelere dini anlatmak oldukça ağır bir sorumluluktur.
Allah bir ayetinde tebliğin "hikmetle ve güzel öğütle" yapılmasını
şöyle emreder:
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel
öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz
senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.
(Nahl Suresi, 125)
Her Müslüman, Allah'ın varlığını ve Kuran ahlakının
güzelliklerini mutlaka diğer insanlara da anlatıp tavsiye etmekle
yükümlüdür. Allah Kuran'da bunun yöntemlerini de öğretmiştir. Kuran
ayetlerinde iman edenlerin öncelikle yakınlarını Allah'a ve ahiret
gününe iman etmeye davet etmelerini bildirmiştir. Rabbimiz ayetlerinde
şu şekilde buyurmaktadır:
Allah ile beraber başka bir
ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Öncelikle)
En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar. (Şuara Suresi, 213-214)
Hz. İbrahim'in babasına yaptığı tebliğ, bu konuya
örnektir. Hz. İbrahim babasına putlara tapınmanın Allah'a ortak
koşmak anlamına geldiğini ve insanın bir tek Allah'a kulluk etmesi
gerektiğini çok hikmetli bir biçimde anlatmıştır.
Allah Kuran'da Hz. İbrahim'in babası Azer'e yaptığı
tebliği şu ayetlerle anlatmaktadır:
Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle)
demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni
ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum." (Enam Suresi,
74)
Hani babasına demişti: "Babacığım,
işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan
şeylere niye tapıyorsun? "Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen
bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım."
(Meryem Suresi, 42-43)
Hz. İbrahim'in babasına yaptığı tebliğde iman edenlerin
örnek alması gereken en önemli hususlardan biri, inkar eden kişi
ne kadar kibirli ve zorlu olursa olsun, ona Allah'ın emir ve tavsiyeleri
anlatılırken sabırlı davranılması ve güzel bir anlatım yapılması
gerektiğidir.
  |
Onun kendilerine bir sözle
cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda
sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? (Taha
Suresi, 89)
(solda) MÖ 2500-1100
yıllarından kalma bir put.(sağda) Asurlular taştan,
tahtadan yapılmış putlarının kendilerini felaketlerden
koruduğuna inanacak kadar büyük bir gaflet içindeydiler.
Hadad isimli put da Kral Esarhaddon (MÖ 7.yy)
tarafından koruyucu putlar arasında sayılıyordu.
|
|
Hz. İbrahim'in bu tutumu aynı Hz. Musa'nın Firavun'a
tebliğindeki tutumu gibidir. Hz. Musa da, Allah'ın "Ona
yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar."
(Taha Suresi, 44) emri gereği Firavun'a tebliğ yaparken ılımlı
ve yumuşak bir üslup kullanmıştır.
Hz. İbrahim'in babasına yaptığı tebliği ve babasının
verdiği karşılığı Allah ayetlerinde şöyle haber verir: "Babacığım,
şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır."
"Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman
tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın
velisi olursun."
(Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan
yüz mü çeviriyorsun? Eğer bir son vermeyecek olursan, andolsun,
seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, git."
(İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin
için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır"
dedi. "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum
ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım."
(Meryem Suresi, 44-48)
Hz. İbrahim ve babası arasında geçen bu konuşmalar
bizler için çok önemli hikmetler içermektedir. Öncelikle Hz. İbrahim'in
son derece cesur ve tevekküllü tavrı dikkat çekicidir. Hz. İbrahim
ölüm pahasına da olsa Allah'ın emrini yerine getirmiş ve babasını
hidayete davet etmiştir. Babasının sevgisini, yardımını, imkanlarını
kaybetmeyi göze almış, onun tehditlerini önemsememiş ve kendisine
"benden uzaklaş, git" demesine karşılık, çok büyük bir tevekkül
ve sabır göstermiştir. Allah'ın kendisine yardım edeceğini ve doğru
yolu göstereceğini bilmiş, bunun verdiği rahatlık ve güven içinde
davranmıştır. Yaşadığı evden haksız yere uzaklaştırılmasının üzerine
hemen Allah'a dua etmesi ve O'nun duasına icabet edeceğine güvenmesi,
bir Müslümanın sahip olması gereken örnek tevekkül ve ihlası göstermektedir.
Dahası, Hz. İbrahim, kendisine karşı bu kadar düşmanca davranan
babasına karşı çok güzel bir ahlak göstermiş, ılımlı üslubunu korumuş
ve ona "babacığım" diye hitap etmeyi sürdürmüştür. Bu, her Müslümanın
örnek alması gereken çok üstün bir ahlak özelliğidir. O, babasına
büyük bir şefkat ve itidalle yaklaşmış, onu mütevazi bir biçimde
hidayete çağırmış, ama babası inkarda direnince hemen Allah'a sığınıp
babasından uzaklaşmıştır. Hz. İbrahim'in bu tavrı, bir Müslümanın
diğer insanlara bakışındaki tek ölçünün Allah'ın rızası olması,
"Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek (hoşlanmamak)" olması
gerektiğini göstermektedir. Allah her Müslümanın sahip olması gereken
bu vasfı ayetlerde şöyle haber verir:
Kendilerine onların gerçekten çılgın
ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi
olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri peygambere ve iman edenlere
yaraşmaz. İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona
verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a
düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok
duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 113-114)
Hz. İbrahim ile babası Azer arasındaki konuşmalarda
dikkat çekici olan bir diğer husus, Azer'in şirk dinine olan şiddetli
bağlılığıdır. Öyle ki, bu bağlılık kendi kanından olan ve yıllarca
büyütüp, yanında tuttuğu ve kendisine karşı da son derece saygılı
davranan oğlunu ölüm ile tehdit etmesine kadar varmaktadır. Hz.
İbrahim'in, Azer tarafından böylesine ağır bir şekilde tehdit edilmesinin
tek sebebi, onun yalnızca Allah'a ibadet etmesi ve kavminin şirk
dinini reddetmesidir. Azer, oğlu Hz. İbrahim'i "taşa tutmakla" tehdit
edecek kadar azgınlaşmıştır. Bu durum, inkarcıların zalim, tahammülsüz
ve baskıcı karakterinin bir örneğidir.
Hz. İbrahim'in Öğüt Verdiği
İnkarcı
Kuran'da, Hz. İbrahim'in insanları Allah'a iman
etmeye davet ederken karşılaştığı azgın bir hükümdardan bahsedilmektedir.
Tarihi kaynaklarda "Nemrud" olarak anılan bu inkarcı ile Hz. İbrahim
arasında önemli bir konuşma geçmiştir:
Allah, kendisine mülk verdi, diye
Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim:
"Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür
ve diriltirim" demişti... (Bakara Suresi, 258)

Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve
Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle
emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen
bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 12) |
Ayette belirtildiği üzere mal, mülk ve iktidarından
dolayı böbürlenen bu kişi, Hz. İbrahim'le tartışmaya girerek kendisinin
de yaratma vasfına sahip (Allah'ı tenzih ederiz.) olabileceği gibi
büyük ve akılsızca bir iftirada bulunmuştur. Malıyla, mülküyle övünen
bu kişi kendini ilahlaştırmakta, Allah'ı inkar etmektedir. Kibirinden
dolayı Allah'ın tüm kainat üzerindeki güç ve kudretini görmek istememektedir.
İnkarcı kişi -tarihi kaynaklara göre Nemrud- kendisine
Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ eden Hz. İbrahim ile tartışmaya
girer. Allah'a karşı büyüklenen bu kişiye Hz. İbrahim'in verdiği
cevap ise, son derece hikmetli ve akılcıdır:
… "Şüphe yok, Allah Güneş'i doğudan
getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp
kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara
Suresi, 258)
Allah'ın varlığını ve kudretini insanlara anlatan
peygamberler her zaman bu örnekteki gibi hikmetli ve akılcı anlatımlar
kullanmışlardır. Allah'a olan samimi imanları onların tebliğlerini
etkili kılmış, inkarcıların sapkın bakış açıları bu şekilde geçersiz
hale gelmiştir. Kendilerini doğru yolda zanneden, mallarına, güçlerine
ve şirk koştukları putlarına güvenen inkarcılar ise, iman edenler
karşısında her açıdan çok çaresiz kalmışlardır. Çünkü Allah'ın mükemmel
yaratışını ve sonsuz gücünü anlatan iman sahipleri karşısında batıl
inançlarının savunmasını yapabilmeleri mümkün değildir. Onlar her
zaman yenilmeye, ayetteki ifadeyle "afallamaya", cevapsız kalmaya
mahkumdurlar.
Hz. İbrahim'in verdiği cevapta dikkat çeken bir
diğer yön ise, onun samimiyeti ve doğallığıdır. İçten gelen, samimi
bir anlatım şekli Allah'ın izni ile her zaman insanların kalplerine
ve vicdanlarına etki eder. Çünkü Allah'ın varlığı apaçıktır ve mümin
bu kesin gerçeği içinden geldiği gibi doğal bir üslupla anlatır.
Ancak bu anlatım karşısında etkilenseler dahi, insanların bir bölümü
şeytanın etkisine kapılarak inkarda ısrar ederler. Genellikle dinden
uzak yaşayan bu insanlar, Hz. İbrahim ile tartışmaya giren kişi
gibi zenginliğin, güzelliğin veya mevkinin kendi çabalarının bir
ürünü olduğunu düşünerek kibirlenirler. Kendilerine haksız bir üstünlük
payesi vererek Allah'ın büyüklüğünü unuturlar. Şeytan onları sahip
oldukları güç ve iktidarı kullanarak kibire sürükler. Bu şekilde
Allah'a kulluk etmelerini engellemek ister.
Müminler de tebliğ yaparken birçok insanla karşılaşırlar.
Bunların çoğu, büyüklenerek Allah'ın gücünü ve kudretini hakkıyla
göremez. Bu durumda Müslümanların yapmaları gerekenlerden biri,
Hz. İbrahim gibi onların kibirlerini ortadan kaldıracak, Allah'ın
karşısında ne kadar aciz olduklarını kendilerine hissettirecek örnekler
vermek olmalıdır. Bunun sonucunda inkar eden kişi artık kibirlenmesinin,
malı ile övünmesinin Allah'ın gücü karşısında hiçbir önemi olmadığını
anlayacaktır. Kendi güç ve kudretinin sınırlı olduğunu, ölümü ile
birlikte herşeyin yok olacağını, Allah'ın ise tek mutlak güç olduğunu
vicdanı ile hissedecektir.
Hz. İbrahim'in, kendisiyle tartışmaya giren kişiye
karşı kullanmış olduğu anlatım şekli, tebliğde akılcı, hikmetli
ve sonuca yönelik konuşmanın ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir.
Müslüman, hiçbir zaman tartışmaya dayalı ve sonuç getirmeyecek konuşmalara
girmemelidir. Aksine her zaman için karşı tarafın psikolojik durumunu
ve mantık örgüsünü tahlil ederek, onun batıl inançlarını ortadan
kaldıracak, ona Allah'ın varlığını gösterecek etkileyici ve akılcı
izahlar kullanmalıdır. Bu etkili ve hikmetli anlatım şekline ise,
ancak imanda derinleşmiş, Allah'ın ayetlerini uygulamada titiz davranan
ve Allah'tan çok korkan insanların sahip olabilecekleri açıktır.
Çünkü hikmet Allah'ın bir lütfudur ve onu Allah'tan talep etmek
gerekir.
Allah bir ayette "Kime dilerse
hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir
hayır da verilmiştir..." (Bakara Suresi, 269)şeklinde buyurarak,
bu sırrı bizlere haber vermektedir.
... İğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz
söylemekten de kaçının. Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak,
O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın...
...Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu
bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip
atmış gibidir. (Hac Suresi, 30-31)
|
---------------------------------------------------------
2- Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim
Canan, 2. cilt, s. 130
|