41
Doğanların yakın akrabası olan kerkenezlerin çok farklı "avlanma taktikleri" vardır. Avını ararken, adeta havada asılı olarak kalır. Kuyruğunu yayarak açar ve böylece kuyruğunun havayı tutma özelliğini daha da arttırır. Ayrıca kanatlarının ucundaki tüyleri de kaldırarak hava akımlarından dolayı oluşabilecek dengesini kaybetme riskini azaltır. Kanatlarının ucundaki tüyleri birbirinden ayırır; böylece kanadın üst yüzeyinde oluşabilecek hava boşluklarını dağıtmak için, yukarı doğru çıkan küçük ve hızlı hava akımları oluşur. Kerkenez havanın ileri doğru iten bu hareketini kullanarak, rüzgarın hızıyla yol alır ve avını gözlerken iniş yapacağı bölgenin tam üstünde havada asılı durur.
David Attenborough, The Life of Birds, s.56
42
Kız böceği saatte 30 km.'ye varan bir hızla uçar. Bu denli hızlı uçan kızböceği, havada bir yere çarpmamak için iyi çalışan duyu organlarına sahip olmalıdır. Kız böceği, başının iki yanında yer alan "mozaik yapılı" ve iyi görüş sağlayan gözleriyle çok güvenli bir şekilde uçar. Hayatları çevrelerini görmelerine bağlı olduğundan kız böcekleri geceleri avlanmazlar. Alt ayağını önünde minik bir sepet gibi tutup bununla kendinden küçük böcekleri yakalayan kız böceği bir gündüz avcısıdır.
David Attenborough, Life on Earth, s.52
43
Sakallı akbaba hayvanların etinden çok kemiklerini tercih eder. Bu kemiklerde ilik bulunur ve bu besin bakımından oldukça zengindir. Akbabanın bu kemiği kırıp içindeki iliği alabilmek için gerekli kırma aleti yoktur. Fakat bu problemi başka türlü halleder. Bir kemiği alır ve çıplak bir kayanın tepesine havalanır. Sonra kemiği aşağı bırakır. Bu işlemi kemik ikiye ayrılıncaya kadar en az 50 kere tekrarlar. Kuş, sonra bu kemik parçasını alır ve yutar. Hayvanın midesindeki sindirim asitleri öylesine güçlüdür ki kemiğin bir ucu daha akbabanın ağzındayken, midesine giden kısım sindirilmiştir bile.
David Attenborough, The Life of Birds, s.116-117
44
Papağanlar ve balıkçıl kuşları kanatlarını temizlemek için bir çeşit "toz" üretirler. Bu toz tüylerinin yıpranmış uçlarından gelir. Bazı türlerde, güvercinler ve papağanlarda olduğu gibi kuşun tüyleri arasına dağılmıştır. Diğerlerinde özellikle balıkçıl kuşlarında bu tozlar küçük öbekler halinde toplanmıştır. Tozun ne işe yaradığı henüz tam olarak anlaşılamamıştır, fakat kanatların su geçirmezliğine yardımcı olduğu tahmin edilmektedir. Beyaz balıkçıllar, pelikanlar ve diğer su kuşları kendilerini kuyruklarının alt kısmındaki derilerinde yer alan bir bezden salgılanan yağ ile yağlarlar. Yıkama, topraklama ve tozlamayla tüyler tekrar uçuşa uygun pozisyon için hazırlanır.
David Attenborough, The Life of Birds, s.53
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi sarıp-kuşattığını bilip-öğrenmeniz için. (Talak Suresi,12)
45
Ördek ve kazların, küçük su birikintilerine ani inişler yapabilmek için kullandıkları "özel teknikleri" vardır. Geniş kanatlarının tüylerini açarak sağa ve sola savururlar. Tüyler arasında oluşan boşluklardan geçen hava yüksek bir sese neden olur. Hatta kanatlarını sırtlarına doğru kıvırırlar, bu da hızlarını artırır. İniş yapacakları alana birkaç metre kala kanatlarını düzeltirler ve bu şekilde kanatlar hava freni görevi yaparak güvenli bir iniş sağlar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.419
46
Su kurtları yumuşak, narin vücutlarını korumak için güzel ve karmaşık "tüpler" yaparlar. Akarsularda ve akıntılarda yaşayan Limnophilus larvaları, kum tanelerini, küçük çakılları, boş deniz kabuklarını, yaprakları ve ince dalları salgıladıkları ipeksi, yapışkan ipliklerle yapıştırarak, çevrelerini saran iyi kamufle edilmiş, silindir biçimli yuvalar yaparlar.
Görsel Bilim ve Teknik Ans., Cilt 3, s.957
47
Suda yaşayan hayvanlar da kendilerini ve yavrularını korumak için yuva yaparlar. Örneğin; Malezya'da yaşayan Asker yengeç, gel-git sınırları arasında yaşar ve suyun kabarması sırasında kendini içi hava dolu küçük bir sığınağa gömer, suyun çekilmesi sırasında ise kum topaklarıyla bu sığınağın çevresini örter.
Görsel Bilim ve Teknik Ans., Cilt 3, s.957
48
Lumbricus terrestris isimli bir solucan türü, toprak içinde 70 cm. kadar derinlere inerek çember veya elips kesitli yollar açar. Bir hektarlık alanda 25 ton'luk kütleyi yüzeye getirir; bu suretle toprağı 5 cm.'ye kadar kabartmış olur. Ağırlığı birkaç gram olan solucan, kendisinin "50 ila 60" katı ağırlıktaki kütleyi de harekete geçirebilir. Bu, 100 kg. ağırlığındaki bir sporcunun 5 ton'u hareket ettirebilmesi gibidir. Solucanın bu kadar güç bir işi başarması, vücudunu saran enine ve boyuna kaslar sayesinde gerçekleşir. Hayvan vücudunun ön kısmındaki kasları büzerek incelir ve yoklayarak bulduğu küçük bir deliğe başını sokar. Sonra boylamasına kaslarını çalıştırarak vücudunun ön bölümünü şişirir ve böylece deliği genişletir. Bunları yaparken de sürekli karnını doyurur ve sürekli olarak ilerler.
Bilim ve Teknik, Sayı,298, s.58
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 26-27)
49
Kral penguenler, her yıl Mart sonlarında üreme yerlerine gelirler. Dişi penguen tek bir yumurta yumurtlar ve gider. Bundan sonra baba penguen Temmuz ortasına kadar süren –300C'ye varan soğuklarda ve hızı 120 km./saati bulan rüzgarlarda hiçbir şey yemeden kuluçkaya yatar. Bu 4 aylık kuluçka süresinin sonunda erkek penguen açlıktan ağırlığının yarısını kaybeder. Dişinin geri dönmesinden sonra yavrulara nöbetleşe bakarlar.
Bilim ve Teknik, Sayı 255, s.5
50
Fenerbalığının erkeği dişisinden 10-15 kat daha küçüktür. Denizin derinliklerinde yaşayan erkek fenerbalığı, daha yavru iken dişlerini kaybeder ve açlıktan ölme tehlikesiyle karşılaşır. Bu yüzden en kısa zamanda bir dişi bulmak zorundadır. Erkek, kafatasının dörtte birini kaplayan çok iri burun delikleri sayesinde dişilerin salgıladığı "feromenleri" (bir tür salgı) algılar. Bu şekilde dişi balığı bulur ve kıskaçları ile ona tutunur. Bundan sonra inanılmaz bir olay gerçekleşir; erkek ve dişinin deri ve damar sistemleri birbirleriyle kaynaşır ve erkek besini dişiden almaya (daha doğrusu çalmaya) başlar. Bir dişi balık 3-4 tane cüce erkeği sırtında taşır. Dişi yumurtalarını suya bırakır bırakmaz erkek de spermini salar. Yumurtalar döllendikten sonra erkeğin görevi sona ermiştir, erkek yavaş yavaş eriyerek yok olur.
S. Deligeorges, Recherche, Kasım 1995
51
Kunduzlar kendi yaşadıkları bölgelere yabancı kunduzların girmemesi konusunda son derece dikkatlidirler. Bu yüzden yabancıları o bölgeden geçmemeleri için uyarmak üzere bazı engeller kurarlar. Yuvalarında ve avlandıkları yerlerde, yaşadıkları gölden aldıkları çamurla küçük tepecikler yaparlar. Bu tepeciklere kendilerine özgü, bezlerinden salgılanan keskin kokulu bir madde olan casteroumu bırakırlar.
Bilim ve Teknik, Sayı 233, s.26
52
Riftia pachyptila, derin deniz diplerinde yaşayan bir solucandır ve en ilginç yanı sindirim sisteminin olmayışıdır. Ayrıca çok ilginç bir beslenme şekli vardır. Riftia'nın gövde boşluğunu dolduran dokunun, aslında kükürt kristallerine yapışmış hücre içi bakteri yığınları olduğu anlaşılmıştır. Bu bakterilerle solucan arasında çok iyi bir işbirliği vardır. Solucanın solungaçları ile aldığı sıvı, kükürt ve oksijence zengindir. Bu maddeler kan yoluyla gelerek solucanın vücudundaki bakterilerin organik bileşikler yapmasını sağlar. Solucan besin olarak bu organik maddeleri kullanır. Solucanın karbondioksit, azotlu maddeler vs. gibi metabolizma artıkları da tekrar bakterilerce alınarak besine çevrilir.
James. L. Gould, Carol G. Gould, Olağandışı Yaşamlar, s.65
53
Yunusların derisi üzerinde yüzdükçe dalgalar meydana gelir ve bu dalgaların girintili çıkıntılı motifleri, yunusun hız temposuna göre değişir. Eğer hayvan derisini gergin tutarsa, bu dalga motifleri, hareketinde frenleyici etki yapar. Buna karşın, derisini gevşetir ve dalga motiflerine uydurursa, su direnci minimuma düşer ve hızı artar. Bu hız kontrolünü sağlamak için şimdiye kadar insanlar tarafından yapılmaya çalışılan yunus derisine benzer kılıf konusundaki bütün girişimler, esnek ve dirençli bir maddenin bulunamamış olması sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Bilim ve Teknik, Sayı 231, s.10
54
Denizaltılarda bulunan dalış tankları suyla dolunca gemi sudan daha ağır hale gelir ve dibe dalar. Eğer tanktaki su, basınçlı hava ile boşaltılırsa, denizaltı tekrar su yüzüne çıkar. Nautilus adı verilen bir deniz hayvanı da aynı yöntemi kullanır. Nautilus'ün vücudunda 19 cm. çapında salyangoz kabuğu biçiminde spiral bir organ vardır. Bu organda birbiriyle bağlantılı 28 tane "dalış hücresi" bulunur. Peki ama, Nautilus suyu boşaltmak için gerekli basınçlı havayı nereden bulur? Nautilus, bunun için biyokimyasal yolla özel bir gaz üretir ve bu gazı kan dolaşımı ile hücrelere aktararak hücrelerden suyun çıkmasını sağlar. Bu şekilde Nautilus avlanırken ya da düşmanlarından kaçarken yükselmek ya da dibe batmak için gerekli miktarda suyu dışarı pompalayabilmektedir. Bir denizaltı sadece 400 m. dibe batabilirken, Nautilus için 4000 m. derinliğe dalmak son derece kolaydır.
National Geographic, January 1976, s.38-41
55
Yunusların kubbe biçimindeki kafa çıkıntılarının "damla"yı andıran biçiminin suyu çok daha iyi yardığı anlaşılmıştır. Bunun üzerine gemilerin çoğuna, yunus kafasına benzeyen bir pruva şekli verilmiş, bu da hızın yükseltilmesini ve yakıttan yaklaşık %25 oranında ekonomi yapılmasını sağlamıştır.
Bilim ve Teknik, Sayı 231, s.9
56
Kızıldeniz iki büyük çöl arasında kalan bir denizdir. O bölgedeki hava kuru ve verimsizdir. Kızıldeniz'e hiçbir nehir ya da başka bir tatlı su boşalmaz, yani buraya hiçbir yerden oksijen ya da nitrojen ulaşımı yoktur. Normal şartlarda bu denizin verimsiz ve çevrildiği karalar gibi bir çöl olması gerekirken, Kızıldeniz'de tüm çeşitleriyle mercanlar bulunur. Zor şartlara rağmen burada yaşamayı başaran mercanların bu başarısı, Zooxanthellea denen bir alg türü ile yaptıkları "ortak bir yaşam" ile gerçekleşir. Zooxanthellea, fotosentez yapan bir algdir. Mercan bu alge barınacak bir yer sağlar ve aynı zamanda bu algden birazını yer. Mercanlar gündüz içlerine kapanırlar, dışarıda sadece iskeletleri kalır. İşte bu zamanlarda alg, mercan iskeletinin arasında düşmanlarından korunarak güneş ışığıyla fotosentez yapar.
Bilim ve Teknik, Sayı, 298, s.33
57
Duvarcı ve çömlekçi eşek arılarının yaptıkları, küçük şişelere benzer yuvalar, duvarlara ya da bitkilere tutturulmuştur. Yuvalarını kil ve kum taneciklerini ağız salgılarıyla birbirine yapıştırarak yaparlar. Dişi eşek arısı yuvayı tırtıllarla doldurur. Tırtılı iğnesiyle sokarak felç edecek şekilde yuvanın tavanına asar. Böylece gelişen eşekarısı larvasının beslenmesi mümkün olur.
Görsel Bilim ve Teknik Ans., Cilt 3, s.957
58
Filler gibi birbirinden çok uzaklarda yaşayan hayvanlarda "iletişim" çok önemlidir. Bir yavru fil uyumak istediğinde çok geniş bir alana dağılmış sürü bireylerinin hepsi durup onun uyanmasını beklerler. Bu iletişimin sebebi sadece fillerin koku alma duyularının çok keskin olması değildir. Filin alnında, 20 hertzin altında frekanslarda boğuk bir ses çıkartan bir organ bulunmaktadır. İşte bu organ sayesinde filler kendi aralarında, diğer canlıların anlayamayacağı gizli ve şifreli bu dili kullanarak konuşmaktadırlar. Fillerin çıkardıkları bu boğuk tonlar, yani çok uzun dalgalar, kısa dalgalardan çok daha uzaklara gidebilir. Bundan dolayı fillerin bu frekanstaki gizli dili uzun mesafeli görüşmeler için idealdir.
National Geographic, Ağustos 1989, s.264-267
59
Suyun içinde rahatça hareket eden istiridyelerin nasıl hareket ettiğini bulmak isteyen bilim adamları Saint-Jacques istiridyesinin mekanik sistemini incelemişlerdir. İstiridyeler önce açılırlar ve içeri bir miktar su alırlar. Sonra bu suyu yumuşak dokulu bir kesenin içine hapsederler. Ardından, menteşelerinde bulunan iki delikten (kabuklarının birleşim yerlerindeki iki delik) suyu dışarı atarlar. Yumuşakça, bu sayede öne doğru fırlar. Sahip olduğu elastiki bağ, kabuğunu hiçbir güç harcamaksızın tekrar açmasına imkan verir.
Bilim ve Teknik, Sayı 296, s.13
60
Kartal inişini yaparken, kuyruğunu havalandırır ve onu vücuduna göre bir açıyla aşağı çekerek hızını azaltır. Kanatlarının uçlarını alçaltarak onları fren olarak kullanır. Hızını kaybederken, kanatların üstünde oluşan hava akımı onun düşme tehlikesinin artmasına neden olur. Bunu "alulas"larını kaldırarak önler. Alulaslar uçan kuşların kanatlarının ucunda bulunan üç-dört tüy öbeğidir. Bunlar kanat yüzeyinde havanın çizgi halinde akmasına yardımcı olur. Artık kuş neredeyse tüm hızını kaybetmiştir. Dev pençelerini ileri doğru uzatır, dalı kavrar ve böylece tamamen durur.
David Attenborough, The Life of Birds, s.51
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
61
Bazı canlılar kendi yaşam bölgelerini belirlemek için "koku bırakma" yöntemini kullanırlar. Örneğin ceylanlar kendi bölgelerini belirlemek için uzun ince dallara ve otlara, hemen gözlerinin altındaki bezlerden salgılanan ve katran gibi kokan bir madde bırakırlar. Bu koku diğer ceylanların bölgenin bir sahibi olduğundan haberdar olmalarını sağlar. Ren geyiklerinin ise, arka ayaklarının ucunda koku bezleri vardır. Bu bezlerden salgılanan koku, bölgelerini işaretlemelerine yardımcı olur. Tavşanlar da çenelerindeki bezler ile bir koku bırakarak bölgelerini işaretlerler.
Bilim ve Teknik, Sayı 261, s.57
62
Meyve sinekleri (Drosofila) çiftleşme çağrısı yaparken kanatlarını kullanırlar. Erkek, dişinin yakınında, onun tüylü kanatlarının düzlemine dik açı yapacak şekilde durur. Sonra bir ya da iki kanadını, türüne göre 160 ile 300 hertz arasında değişen bir hızla ona doğru çırpar. Drosofila'nın minik kanatlarının titreşimi çok zayıf bir ses çıkartır. Dişi sinek bu sinyali nasıl algılayıp tanımaktadır? Araştırmacılar, havanın hareket biçiminin, antenin kökünde bulunan ve "johnston organı" adı verilen bir doku içindeki duyu hücreleriyle algılandığını ve dişi tarafından çözümlendiğini saptamışlardır. Son derece karmaşık bir biçimde düzenlenmiş bu organda 30.000'e yakın duyu hücresi bulunduğu için biyologlar bu karmaşık sistemin işleyişini henüz açıklayamamışlardır.
Görsel Bilim ve Teknik Ans., Cilt 1, s.81
63
Suyun içine girerek avlanmak kuşlar için aslında oldukça tehlikelidir. Çünkü kuşlar sıcakkanlıdır ve donma riskleri vardır. Balinalar, foklar gibi deniz memelileri bu tehlikeyi taşımazlar, çünkü vücutlarını saran kalın bir yağ tabakası vardır. Kuşlar uçtukları için böyle bir ağırlığı taşıyamazlar, fakat onların kendilerine has, etkili bir yöntemleri vardır: "tüyleri". Uçmalarını sağlayan tüyleri aynı zamanda havayı tutarak, kuşların karadayken de sıcak kalmalarını sağlar. Aynı yöntemi suyun altında da kullanırlar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.124
64
Kuşlar yere indikten sonra eğer fırsat bulurlarsa, günde bir kez tüylerini temizleyip, havalandırarak banyo yaparlar ve tüylerini tararlar. Uçuşta kullandıkları uzun kanat tüylerinin özel bir bakıma ihtiyaçları vardır. Her birini gagalarıyla tek tek itinayla temizler ve ayırdıkları her tüy lifini tekrar birbirine kenetlerler.
David Attenborough, The Life of Birds, s.51
65
Skimmerlar (kırlangıç benzeri bir kuş) da alışılmadık bir şekilde avlanırlar. Skimmer'ın alt çenesi, üst çenesinin iki katı büyüklüğündedir. Suya çok yakın uçarken bu uzun alt çenesini suya daldırarak avlanır. Gaganın ucuna bir cisim değdiğinde hemen üst çenesini de kapatarak avını yakalar. Bazen bunlar suda yüzen sert cisimler de olabilir. Skimmer'ın gagasını bu sert cisimler ağzındayken aniden kapatmasıyla oluşacak şokun kendisine zarar vermesi gerekirken, böyle olmaz. Çünkü Skimmer'in başında ve boynunda şok emici güçlü kaslar vardır. Skimmer ilk taramada nadir olarak başarılı olur. İkinci atakta kuş tekrar havalanır ve biraz önce fark ettiği ava doğru tekrar uçar. Su yüzeyinde hala kabarcıklar vardır ve bu kabarcıklar genellikle suyun üstünü araştırmak isteyen balıkları çeker. İşte bu Skimmer'ın ikinci atağıdır ve bu defa çok daha başarılı olur.
David Attenborough, The Life of Birds, s.118
66
Amazon ormanlarında yaşayan Ophtalmophora (kanatlarında gözleri olan anlamındadır) cinsi kelebeklerin kanat desenleri de son derece şaşırtıcıdır. Kanatlardaki beneklerin merkezlerinde sedefimsi bir lekeden oluşan parlak birer "gözbebeği" vardır. Bu da kanatların bir çift göze benzemesini sağlamıştır. Gerektiği zamanlarda kelebek kanatlarını açar ve düşmanlarının korkmasını sağlar.
Bilim ve Teknik, Sayı 257, s.12
67
Kuşların dişleri yoktur. Bu yüzden tohum yiyen kuşlar, tohumların dış kabuğunu ağızlarıyla kırarlar, hatta iç kabuğu da biraz bölerler. Çiğnemeyi ise vücutlarının başka bir yerinde, daha sonra yaparlar. Mideleri iki odacığa bölünmüştür. Ön odada besinleri kimyasal olarak sindirmeye yarayan salgılar salgılanır. Arka odada ise sindirim fiziksel olarak gerçekleşir. İşte burası kursaktır. Kursağın duvarları kalın ve kaslıdır. Ayrıca iç yüzeyi oluklu ve girintili-çıkıntılı bir yapıya sahiptir. Kaslar ritmik olarak kasılırken duvarlar birbirine çarpar ve ön odadan salgılanan sindirim sıvılarının da yardımıyla besinler öğütülür. Her kuşun böyle bir öğütme sistemi vardır. Fakat tohum yiyiciler özellikle tohumların sert kabuklarını kırabilmek için böylesine güçlü bir sindirme sistemine ihtiyaç duyarlar ve bu sistemin verimini artırmak için kursaklarını çakıl taşlarıyla doldururlar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.77-78
68
Bazı kuşlar suyun kıyısında avlanırlar. Yeni Zelanda nehrinin kıyısında avlanan Wry-bill kuşlarının gagalarının ucu benzersiz bir şekilde hep sağa doğru eğiktir. Kafasını sola çeviren kuş asimetrik gagasını kullanarak ağır çakıl taşlarını balık yumurtalarının üzerine iterek yumurtaları kırar ve yer. Bu kuşlar neden böyle ilginç bir teknik kullanmaktadır? Wry-bill'ler için tehlike havadan gelen bir şahindir. Kuş beslenirken başını aşağıya değil de yana doğru çevirerek sol gözüyle havadan gelebilecek bir tehlikeyi böylece gözetleme imkanına sahip olur.
David Attenborough, The Life of Birds, s.118
69
Kingfisher adı verilen kuş gölün üstüne uzanan bir dalda otururken, aşağıda suyun içinde bir balık görünce hemen harekete geçer. Eğer dal suya çok yakınsa, kuş önce yukarıya doğru havalanarak yükseklik kazanır. Böylece suya dalmak için hız alabileceği bir mesafe oluşur. Aşağı doğru indikçe kanatlarını çırparak hızını daha da artırır. Kanatlarını arkaya alıp genişleterek suya dalar ve balığı yakalar. Suyun içinde de kanatlarını çırparak yükselmeye çalışır. Su yüzeyine çıkar ve tekrar dalına geri döner. Orada avının başını sert bir cisme vurarak öldürür ve bir lokmada yiyerek yutar. Bunların hepsi sadece birkaç saniyede gerçekleşir.
David Attenborough, The Life of Birds, s.118
70
Meşe palamudu ağaçkakanı yaz boyunca ölü bir ağaç kütüğünde sürekli olarak "delikler" açar ve yaz sonunda bu delikleri kışın yiyebileceği meşe palamutlarıyla doldurmaya başlar. Meşe palamutlarını her deliğe bir tane olacak şekilde adeta çekiçle çakar gibi yerleştirir. Fakat bu işlem ağaçkakan için oldukça uzun sürer. Çünkü önceden hazırladığı deliklerin büyüklüğüne uygun büyüklükte palamudu bulup yerleştirmeye çalışır. Eğer delik büyük olup palamut küçük olursa, gevşek duran palamut diğer kuşlar tarafından rahatlıkla alınabilir. Eğer delik küçük olup da palamudu zorla deliğe sıkıştırmaya çalışırsa bu kez palamut zarar görür. Bu nedenle deneme yanılma yöntemini uygulayan ağaçkakanın işi çok uzun sürer. Zaman geçtikçe palamutlar küçülürler ve kururlar. Bu nedenle tekrar yerlerine yenilerinin yerleştirilmeleri gerekir. Bu ağaçkakanlar büyük bir ağaçta bu palamutlardan "50.000" tanesini depolayabilirler.
David Attenborough, The Life of Birds, s.77
71
Güney Amerika'nın yağmur ormanlarında yaşayan Sun bittern kuşu korunmak için "görsel" sinyaller kullanır. Kendisine yaklaşıldığını anladığı anda kuş hiç beklenmedik şekilde kuyruğunu havalandırır ve kanatlarını olabildiğince açar. Her iki kanadında bulunan göze benzer büyük benekleri ortaya çıkarır. Bu ani hareketle düşmanının korkup kaçmasını sağlar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.163
72
Kuş yumurtasında, embriyonun düzgün bir şekilde gelişebilmesi için ihtiyacı olan herşey bulunur. Örneğin su, yumurtanın sarısını çevreleyen yumurta akı (albümin) tarafından sağlanır. Zarla çevrili olan bu yığın yumurtanın rahime giderken geçtiği kanal boyunca ilerler ve kireç salgılayan bezin bulunduğu bölüme gelir. Bu bez kabuğu oluşturur. Kanalın biraz daha aşağısında bulunan başka bezler, kandan ve safradan alınan pigmentlerle kabuğu renklendirirler. Eğer yumurta kanalda aşağı doğru ilerlerken ezilip, bükülürse, yumurtanın üstünde çizgiler ortaya çıkar ve kas kasılmalarıyla ileri itilen yumurta son halini almış şekilde dış dünyaya atılır.
David Attenborough, The Life of Birds, s.218
73
Kedi güvesi tırtılı korktuğu zaman adeta "şahlanarak" korkunç bir görünüm kazanır. Başını içeri çekerek "omuzlarını" kamburlaştırır. Böylece ortaya parlak kırmızı bir halkayla bunun üzerinde duran iki siyah nokta çıkar. Tırtılın aldığı bu şekil, bir surata çok benzer. Kırmızı halkaysa bir uyarıdır. Tırtıl daha fazla rahatsız edilecek olursa göğsündeki bezlerden, içinde % 40 karınca asidi bulunan yakıcı bir karışım püskürtür. Notodontid familyasından diğer güvelerin de benzer savunma yöntemleri vardır. Bir cins korktuğu zaman keskin bir "hidroklorik asit" çıkarır.
Hayvanlar Ans., C.B.P.C Publishing, Böcekler, s.150
Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 41)
74
Patoo adı verilen kuş "taklit yapabilme" kabiliyetini hareketleriyle destekler. Bir ağaç kütüğüne konar ve tüyleriyle aynı renk olan kütükte hiç fark edilmez. Fakat yanına yaklaşıldıkça taklidini daha mükemmelleştirmek için hareket etmeye başlar. Çok yavaş bir şekilde, kuyruğunu indirir ve onu ağaç kütüğünün deliğine sokar. Böylece kuşla ağacın birleşme yeri iyice belirsizleşir. Sonra yine aynı yavaşlıkta, gagası dik olarak gökyüzüne dönene kadar başını kaldırır ve gözlerini kapar. Kuşa 90 cm. uzaklıkta olunduğunda bile kuş hareketsiz ve donuk durur. Kuşun özelliği, göz kapakları kapalı olmasına rağmen görebilmesidir. Her iki göz kapağında da çok ufak dikey yarıklar vardır. Bu yarıklar kuşun hassas gözlerine ışığın girmesini ve bu sayede etrafını görmesini sağlar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.164
75
Su içindeki hayvanlarla beslenen kuşlar önemli bir yeteneğe sahiptirler. Işık suya girdiğinde veya çıktığında kırılır. Bu nedenle kuşların suyun üstünde iyi bir gözlem yapmaları gerekir. Afrikalı Yalı çapkını havada rüzgar yokken dahi "sabit kalabilme" özelliğine sahiptir. Ve bu da ona havada asılı kalamayan diğer Yalı çapkını kuşları arasında büyük bir avantaj sağlar. O, balık avlamak için bir dalın üstünde beklemek zorunda değildir. Balığın olduğu her yerde avlanabilir.
David Attenborough, The Life of Birds, s.118
76
Ağaçkakanın gagasıyla ağacı delme hızı saatte yaklaşık olarak 40 km.'dir. Eğer kuşun gagasında özel bir kilit sistemi olmasaydı bu hız nedeniyle gagası iki parçaya ayrılırdı. Vuruşun şoku öyle büyüktür ki, bunun etkisi direkt olarak beyne gitmiş olsaydı kuş bilincini kaybederdi. Ancak burada kuş bilincini kaybetmez, çünkü beyni tam gagasının seviyesinde yer almaktadır ve şokun etkisi gaganın tabanında yer alan kasların "şok emici" işlevi nedeniyle azaltılır.
David Attenborough, The Life of Birds, s.88
77
Kuşların da insanlar gibi gırtlakları vardır. Fakat bunlar ses üretmezler. Gırtlak kuşlarda suyun ve besinlerin nefes borusuna kaçmaması için kapakçık görevi yapar. Kuşların sesi başka hiçbir canlıda olmayan ve vücutlarının derinliklerinde yer alan farklı bir yapı olan "syrinx"ten gelir. Kutu şeklindeki bu organın çevresi kıkırdakla kuvvetlendirilmiştir ve kuşun nefes borusunun alt kısmında yer alır. Syrinx burada iki tüp şeklinde kola ayrılarak ciğerlere bağlanır. Kuş, ciğerlerini kastığı zaman bu tüplerin her birinden çok hızlı bir şekilde geçen hava, melodili bir ses oluşturur.
Syrinxteki kaslar her bir tüpün ağzındaki kapakçıkların bağımsız olarak titreşmesini sağlar ve böylece sesin perdesi farklılaşarak notaların kalitesi artar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.154
78
Şelalelerin arkalarında bulunan kayalıklara kuşların ulaşması imkansızdır. Bunu yapmaya kalkışan kuş tonlarca ağırlıktaki suyun altında savrulacaktır. Oysa Güney Amerika'da yaşayan bir tür Kılıç kırlangıcı o kadar küçüktür ve o kadar hızlı uçar ki, şelaleyi bir ok gibi delerek geçer ve arkasındaki kayalıklarda kendisine güvenlikli yuvalar kurar. Kılıç kırlangıçlarının ayakları son derece küçüktür. Bu da yuva yapımında onlar için bir zorluktur. Diğer kuşların yaptığı gibi yere inip malzemeleri tutup kavrayamazlar. Bunun yerine tüyleri, kuru ot parçalarını ve havada yüzebilen diğer materyalleri seçerler. Sonra bu malzemeleri, tükürük bezlerinde ürettikleri yapışkan salyayla yapıştırarak biraraya getirirler. Tüy üstüne tüy, kat üstüne kat yaparak fincan benzeri küçük bir yuva yaparlar.
David Attenborough, The Life of Birds, s.225
79
Yunus balıkları, alt çeneleri yardımı ile işitirler. Bu deniz memelilerinin yaydıkları "ultra seslerin" yankıları, onlar için çevrelerini kuşatan dünyanın bir görüntüsünü oluşturma olanağı sağlar. Bu son derece incelikli sonarın nasıl işlediği, onlarca yıldan beri araştırmacılar için bir bilmece konusu olmuştur. Yağımsı bir madde ile dolmuş olan içi oyuk kemikler sesleri yükseltir. Balığın alt çenesinin, bu sonar sisteminin zorunlu bir parçası olduğu bulunmuştur.
Bilim ve Teknik, Sayı 237, s.31
80
Tilapya balıklarının erkeği ve dişisi çiftleşme öncesinde birlikte kendi bölgelerini korur, temizler ve yumurtlamak amacıyla çukur kazarlar. Dişi yumurtalarını bu çukura döktükten sonra erkek Tilapya, yumurtaları döller. Yumurtlama ve döllenmeden sonra çiftler yumurtaların yanında yüzerler ve karın yüzgeçleriyle yumurtaların ihtiyacı olan oksijenli temiz suyu sağlamak için yelpaze hareketi yaparlar.
Bilim ve Teknik Sayı 255, s.35
|