İSLAM TARİHİNDE
MÜSLÜMANLAR
VE KİTAP EHLİ
Kitap Ehli'nin İslam İdaresinde Bulduğu Huzur
Hıristiyanlar ve Yahudiler, Müslümanların idaresinde
her türlü özgürlükten en yüksek derecede faydalanma imkanına sahipken,
benzer bir hoşgörü ve merhameti diğer dinlerin mensuplarından görmemişlerdir.
Milattan sonra ilk yüzyılda Yahudiler Hıristiyanlara karşı baskı
uygularken, sonraki yüzyıllarda güçlenen Hıristiyanlar da Yahudilere
ve hatta farklı mezheplerden Hıristiyanlara karşı baskı uygulamışlardır.
Özellikle Ortaçağ'a egemen olan bu baskı, pek çok Yahudi ve farklı
mezhepten Hıristiyanın, Müslümanların merhametine ve korumasına
sığınmalarına neden olmuştur. İslamiyet'in ilk dönemlerinde Bizanslıların
Mısır ve diğer bölgelerdeki Yakubi Hıristiyanlarına karşı; Haçlı
Seferleri sırasında Katoliklerin, güzergahları üzerindeki ve Kudüs
ve çevresinde yaşayan Yahudilere ve Ortodokslara karşı; Avrupa'da
Hıristiyanların Yahudilere karşı; İspanya'da Hıristiyanların, Müslümanlara
ve Yahudilere karşı izledikleri baskı ve şiddet politikasının benzerine
İslam topraklarında hiçbir zaman rastlanmamıştır.
Bu hoşgörünün en önemli örneklerinden biri hiç
kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu'dur. Antalya Patriği Makarios'un,
Ortodokslara zulmeden Katolik Polonyalıları Osmanlı idaresiyle kıyaslayan
şu sözleri bu gerçeği gösteren örneklerden sadece bir tanesidir:
O imansızlar tarafından öldürülen binlerce
insana, kadın, kız ve erkeklere ağladık. Lehliler Ortodoks adını
dünyadan kaldırmak istiyorlar. Allah Türklerin devletini ebedi
eylesin. Zira Türkler vergi aldıktan sonra Hıristiyan ve Yahudilerin
dinlerine dokunmazlar. (Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi
Tarihi, İstanbul 1969, s. 193)
İspanyol zulmünden kaçan Yahudiler de aradıkları
huzuru ve güvenliği yalnızca Osmanlı topraklarında bulmuşlardır.
İspanya'dan sürülen ve çeşitli ülkelere sığınan Yahudiler bu topraklarda
da çok büyük zorluk ve sıkıntılarla karşılaştılar. Çoğu kentlere
girmelerine izin verilmediği için açlık ve susuzluktan şehir girişlerinde
hayatlarını kaybettiler. Cenovalıların gemilerinde yolculuk edenler
ise, gemi çalışanları tarafından ya zulme uğradılar ya da esir olarak
korsanlara satıldılar. İmparatorluğu'nun sınırlarını Yahudilere
açan Sultan Beyazıt ise, Yahudilere gereken hoşgörü ve özenin gösterilmesi
için tüm eyaletlere bir ferman gönderdi. Fermanda, "İspanya
Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun, tam bir içtenlikle karşılanmaları;
aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya
en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacakları..."
bildiriliyordu. Dindarlığı ile tarihe geçmiş olan Sultan Beyazıt'ın
bu misafirperverliği ve hoşgörüsü, hiç kuşkusuz Kuran ahlakına olan
bağlılığından kaynaklanıyordu.
Kitap Ehli'nin İslam idaresi altında son derece
rahat ve müreffeh bir yaşam sürdüklerinin bir diğer örneği de, Endülüs'teki
Müslüman Emevi devletidir. Bu devlette, o dönemin Avrupası'nda eşi
görülmemiş yüksek bir medeniyet kurulmuştur. Dini hoşgörü ise bu
medeniyetin temel özelliklerinden biri olmuştur. Hıristiyan saldırıları
karşısında yüzyıllar içinde küçülen Endülüs'ün son parçası olan
Gırnata'da yaşayan Yahudiler için tarihi kaynaklarda yer alan; "Yahudilerin
Gırnata'daki muhteşem yaşamlarını görmeyenler görkem nedir bilmiyorlar
demektir." ifadesi, dikkat çekicidir. O dönemde Gırnata, Yahudiler
için dünyanın en güvenli topraklarıdır.
İslam idaresi ile birlikte ahalisi huzur bulan
topraklardan biri de Filistin'dir. Filistin'de yaşayan Yahudi ve
Hıristiyan cemaatler, İslam idaresinin olduğu dönemlerde inanç özgürlüğüne
sahip olmuş, Müslümanların yönetimi altında huzur ve güvenlik içinde
yaşamışlar, ticaret ve zanaatla serbestçe ilgilenmişlerdir. Son
olarak Osmanlı İmparatorluğu bölgede 500 yüzyıl boyunca barışı ve
güvenliği sağlamış, Osmanlı'nın kurduğu nizamı daha sonra yeniden
inşa etmek mümkün olmamıştır. Osmanlı'nın Kudüs ve çevresine getirdiği
özgürlük ve hoşgörü İsrail Dışişleri eski Bakanlarından Abba Eban
tarafından şu şekilde ifade edilmektedir:
Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm,
kan ve işkenceye layık görülen Kudüs ve Yahudi halkı ancak ve
ancak Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethetmesinden ve bu fethin
Kanuni tarafından pekiştirilmesinden sonradır ki, insanca yaşamanın,
eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini
öğrendi. (İlhan Bardakçı, "Biz Hiç Irk Olmamışız", Tercüman,
7 Mayıs 1983)
Sadece Filistin'de değil İslam dünyasının dört
bir yanında Müslümanlarla Yahudiler ve Hıristiyanlar asırlar boyunca
aynı şehirlerde, hatta aynı mahallelerde birarada huzur ve güvenlik
içinde yaşamışlardır. Ehl-i Kitap mensupları, Müslümanların yönetiminde
olan bölgelerde, diledikleri gibi ticaretle uğraşıp mal sahibi olmuşlar,
çeşitli meslek gruplarına dahil olabildikleri gibi devlet kademelerinde,
hatta Saray'da dahi görev almışlardır. Fikir ve düşünce özgürlüğünden
en üst düzeyde faydalanmış, ilim ve kültür hayatının bir parçası
haline gelmiş ve günümüze kadar gelen eserler bırakmışlardır. Sosyal
haklarını kullanmalarına engel olabilecek hiçbir baskı ile karşılaşmadıkları
gibi, inanç ve ibadet özgürlüğünden de en üst seviyede faydalanmışlardır.
Örneğin Abbasi sarayında görev yapan Hıristiyan doktorların, aileleri
ve yanlarında çalışanlar ile birlikte İncil okumalarına, ibadetlerini
yerine getirmelerine karışılmadığı, tarihi kaynaklarda yer alan
bir bilgidir.
İslam dünyasında bilime ve bilim adamlarına verilen
önem, Hıristiyan ve Yahudi bilim adamlarının da bizzat Halifeler
tarafından korunmasını sağlamıştı. İslam topraklarında farklı dinlerden
bilim adamları devlet yöneticileri tarafından düzenlenen toplantılarda
biraraya gelir, ilmi sohbetler düzenlenirdi. Hıristiyan ve Yahudi
hekimler, Müslüman meslektaşlarıyla fikir alışverişinde bulunur,
dönemin pek çok önemli tıp eseri, Halifenin ya da devlet erkanının
huzurunda yapılan toplantı ve tartışmalarda ele alınırdı.
İslam idaresi altında, Kitap Ehli'nin çok canlı
bir kültür hayatı vardı. Müslüman devlet adamları, fethedilen topraklardaki
kültürel çalışmaları koruma altına alıyor ve bunları İslam İmparatorluğu'nun
başkenti olan Bağdat'a getirterek, Müslüman ve Kitap Ehli'nden bilim
adamlarının araştırmalarına açıyorlardı. Hıristiyanlar ve Yahudiler
de bu araştırmalara dayanarak hazırladıkları eserlerini ve ayrıca
kendi dini inançlarını halklarına öğretmek için hazırladıkları çalışmaları
diledikleri gibi çoğaltıp dağıtabiliyorlardı. Müslümanların bilimi
ve fikir özgürlüğünü destekledikleri böyle bir dönemde, Hıristiyanlığın
merkezi konumundaki Avrupa'da ise engisizyon mahkemeleri insanları
düşünce ve inançlarından dolayı diri diri yakarak idam ettirebiliyordu.
Müslüman liderlerin adalet anlayışı, kimi Yahudi
ve Hıristiyanların, kendi kanunlarının geçerli olduğu mahkemeler
olmasına rağmen, davalarının İslam mahkemelerinde görülmesini istemelerine
de neden olmuştur. Bir dönem İslam mahkemelerine başvuran Hıristiyanların
sayısındaki artış nedeniyle, Nasturi Patriği Timasavus Hıristiyanları
uyaran bir bildirge yayınlama ihtiyacı hissetmiştir.
İslam tarihinde görülen bu eşsiz hoşgörü ve adalet
anlayışının temeli elbette Kuran ahlakıdır. Kuran ahlakını uygulayan
Müslümanların idaresindeki topraklarda her zaman güvenlik, adalet
ve barış hakim olmuştur. Halkın mutluluğunu ve refahını esas alan
bu yönetimler, kendilerinden sonra gelen pek çok nesile örnek olacak
bir sistem kurmuşlardır. Günümüzde de merhameti, şefkati, adaleti,
anlayışı, tevazuyu, sabrı, fedakarlığı, özveriyi emreden gerçek
Kuran ahlakının İslam dünyasında yaygınlaşmasıyla, hem Müslümanların
hem de gayri Müslimlerin huzur ve güvenlik bulacakları bir düzenin
inşa edilmesi mümkün olacaktır.
GERİ
 |