HAZRETİ İSA ALLAH'IN OĞLU DEĞİLDİR
ALLAH'IN PEYGAMBERİDİR
İNCİL'DE TARİF EDİLEN ALLAH'IN
PEYGAMBERİ HZ.İSA
ıristiyanlık
çeşitli mezheplere, bu mezhepler de kendi içlerinde çeşitli kollara
ayrılmaktadır. İncil'i farklı şekillerde yorumlayan, farklı uygulamalara
sahip çok çeşitli dini akımlar, kiliseler bulunmaktadır. Ancak bu
farklı kolların çok büyük bir bölümünün ittifakla kabul ettikleri
iman esası "üçleme"dir.
Tarih boyunca üçleme inancını reddeden çeşitli
akımlar ortaya çıkmış, ancak bu akımların büyüyüp güçlenmeleri,
çoğunluğu oluşturan üçleme savunucuları tarafından engellenmiştir.
Bu akımlar hemen "sapkın" ilan edilmiş, baskıya maruz kalmış ve
bir şekilde sindirilmişlerdir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz
bazı azınlık gruplar dışında üçleme inancı, Hıristiyan dünyasında
genelde kabul görmüş ya da kabul görmeye zorlanmıştır.
Kitabın başından beri belirttiğimiz gibi üçleme
inancı Kuran'a tamamen aykırı bir inançtır ve İncil'de dahi yer
alan açıklamalar Hz. İsa'nın hayatının hiçbir anında böyle bir iddiada
bulunmadığını, böyle bir şeyi ima dahi etmediğini, hatta bu gibi
girişimleri bizzat kendisinin engellediğini, her konuşmasında Allah'ı
övdüğünü ve yücelttiğini ortaya koymaktadır. Günümüzde üçleme
inancının karşısında yer alan çevrelerin en çok üzerinde durdukları
konulardan biri de zaten budur: Hz. İsa'nın beşer kimliği.
Hz. İsa'nın hayatı üçleme iddiasını
yalanlar
İncil'de
Hz. İsa'nın hayatı ve bu kıymetli elçinin tebliği ile ilgili verilen
bilgiler ve Hz. İsa'nın hikmetli öğütleri üçleme inancı nedeniyle
asırlardır gözardı edilmektedir. Üçleme inancı kafaları o kadar
karıştırmaktadır ki, bunun sonucunda Hz. İsa ilahlaştırılmakta ve
adeta kendisinden medet umulur hale getirilmektedir.
Kuran'a göre Hz. İsa, Allah'ın insanlara uyarıcı
ve korkutucu olarak gönderdiği, doğumundan Kendi Katı'na alışına
kadar hayatının her anında benzersiz mucizeler yaratarak yardımda
bulunduğu mübarek bir peygamberidir. Onun doğumu Allah'tan çok büyük
bir mucizedir. Ancak doğumunun ardından o da tüm insanlar gibi bir
yaşam sürmüştür. Hz. İsa da diğer insanlar gibi Allah'ın "Ol" demesiyle
var olmuştur ve Allah'a karşı aczini bilen, Allah'a muhtaç bir beşerdir.
Gerek Kuran ayetlerinde gerekse İncil'de Hz. İsa'nın beşer özellikleri
çok çeşitli örneklerle tarif edilir. Örneğin önceki bölümlerde de
belirttiğimiz gibi, Rabbimiz Maide Suresi'nin 75. ayetinde Hz. İsa
ve Hz. Meryem için "...ikisi de yemek yerlerdi..." şeklinde
buyurmuş, onların birer melek olmadıklarını, diğer insanlar gibi
olduklarını belirtmiştir.
İncil'de yer alan pek çok örnekte Hz. İsa'nın beşer
özelliklerinden bahsedilmektedir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
Hz. İsa'nın doğumu, soyu, yakınları

Stephan Lochner, Cologne Katedrali, 1440-1450
|
İncil'de Hz. İsa'nın soyu ve dünyaya gelişi ile
ilgili çeşitli açıklamalar bulunmaktadır. Bu bilgilere göre Hz.
İsa, Hz. Davud'un soyundan gelmektedir. Hz. İsa halk arasında tanınan
bir kişidir. Halk onun kimin soyundan geldiğini, nerede doğup büyüdüğünü
bilmektedir. Hz. İsa'nın ailesi halk tarafından yakından tanınmaktadır:
Eski çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından
bildirdiği gibi, kulu Davut'un soyundan bizim için güçlü
bir kurtarıcı çıkardı; düşmanlarımızdan, bizden nefret edenlerin
hepsinin elinden kurtuluşumuzu sağladı. (Luka, 1/69-71)
İbrahim oğlu, Davut oğlu İsa Mesih'in soyuyla
ilgili kayıt şöyledir... (Matta, 1/1-2)
Daha sonra İsa'nın annesiyle kardeşleri
geldi. Dışarıda durdular, haber gönderip onu çağırdılar. (Markos,
3/31)
Önden giden ve arkadan gelen kalabalıklar şöyle
bağırıyorlardı: "Davut oğluna hozana! Rab'bin adıyla gelene
övgüler olsun, en yücelerde hozana!" İsa Kudüs'e girdiği zaman
bütün kent, "Bu kimdir?" diyerek çalkalandı. Kalabalıklar, "Bu,
Celile'nin Nasıra kentinden İsa Peygamber" diyordu. (Matta,
21/9-11)
Meryem'in oğlu, Yakup, Yose, Yahuda ve Simun'un
kardeşi olan marangoz değil mi bu? Kızkardeşleri burada, aramızda
yaşamıyor mu?.. (Markos, 6/3)
Hz. İsa'nın beşeri özellikleri
Üçleme inancının özünde Hz. İsa'nın beşeri özelliklerini
gözardı etme anlayışı bulunmaktadır. Oysa İncil'de Hz. İsa ile ilgili
verilen bilgilerden, bu kıymetli insanın "Allah'ın oğlu değil, Allah'ın
mübarek bir elçisi olarak anlatıldığı" açıkça anlaşılmaktadır. Onun
da her insan gibi bir hayat yaşadığı görülmektedir. O da diğer insanlar
gibi doğmuş, bebeklik, çocukluk ve gençlik dönemlerinden geçmiştir.
Yemek yeme ihtiyacı hissettiğinde yanındaki havarileriyle birlikte
Allah'a şükrederek yemek yemiş, uzun bir günün ardından her insan
gibi yorulmuş ve uyuma ihtiyacı hissetmiştir. Bunun yanı sıra Hz.
İsa'nın yıkanmak, temizlenmek gibi her türlü fiziksel ihtiyacına
da çevresindeki kişiler şahit olmuşlardır. Bunlar, bir insanın karşılaması
zorunlu olan doğal ihtiyaçlarındandır. Ayrıca üçleme inancında Hz.
İsa'ya atfedilmeye çalışılan ilahlık iddiasıyla da tamamen çelişmektedir.

Jean-Baptiste de Champalgne, Son Yemek, 1631-81
|
İsa bilgice ve boyca gelişiyor, Allah
ve insanlar önünde iyilik buluyordu. (Luka, 2/52)
Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı,
şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. (Luka, 24/30)
Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki
öğrencilerine, "Sizde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu.
Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. İsa onu alıp gözlerinin
önünde yedi. (Luka, 24/41-43)
Mayasız Ekmek bayramının ilk günü öğrenciler
İsa'nın yanına gelerek, "Fısıh yemeğini yemen için nerede hazırlık
yapmamızı istersin?" diye sordular. (Matta, 26/17)
Daha sonra İsa, Levi'nin evinde yemek yerken...
(Markos, 2/15)
İsa bundan sonra eve gitti. Yine öyle büyük bir
kalabalık toplandı ki, İsa'yla öğrencileri yemek bile yiyemediler.
(Markos, 3/20)
Sofraya oturmuş yemek yerlerken İsa, "Size
doğrusunu söyleyeyim" dedi, "sizden biri, benimle yemek yiyen
biri beni ele verecek." (Markos, 14/18)
Ferisilerden biri İsa'yı yemeğe çağırdı. O
da Ferisi'nin evine gidip sofraya oturdu. (Luka, 7/36)
... İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için
kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli bir
kadın su çekmeye geldi. İsa ona, "Bana su ver, içeyim"
dedi. (Yuhanna, 4/6-7)
İsa, kayığın uç tarafında bir yastığa yaslanmış
uyuyordu... (Markos, 4/38)
İsa onlara, "Gelin, tek başımıza tenha bir yere
gidelim de biraz dinlenin" dedi. Gelen giden öyle çoktu
ki, yemek yemeye bile vakit bulamıyorlardı. (Markos, 6/31)
...Yolculuktan yorulmuş olan İsa kuyunun yanına
oturdu... (Yuhanna, 4/4)
Yukarıda alıntı yaptığımız bu İncil pasajları Hz.
İsa'nın diğer tüm insanlar gibi Rabbimiz'in rahmetine muhtaç bir
beşer olduğunu ortaya koymaktadır. O, Allah'ın tüm alemlere üstün
kıldığı, peygamberlik makamıyla şereflendirdiği ve mucizelerle lütufta
bulunduğu, çok üstün ahlaklı bir kuludur. O, seçkin özelliklere
sahip bir beşerdir, ama aynı zamanda diğer canlılar gibi Allah'ın
rahmetine muhtaç, aciz bir kuldur. Oysa canlı ve cansız tüm kainatın
yaratıcısı olan Allah daima diridir, her an herşeye hakimdir, herşeyi
bilir, herşeye güç yetirir, O'nu uyku ve uyuklama tutmaz. O her
türlü acizlikten de münezzehtir. O, yarattıklarına çeşitli acizlikler
vermiş ve sahip oldukları bu eksiklikleri fark ederek yalnızca Kendisi'ne
kulluk etmelerini, herşeyi Kendisi'nden istemelerini emretmiştir.
Hz. İsa da tüm insanlar gibi Allah'ın
rahmetine muhtaç bir kuldur
Allah’ın emri geldi, artık onda acele etmeyin.
O (Allah), şirk koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir.
(Nahl Suresi, 1)

|
Hem Kuran ayetlerinde hem de İncil'de Hz. İsa'nın
Allah'ın sonsuz lütfuyla çeşitli mucizeler gösterdiğinden bahsedilir.
Ancak Hz. İsa her konuşmasında; yaptığı tebliğlerinde ve havarilerle
olan sohbetlerinde bu mucizeleri Allah'ın dilemesiyle gerçekleştirdiğini
belirtmiştir. Konuşanın kendisi değil Allah olduğunu, tüm yapılan
işleri Allah'ın yerine getirdiğini, Allah'ın tüm canlılar üzerinde
tek hakim olduğunu sık sık hatırlatmıştır. Kendisinin Allah'ın risaletini
insanlara duyuran bir kul olduğunu, Allah'ın dilemesiyle bu yaptıklarını
gerçekleştirdiğini, her yaptığının Allah'ın kontrolünde olduğunu
vurgulamıştır. Bu açıklamalarından bazıları şu şekildedir:
Herşey bana Rabbim tarafından verildi... (Matta,
11/27)
...Allah'ın bana verdiği buyruk uyarınca iş
görüyorum... (Yuhanna, 14/31)
...Size söylediğim sözleri kendiliğimden söylemiyorum...
(Yuhanna, 14/10)
...Size önemle belirtirim ki, elçi kendiliğinden
hiçbir şey yapamaz... (Yuhanna, 5/19)
...Benim öğretişim kendimden değil, beni gönderenden
esinleniyor. (Yuhanna, 7/16)
Onları bana veren Rabbim her varlıktan üstündür...
(Yuhanna, 10/29)
Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım. Ne diyeceğimi,
ne konuşacağımı beni gönderen Allah buyurdu. O'nun buyruğunun
ise sonsuz yaşam olduğunu biliyorum. Bunun için konuştuğum
her sözü Allah'ın bana bildirdiği gibi söylüyorum. (Yuhanna,
12/49-50)
İsa Allah'ın herşeyi kendi ellerine verdiğini
ve Allah'tan gelmiş olup yine Allah'a gittiğini biliyordu.
(Yuhanna, 13/3)
Beni gönderen benimle beraberdir. O beni kendi
başıma bırakmadı. Çünkü ben her zaman O'nun beğendiği işleri
yapıyorum. (Yuhanna, 8/29)
Ben kendi kendime hiçbir şey yapamam; işittiğim
gibi yargılarım. Benim yargılayışım doğrudur. Çünkü kendi isteğimi
değil, beni gönderenin isteğini ararım. (Yuhanna, 5/30)
Kendisine Rabbimden olanak sağlanmadıkça,
kimse bana gelemez... (Yuhanna, 6/65)
İncil'de yer alan yukarıdaki açıklamalar üçleme
inancı açısından son derece önemlidir. Çünkü bu ifadelerde, Hz.
İsa'nın bir ilah değil (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'a muhtaç,
Allah'ın dilediği şekilde hareket eden, Allah'ın emrettiği şekilde
karar veren, Allah'ın ilhamıyla konuşan, Allah'ın beğeneceği işler
yapan bir kul olduğu bizzat Hz. İsa'nın kendisi tarafından dile
getirilmektedir. Ancak üçleme inancında tüm bu hikmetli ve samimi
ifadeler göz ardı edilmekte, Hz. İsa ise var olmak için hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan, üstün bir varlık olarak tanıtılmak istenmektedir.
Oysa bunlar gerçeği yansıtmadığı gibi, hem Rabbimiz'in yüce Zatı'na
hem de O'nun mübarek elçisi Hz. İsa'ya karşı da saygıdan uzak bir
yaklaşımı yansıtmaktadır. Rabbimiz tüm bu benzetmelerden münezzehdir.
O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, tüm kusur ve eksikliklerden uzak,
sonsuz ve tek güç sahibi olan Allah'tır. O'na denk ve eş bir varlık
yoktur.
Buradaki ifadede Hz. İsa'nın yalnızca Allah'a kulluk
etmekle ilgili hükümlere uyduğu açıkça görülmektedir. Yalnızca Allah'a
kulluk eden Hz. İsa'yı sözde Allah ile eşit sayan üçlemenin ne kadar
batıl bir inanç olduğu, buradan da anlaşılabilir. (Allah'ı tenzih
ederiz)
Hz. İsa'nın Allah'a dua etmesi
Üçleme inancını yalanlayan bir diğer delil ise,
bu mübarek insanın Rabbimiz'e olan samimi dualarıdır. Dua eden insan
Allah'ın varlığını ve birliğini, O'na karşı olan acizliğini, kendisine
tek yardım edecek olanın Allah olduğunu ve O'ndan başka ibadet edilecek
hiçbir güç olmadığını kabul etmiş demektir. Dua Allah'a olan derin
teslimiyetin, kişinin kendi aczinin farkında oluşunun en güzel ifade
şekillerinden biridir. Rabbimiz tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan
ve sonsuz kudret sahibi olandır. Evrende tüm kudret O'na aittir.
Yardım ve bağışlanma, sadece ve sadece, herkesin Kendisi'ne muhtaç
olduğu, Kendisi ise kimseye muhtaç olmayan Allah'tan istenir. Hz.
İsa'nın duaları da Allah'a olan teslimiyetinin ve sahip olduğu güçlü
Allah korkusunun en samimi göstergelerindendir. İncil'de belirtildiğine
göre Hz. İsa hem şükretmek hem de istekte bulunmak amacıyla Rabbimiz'e
dua etmiştir. Kendisine isteklerini verebilecek tek ve mutlak gücün
Allah olduğunu bilmiştir:
Biraz ileriye giderek yüzüstü yere kapandı,
duaya koyuldu... (Matta, 26/39)
Halka çimenlerin üzerine oturmalarını buyurduktan
sonra, beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe dikerek
şükran duasını yaptı... (Matta, 14/19)
Halkı salıverdikten sonra dua etmek için tek
başına dağa çıktı. Akşam olurken orada yalnızdı. (Matta, 14/23)
Sabah çok erkenden, ortalık henüz ağarmadan İsa
kalktı, evden çıkıp ıssız bir yere gitti, orada dua etmeye
başladı. (Markos, 1/35)
Onları uğurladıktan sonra, dua etmek için
dağa çıktı. (Markos, 6/46)
İsa öğrencilerine, "Ben dua ederken siz
burada oturun" dedi. (Markos, 14/32)
O günlerde İsa, dua etmek için dağa çıktı
ve bütün geceyi Allah'a dua ederek geçirdi. (Luka, 6/12)
İsa bir yerde dua ediyordu. Duasını bitirince
öğrencilerinden biri O'na, "Öğretmen" dedi, "Yahya'nın kendi öğrencilerine
öğrettiği gibi sen de bize dua etmesini öğret." (Luka, 11/1)
... Ben, imanını yitirmeyesin diye senin için
dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir." (Luka,
22/32)
Kuran'da yer alan bir ayette de Hz. İsa'nın, Rabbimiz'in
en güzel sıfatlarını anarak yaptığı samimi duası şöyle bildirilmiştir:
Meryem oğlu İsa: "Allah'ım,
Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için
bir bayram ve Sen'den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen
rızık vericilerin en hayırlısısın" demişti. (Maide Suresi, 114)
Allah Hz. İsa'nın bu duasını kabul etmiş ve şöyle
buyurmuştur:
Allah demişti ki: "Şüphesiz Ben
bunu size indireceğim. Artık bundan sonra sizden kim inkâr ederse,
Ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım bir
azapla azablandıracağım." (Maide Suresi, 115)
Hz. İsa Allah'a dua ederek O'ndan bir sofra indirmesini
istemiştir. Allah Hz. İsa'nın bu duasını kabul ederek O'nun dileğini
yerine getirmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki, Hz. İsa'nın bu mucizeyi
yerine getirecek bağımsız ve özel bir gücü bulunmamaktadır. O, Allah'ın
sonsuz yaratma gücünü insanlara göstermesinde elçilik görevini üstlenen
çok mübarek bir kuldur.
İncil'de Hz. İsa "Allah'ın elçisi"
olarak isimlendirilmiştir
Üçleme inancının özünde, Hz. İsa'yı Allah'ın risaletini
tebliğ eden bir elçi ya da diğer peygamberler gibi Allah'ın gönderdiği
bir kul olarak değil, "Allah'ın oğlu" (Allah'ı tenzih ederiz) olarak
görme anlayışı bulunmaktadır. Oysa İncil'de Hz. İsa'nın Allah'ın
vahyini tebliğ eden, insanları iman etmeye ve Allah'a teslim olmaya
davet eden bir elçi olduğu anlatılır. Hz. İsa da "gönderilmiş bir
elçi" olduğunu tebliğlerde sürekli ifade etmektedir. Hz. İsa'nın
Allah'a söylediği "Ben onlara Senin sözünü ilettim" (Yuhanna, 17/14)
şeklindeki sözü özellikle dikkat çekicidir. O da Hz. Süleyman, Hz.
Musa, Hz. Davud, Hz. Muhammed gibi bir peygamberdir, Allah'ın risaletini
tebliğ eden bir elçidir. Nitekim bir İncil pasajında Hz. Musa'nın;
"Tanrı size kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber
çıkaracak" (Elçilerin İşleri, 7/37) şeklinde söylediği haber
verilmektedir. Hz. İsa'nın peygamberliğini teyit eden İncil açıklamalarından
bazıları şu şekildedir:
Beni sevmeyen, sözlerimi tutmaz. İşittiğiniz
söz benim değil, beni gönderen Allah'ındır. (Yuhanna, 14/24)
Eğer Rabbimin işlerini yapmıyorsam, bana iman
etmeyin. Ama yapıyorsam, bana iman etmeseniz bile, yaptığım işlere
iman edin… (Yuhanna, 10/37-38)
Halk, İsa'nın yaptığı mucizeyi görünce, "Gerçekten
dünyaya gelecek olan peygamber budur" dedi. (Yuhanna, 6/14)
..."O adam, Allah'ın ve bütün halkın önünde gerek
söz, gerek eylemde güçlü bir peygamberdi." (Luka, 24/19)
... Çünkü beni göndereni tanımıyorlar.
(Yuhanna, 15/21)
Allah, sizleri kötü yollarınızdan döndürüp
kutsamak için kulunu ortaya çıkarıp önce size gönderdi." (Elçilerin
İşleri, 3/26)
Sonsuz yaşam, tek gerçek Rab olan Seni ve
gönderdiğin İsa Mesih'i tanımalarıdır. Yapmam için bana verdiğin
işi tamamlamakla Seni yeryüzünde yücelttim. Dünyadan bana verdiğin
insanlara Senin adını açıkladım. Onlar senindiler, bana verdin
ve Senin sözüne uydular. Bana verdiğin herşeyin Sen'den olduğunu
şimdi biliyorlar. Çünkü bana ilettiğin sözleri onlara ilettim,
onlar da kabul ettiler. Senden çıkıp geldiğimi gerçekten anladılar,
beni Senin gönderdiğine iman ettiler. (Yuhanna, 17/3-8)
Size doğrusunu söyleyeyim, benim gönderdiğim
herhangi bir kimseyi kabul eden beni kabul etmiş olur. Beni kabul
eden de beni göndereni kabul etmiş olur. (Yuhanna, 13/20)
...Ben kendiliğimden gelmedim. Ama beni gönderen
gerçektir. Ne var ki, O'nu tanımıyorsunuz. Oysa ben O'nu tanıyorum.
Çünkü O'ndanım ve beni O gönderdi. (Yuhanna, 7/28-29)
İsa, "Başka yere gidelim" dedi, "Yakın kasabalara.
Oralarda da sözü yaymam gerek. Çünkü bunun için geldim." (Markos,
1/38)
İsa, "Allah tarafından onaylanan iş, O'nun
gönderdiği kişiye iman etmenizdir" diye karşılık verdi. (Yuhanna,
6/29)
Allah'ın gönderdiği kişi Allah'ın sözlerini
konuşur... (Yuhanna, 3/34)
...Ama beni gönderen gerçektir ve ben O'ndan
duyduklarımı dünyaya bildiriyorum. (Yuhanna, 8/26)
... İsa, "Benim, sizin bilmediğiniz bir yiyeceğim
var" dedi. Öğrenciler birbirlerine, "Acaba biri ona yiyecek mi
getirdi?" diye sordular. İsa, "Benim yemeğim, beni gönderenin
isteğini yerine getirmek ve O'nun işini tamamlamaktır" dedi.
(Yuhanna, 4/31-34)
Hz. İsa'nın tebliğinin özü: Allah'a
iman ve kulluk
Üçleme
inancına göre Hıristiyanlığın öncelikli şartı Hz. İsa'ya imandır
ve üçlemeye inanmayan bir kişi gerçek bir Hıristiyan değildir. Oysa
İncil'de bu iddiaları çürüten çok net açıklamalar bulunmaktadır.
Özellikle de Hz. İsa'nın tebliği, insanları sadece Allah'a iman
etmeye davet etmek üzerinedir. Hz. İsa çevresindeki insanların sorularını,
şüphelerini, kuşkulu yaklaşımlarını onları Allah'a teslim olmaya
davet ederek gidermektedir.
İsa ona şu karşılığı verdi: "Allah'ın Rab'be
tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır."
(Luka, 4/8)
"Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni
gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz,
ölümden yaşama geçmiştir. (Yuhanna, 5/24)
"Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya
birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü
hor görür. Siz hem Allah'a, hem de paraya kulluk edemezsiniz.
(Matta, 6/24)
İsa ona şu karşılığı verdi: "Allah'ın olan
Rab'bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla sev.'
(Matta, 22/37)
Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa'nın onlara
güzel bir cevap verdiğini gören bir din bilgini yaklaşıp ona,
"Tüm buyrukların en önemlisi hangisidir?" diye sordu. İsa şöyle
karşılık verdi: "En önemlisi şudur: Dinle, ey İsrail! Allah'ımız
olan Rab tek Rab'dir. Allah'ın olan Rab'bi bütün yüreğinle,
bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle sev. İkincisi de
şudur: Komşunu kendin gibi sev. Bunlardan daha büyük buyruk
yoktur." Din bilgini İsa'ya, "İyi söyledin, öğretmenim" dedi.
"Allah tektir ve O'ndan başkası yoktur" demekle doğruyu söyledin.
(Markos, 12/28-32)
Bunun üzerine taşı kaldırdılar. İsa gözlerini
gökyüzüne dikerek şöyle dedi: "Rab, beni işittiğin için Sana
şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu,
çevrede duran halk için, beni Senin gönderdiğine iman etsinler
diye söyledim." (Yuhanna, 11/41-42)

Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin" diye
vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten
Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi. (Maide
Suresi, 111)
|
İsa yüksek sesle, "Bana iman eden bana değil,
beni gönderene iman etmiş olur" dedi. "Beni gören, beni göndereni
de görür. Bana iman eden hiç kimse karanlıkta kalmasın diye, dünyaya
ışık olarak geldim. Sözlerimi işitip de onlara uymayanı ben yargılamam.
Çünkü ben dünyayı yargılamaya değil, dünyayı kurtarmaya geldim.
Beni reddeden ve sözlerimi kabul etmeyen kişiyi yargılayacak biri
var. Söylediğim söz o kişiyi son günde yargılayacaktır. Çünkü ben
kendiliğimden konuşmadım. Beni gönderen Allah'ın Kendisi ne söylemem
ve ne konuşmam gerektiğini bana buyurdu. O'nun buyruğunun sonsuz
yaşam olduğunu bilirim. Ne söylüyorsam, Allah'ın bana söylediği
gibi söylüyorum." (Yuhanna, 12/44-50)
Yukarıdaki İncil açıklamalarında da görüldüğü gibi
Hz. İsa diğer tüm peygamberler gibi Allah'a tüm kalbiyle teslim
olmuş mübarek bir kuldur. İnsanlara Allah'ın vahyini aktarmış, onlara
Allah'a bir ve tek olarak iman etmeleri için çağrıda bulunmuştur.
Yeryüzünde devam eden hayatı boyunca çok zor şartlarla karşılaşmış,
tebliğini engellemeye çalışan çok sayıda din karşıtı insan olmasına
karşın, çok üstün bir sabır göstererek Allah'ın dinini anlatmaya
devam etmiştir. Şiddetli Allah korkusu ile son ana kadar insanları
tüm kainatın yaratıcısı olan Allah'a iman etmeye ve O'na kulluk
etmeye davet etmiştir. Tüm bunlar Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu değil
(Allah'ı tenzih ederiz), kavmine Allah'tan müjdeler getiren, ahiret
gününe karşı insanları uyaran, güzel ahlaka davet edip her türlü
bağnazlıktan kurtulmaları için onlara çağrıda bulunan bir peygamber
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sadece Hz. İsa değil, Hz. İsa'nın
tebliğini dinleyen, öğütlerini tutan ve bu kutlu insanın izinden
giden ilk İseviler de Hz. İsa gibi birer muvahhiddiler. Gördükleri
baskılar onları asla yıldırmamış, Allah'ı birleyenler olarak Hz.
İsa'nın yolundan hiçbir şekilde dönmemişlerdir. Bu kişiler Nasranilerdir.
Hz. İsa'nin Tebliğine Uyan Samimi
Hıristiyanlar: Nasraniler
Hz. İsa, arkasında sadık bir müminler
topluluğu bıraktı. Yeni Ahit'e göre Hz. İsa'nın seçtiği on iki havari,
Hz. İsa'nın ailesi ve Hz. İsa'ya iman eden diğer Yahudilerden oluşan
bu topluluk, diğer Yahudiler tarafından "Nasraniler" (Nazareans)
olarak tanımlandılar.11 Bu ifadenin, İncil'de
Hz. İsa için kullanılan "Nasıralı İsa" deyiminden türediği ya da
bu deyimle aynı kaynaktan çıktığı kabul edilir.
Nasraniler Eski Ahit'e ve Hz.
Musa'nın hükümlerine uymaya devam ediyorlar, Musevi inancının emir
ve yasaklarına uyuyorlardı. Nasranileri diğer Yahudilerden ayıran
en önemli fark ise, Hz. İsa'nın getirdiği yeni dini benimsemeleri
ve onu bir peygamber ve bir Mesih olarak kabul etmeleriydi. Hz.
İsa'nın, daha önceden Hz. Musa tarafından haber verilen12
ve Allah'ın, Yahudileri doğru yola yöneltip dinlerini batıl inanışlardan
arındırmak için gönderdiği peygamber olduğuna iman ediyorlardı.
Nasraniler Hz. İsa'nın Allah Katı'na alınışının ardından, onun getirdiği
mesajı yaymak için tüm imkanlarıyla mücadele ettiler. Yeni Ahit'in
İncillerden sonra en önemli kitabı kabul edilen Elçilerin İşleri,
bu konu hakkında önemli bilgiler verir.
Nasranilerin mesajı
Elçilerin İşleri'nde yazıldığına göre, Hz. İsa'nın
öğrencileri peygamberlerinin Allah Katı'na alınışının ardından yoğun
bir baskı görmeye başladılar. Dönemin Yahudi din adamları, onları
kendilerince sapkın bir mezhep olarak görüyor ve elden geldiğince
susturmak ve sindirmek istiyorlardı. Romalıların gözünde de sakıncalı
bir konumdaydılar. Ancak baskılar ve kınamalar onları yıldırmadı.
Bunun en büyük sırrı ise kuşkusuz Allah'a olan inançlarıydı. Bu
inanç onlara büyük bir dayanışma ve kardeşlik de kazandırmıştı.
Elçilerin İşleri'nde bu durum şöyle anlatılır:
İmanlıların tümü birarada bulunuyor, herşeyi
ortaklaşa kullanıyorlardı. Mallarını mülklerini satıyor ve bunun
parasını herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı. Her gün tapınakta
toplanmaya devam eden imanlılar, kendi evlerinde de ekmek bölüp
içten bir sevinç ve sadelikle yemek yiyor ve Allah'ı övüyorlardı.
Tüm halkın beğenisini kazanmışlardı. Rab de her gün yeni kurtulanları
onların arasına katıyordu. (Elçilerin İşleri, 2/44-47)
Bir başka bölümde, Nasraniler arasındaki dayanışma
ve fedakarlık şöyle anlatılır:
İnananların topluluğu yürekte ve düşüncede birdi.
Hiç kimse sahip olduğu herhangi bir şey için "bu benimdir" demiyor,
herşeylerini ortak kabul ediyorlardı... Allah'ın büyük lütfu hepsinin
üzerindeydi. Aralarında yoksul olan yoktu. Çünkü toprak ya da
ev sahibi olanlar bunları satar, sattıklarının bedelini getirip
elçilerin buyruğuna verirlerdi; bu da herkese ihtiyacına göre
dağıtılırdı. Örneğin, Kıbrıs doğumlu bir Levili olan ve elçilerin
Barnaba, yani 'Cesaret Verici' diye adlandırdıkları Yusuf, sahip
olduğu bir tarlayı sattı, parasını getirip elçilerin buyruğuna
verdi. (Elçilerin İşleri, 4/32-37)
Bu denli büyük bir iç disipline sahip olan Nasraniler,
Hz. İsa'nın tebliğini diğer Yahudilere anlatmaya devam ettiler.
Hz. İsa'yı tanıtırken de onun Allah'ın Yahudilere gönderdiği son
peygamber olduğunu söylüyorlardı. Havari Petrus'un Süleyman Tapınağı'ndaki
bir grup Yahudiye yaptığı bir konuşma, Elçilerin İşleri'nde şöyle
aktarılır:
"Şimdi ey kardeşler, yöneticileriniz gibi sizin
de bilgisizlikten ötürü böyle davrandığınızı biliyorum... Öyleyse,
günahlarınızın silinmesi için tövbe edin ve Allah'a dönün. Öyle
ki, Rab size yenilenme fırsatları versin ve sizin için önceden
belirlenmiş olan Mesih'i, yani İsa'yı göndersin. Allah'ın eski
çağlardan beri kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi,
herşeyin yeniden düzenleneceği zamana dek İsa'nın gökte kalması
gerekiyor. Musa şöyle demişti: 'Tanrınız olan Rab size, kendi
kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber çıkaracak.
Onun size söyleyeceği her sözü dinleyin. O peygamberi dinlemeyen
herkes Allah'ın halkından koparılıp yok edilecektir.'
Samuel ve ondan sonra gelip konuşmuş olan peygamberlerin
hepsi de bu günleri duyurmuştur. Sizler peygamberlerin mirasçıları,
Allah'ın atalarınızla yaptığı antlaşmanın mirasçılarısınız. Nitekim
Rab İbrahim'e şöyle demişti: 'Senin soyunun aracılığıyla yeryüzündeki
tüm halklar kutsanacaktır.' Allah, her birinizi kötü yollarından
döndürüp kutsamak için kulunu ortaya çıkarıp önce size gönderdi."
(Elçilerin İşleri, 3/17-26)
Bu ifadelerde Petrus, Hz. İsa'dan "Allah'ın
kulu" diye bahsetmekte ve onun bir peygamber olduğunu vurgulamaktadır.
Hz. İsa'nın, Hz. Musa tarafından haber verilmiş bir peygamber
olduğu insanlara anlatılmaktadır ve "Allah'ın Oğlu" gibi bir kavram
yer almaktadır. Üçleme inancından ya da Hz. İsa'ya atfedilen
sözde ilahlık sıfatından da bir bahis yoktur. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Nasranilere Baskılar
Elçilerin İşleri'nde anlatıldığına göre dönemin
Yahudi din adamları Nasranilerden rahatsız oldu ve onların tebliği
yayıldıkça bu rahatsızlık arttı. Hem Yahudi din adamları, hem de
onlar tarafından kışkırtılan Roma yönetimi onları "siyasi açıdan"
tehlikeli bir grup saydı ve hedef aldı. Tarihi kayıtlara göre, Nasranilere
karşı uygulanan baskı politikası giderek arttı. Birçok kez tutuklandılar,
kırbaçlandılar ve Hz. İsa'nın adını anmamaları için uyarıldılar.
MS 48-49 yıllarında Nasranilerin tutuklanması ve cezalandırılması
iyice arttı. Sonunda, MS 62-65 yılları civarında Nasranilerin lideri
tutuklandı ve öldürüldü. Nasranilerin diğer Yahudilerle, özellikle
de önde giden din adamları ile (Saddukiler ve Ferisiler) anlaşamamalarının
nedeni, İncil metinlerine göre, bu din adamlarının "kuşaktan
kuşağa aktardıkları geleneklerle Tanrı'nın sözünü geçersiz kılmaları"ydı.
(Markos, 7/13)
Yeni Ahit'e göre Hz. İsa'nın yakın ailesinin ve
havarilerinin liderliğinde yaşayan bu cemaatin belirgin vasfı "bir
ve tek olarak Allah'a" inanmalarıydı. Nasraniler için Hz. İsa
Allah'ın kutlu elçisi idi. Üçleme inancı ise onlar için hiçbirşey
ifade etmiyordu. Onlar için önemli olan Hz. İsa'nın getirdiği
mesajdı. Nitekim Nasrani yazılarında -örneğin Yeni Ahit'teki "Yakub'un
Mektubu"nda- hep Allah'a imana çağrıda bulunulmakta ve daha çok
imani kavramların üzerinde durulmaktadır.
48-49 yılları arasında Yahuda'nın Romalı valisi,
çok sayıda Nasraniyi çarmıha gerdirdi. Roma'ya karşı gelişen her
türlü isyan hareketinde Nasranilerin de rolü olduğu düşünülüyordu.
50'li yıllarda baskı sürdü. Nasrani topluluğu 65 yılında Kudüs'ten
çıktı ve Mezopotamya'ya doğru göç etti.
"Sapkınlar" ve Ebionlar
Nasraniler, ikinci yüzyıldan itibaren
Kilise önderlerinin yazılarında "sapkın" bir mezhep olarak anılmaya
başladılar. Kilise'nin önemli isimlerinden biri olan Justin Martyr,
MS 150 yılında yazdığı bir metinde, Hz. İsa'yı bir Mesih olarak
tanıyan, ancak yine de onu normal bir insan sayan, yani "Tanrı'nın
oğlu" (Allah'ı tenzih ederiz) olarak görmeyen, bir mezhepten söz
etmişti. Martyr bir konuyu daha vurgulamıştı; bu insanlar üçlemeyi
savunan çevreler tarafından kötüleniyorlardı ve iki tarafın arası
son derece bozuktu.13
Bundan yaklaşık yarım yüzyıl sonra ise, Katolik
Rahip Irenaeus, Adversus Haereses (Sapkınlara Cevaplar) adlı bildirisini
yayınlandı. Irenaeus'un en çok yerdiği "sapkın"ların başında da
"Ebionim" olarak tanımladığı bir cemaat geliyordu. "Ebionim" kelimesi,
İbranice'deki "Ebion" kelimesinin çoğuluydu ve kısaca "fakirler"
anlamına geliyordu.

Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah
Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı
Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin,
onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır…"
(Al- I İmran Suresi, 45)
|
Irenaeus'a göre
Ebionlar cemaatinin "sapkın" olmasının nedeni ise, Hz. İsa'nın normal
bir insan olduğu yönündeki inançlarıydı. Ayrıca yine Irenaeus'a
göre, Yahudi hükümlerinin tüm kurallarına hala titizlikle uyuyorlar,
öte yandan dört İncil içinden de bir tek Matta İncili'ni kabul ediyorlardı.14
Yazılı kaynaklardan söz konusu Ebionlar cemaatinin Nasraniler olduğu
anlaşılmaktadır. Kilise önderleri "Ebion" ve "Nasrani" terimlerini
hep aynı topluluğu ifade etmek için kullanmışlardır. Örneğin 4.
yüzyılın sonlarında Epiphanius adlı bir Kilise yazarı, yazdığı bir
bildiride "Nasrani" ve "Ebion" kelimelerini aynı anlamda ve aynı
grubu ifade etmek için dönüşümlü olarak kullanıyordu. Epiphanius'a
göre, bu grubun "sapkınlığı" Hz. İsa'nın sözde ilah olduğunu
reddetmelerinden ve onu normal bir insan olarak tanımlamalarından
kaynaklanıyordu. Epiphanius, bu kişilerin, Kilise'nin onayladığı
Yeni Ahit kitaplarını değil, bu kitapların "başka versiyonlarını"
kullandıklarını da vurguluyordu.15
Ebionların Hz. İsa'yı bir insan olarak gördükleri,
ona ilahlık atfetmek gibi bir inanca sahip olmadıkları, 22 Aralık
2003 tarihli Time dergisinde yayınlanan "The Lost Gospels" (Kayıp
İnciller) başlıklı bir makalede de şöyle vurgulanıyordu:
Ebionlar Hz. İsa'ya inanıyor,
ancak (araştırmacı) Ehrman'ın belirttiği gibi, 'onu Yahudi kutsal
kitabında vaat edildiği gibi, "Yahudilere gönderilmiş Yahudi Mesihi"
olarak görüyorlardı. Ebionların inandığı Hz. İsa, Üçleme'nin bir
parçası değildi. Onun bir insan olduğunu ve özelliğinin Yahudi
şeriatını mükemmelleştirmek olduğunu savunuyorlardı.16
Kudüs'ten ayrılan Nasraniler Suriye taraflarına
göç ettiler ve ilerleyen birkaç yüzyılda Mezopotamya'da varlıklarını
sürdürdüler. Ancak Nasraniler bir topluluk olarak bu bölgede yaşadılarsa
da, Nasrani öğretisi giderek yayıldı ve çok daha uzak coğrafyalara
ulaştı. Roma'daki Katolik Kilisesi'nin ulaşmadığı bölgelerde, en
azından Hıristiyanlığın ilk dört yüzyılında, Nasrani inancına sahip
çeşitli Hıristiyan mezhepleri geliştiler. Nasrani öğretisine sahip
çıkan ya da en azından bu öğretiden etkilenen söz konusu muhalif
Hıristiyan hareketlerinin en ünlüsü, önceki bölümlerde üzerinde
durduğumuz İskenderiye Piskoposu Arius'un adıyla anılan "Ariusçuluk"
hareketiydi.
-----------------------------------------------------------------------
11. Nasrani
terimi, Yeni Ahit'in Elçilerin İşleri kitabında geçer. Burada gelenekçi
Yahudiler, Hz. İsa'nın öğrencilerini tanımlamak için "Nasrani
tarikatı" deyimini kullanırlar. (24:5) Terim, döneme ait Yahudi
ve Hıristiyan kaynaklarında da geçmektedir. 
12. Tevrat'ta Hz. Musa'nın şöyle dediği yazılıdır: "Allah'ınız
olan Rab size, kendi kardeşlerinizin arasından benim gibi bir peygamber
çıkaracak. Onun size söyleyeceği her sözü dinleyin. O peygamberi
dinlemeyen herkes Tanrı'nın halkından koparılıp yok edilecektir."
(Tesniye, 18:15)
13. Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic
Legacy, s. 136
14. Irenaeus, Adversus Haereses, 1:26; Michael Baigent, Richard
Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, s. 136
15. Epiphanius. Contra Octoaginta Haereses, xxx, s. 45; Michael
Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, s.
137
16. David van Biema, The Lost Gospels, Time, 22 Aralık 2003 
|